O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"KOMŞU HAKKI"
Allah Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arka­daşa, yolcuya, ellerinizin al­tında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez." [1]
Nasıl bir müslüman olduğumuzu ibadetler değil, hareketlerimiz belirler. Gerçekten de Müslümanlığın ölçüsü güzel ahlâktır. Güzel ahlâk ise hakları güzel korumaktan ibarettir.
Cenab-ı Mevlâ kul haklarına o kadar önem veriyor ki, kendisine karşı kusur işleyeni kolayca affederken, kullarının hakkını çiğneyeni o kul affetmedikçe kendisi affetmiyor.
Bir müminin hayatında Yüce Yaratıcı’nın hakkından sonra ikinci sırayı alan kul hakkını koruma vazifesinin, en yakınlardan başlayarak halka halka genişlediğini biliyoruz. Buna göre önce ailemiz, hemen ardından da komşularımız gelir.
Komşu, ailemizin dışında birçok şartları paylaştığımız kimsedir. Bizimle aynı apartmanı, aynı sokağı paylaşan kimseler komşumuz olduğu gibi, aynı yolu, aynı okulu, aynı iş yerini, aynı pazarı, aynı vasıtayı paylaştığımız insanlar da komşumuzdur. Bizimle bu mekânları ve şartları paylaşanlar Müslüman olabileceği gibi, diğer dinlere mensup insanlar da olabilir. Aynı şekilde bize dost kimseler olabileceği gibi düşman da olabilir. Hatta bizimle aynı ortamı paylaşanlar hayvanlar da olabilir.
Sonuçta ortak mekânları paylaştığımız bütün canlılar komşumuzdur ve onlara karşı vazifelerimiz vardır.
Güzel ahlâklı insan, sadece dostları ile değil, düşmanları ile de güzel geçinmesini bilen kimsedir. Kendisini sevenlere sevgi göstermek fazilet değildir. Bu, ‘al gülüm ver gülüm’ cinsinden bir ticarete benzer. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in özendirdiği fazilet, bizi sevmeyeni sevebilmek, vermeyene vermek, gelmeyene gitmek, kötülük edene iyilik etmektir. İşte bu nokta kalpteki imanın, gönüldeki ilâhi muhabbetin ölçüldüğü noktadır.
Müslümanın temel vasfı zararsız bir insan olmasıdır. Bu, mümin olmanın da şartlarındandır. Çünkü Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz üç kere yemin ederek: “Vallahi komşusu zararından emin olmayan kimse mümin değildir” [2] buyuruyor.
Buradan anlıyoruz ki, müslüman karşıdaki insana göre değil, kalbindeki imana göre davranan insandır. İman iyiliği emrediyor. Müminlik güvenilir olmayı gerektiriyor. İslâm müminleri kardeş ilan ediyor. O halde sevgimizi, duamızı, sabrımızı, iyilik ve ikramımızı kardeşlerimizle paylaşmayacağız da kiminle paylaşacağız? [3]
Komşuluk ilişkileri artık eskisi gibi değil. Apartman kapılarında karşılaşıp göz ucu bir bakış atıp belki bir merhabayla geçip gidiyoruz. Kimdir bu komşumuz, necidir, ne yapar ne eder, merak bile etmiyoruz.
Hal böyle olunca, ev alma komşu al ilkesine bağlı olma gereği de duymuyoruz. Öyle ya, hiç tanışıp ilgilenmeyeceğimiz, bir ilişkimizin olmayacağı insanların kim olduğundan bize ne! Onlar bize dokunmasın, biz onlara… Değil mi?
Değil… Dinimizin bizden komşularımızla ilgili talepleri var. Apartman kültürüydü, değişen hayat şartlarıydı bakmıyor dinimiz; komşularımızın bizim üzerimizde, bizim komşularımız üzerinde haklarımız olduğunu söylüyor. Bu haklara uymayı emrediyor. Komşularımız bu hakların farkında olur, gereğini yerine getirirler mi bilemeyiz. Bu onları ilgilendirir. Bizi ilgilendiren, komşularımızın bizim üzerimizdeki haklarının gereğini yerine getirmek. [4]
Menkıbe
Önceki salihlerden bir zat şöyle der: “Bir defasında mektup yazmış ve bu mektubu komşumun evinin toprağı ile yapıştırmak istemiştim. Fakat komşunun toprağını kullanmanın sakıncalı olacağını düşünerek yapmak istemedim. Sonra kendi kedime: “Birazcık toprak, bundan ne çıkar!” diyerek komşumun toprağını kullandım. Sonra nereden geldiğini bilmediğim şöyle bir ses işittim:
“Toprağı hafife alan kişi, yarın nasıl kötü bir hesapla karşılaşacağını görecektir!” [5]
Güzel ahlâkın zirvesinde olan Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’ın müşrik komşuları darda kalınca O’na koşuyorlardı. Kendi yakınlarından çok O’na güveniyorlardı. Mallarını ve kıymetli eşyalarını ona teslim ediyorlardı. Güvenilir kişi olmak, vahiyden önce de O’nun en belirgin özelliği idi. Peygamberlik görevi süresince de Cebrail A.S. komşu hakları üzerinde o kadar çok duruyor ve tavsiyelerde bulunuyordu ki, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) komşunun komşuya mirasçı olacağını zannediyordu.
Ashaptan Abdullah b. Ömer (r.a) kestiği bir koyunun etinden yahudi komşularına verilmeden rahat edememiş, koyunun etini yememişti. Kendisine neden böyle yaptığı sorulunca, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den işittiği şu hadisi nakletmişti:
“Cebrail (a.s) bana komşu haklarını koruma konusunda o kadar sıkı tavsiyelerde bulundu ki, komşunun komşuya vâris olacağını zannettim.” [6]
Menkıbe
Bir defasında Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) hizmetçisine,
- Bir koç kes ve ondan yahudi komşumuza da ikram et, dedi. Bundan sonra Abdullah bir müddet daha konuştu. Sonra tekrar hizmetçisine,
- Koçu kestiğin zaman yahudi komşumuza da ikram et, dedi. Hizmetçi aynı emrin ikinci kez tekrarlanmasından rahatsız olunca,
- Şu yahudi komşumuz yüzünden bize çok sıkıntı veriyorsun, dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr (r.a) ona,
- Sana yazıklar olsun! Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bizlere komşu haklarını gözetmemizi o kadar tavsiye ederdi ki, neredeyse komşuyu komşuya varis kılacağını zannederdik. [7]
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Komşuluk üçe ayrılır. Kimi komşunun diğeri üzerinde üç, kiminin iki, kiminin de tek hakkı vardır. Üzerinde üç hak bulunan komşu, senin Müslüman ve yakın akraban olan komşundur. İki hakkı bulunan komşu, (akrabalık bağın bulunmayan) Müslüman komşundur. Tek hakkı olan komşu, zimmî (Müslümanların himayesinde bulunan gayr-i müslim) olan komşundur." [8]
Eğer kişinin komşusu, hem müslüman olur hem de akrabası olursa, üzerinde üç hak vardır: Müslümanlık hakları, akrabalık hakları ve komşuluk hakları.
Üzerinde iki hak bulunan ise, komşusu sadece müslüman olan kimsedir. Onun üzerinde Müslümanlık ve komşuluk hakları vardır.
Komşuluk cihetinden üzerinde tek hak olan kişi ise komşusu zimmî (müslümanların hımayesindeki gayr-i müslim) olan biridir. Onun üzerinde sadece komşuluk hakları vardır. O halde kişi, komşusu zimmî olsa bile komşuluk haklarına riayet etmesi gerekir. [9]
İslâm âlimleri bu hadis-i şerifi açıklarken, komşuluktan doğan hakların iyiliğe karşılık vermeye veya iman kardeşliğine bağlı olmadığı üzerinde özellikle durmuşlardır. Komşularımız kötü ahlâklı, bizim haklarımızı gözetmeyen kişiler bile olsalar yine de kendi haklarını kaybetmezler. Nitekim İbn Mesud (r.a) hazretleri kendisine gelip komşusunun eziyetlerini anlatan birine şöyle demiştir:
– O senin hakkında Allah’a isyan ediyor. Sen onun hakkında Allah’a itaat et.
Bir gün Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e komşu haklarının neler olduğu sorulmuş ve Rahmet Peygamberi şöyle cevap vermişlerdir:
“Senden borç istediği zaman (imkânın varsa) vermendir. Davet ettiğinde davetine gitmendir. Hastalandığı zaman ziyaret etmendir. Yardım istediği zaman yardımına koşmandır. Bunaldığında teselli etmendir. Sevindiğinde sevincini paylaşmandır. Öldüğünde cenazesine katılmandır. Uzak bir yere gittiğinde (evini, malını ve ailesini) korumandır. Mutfağından çıkan yemek kokusuyla ona eziyet etmemen veya pişirdiğinden ona da ikram etmendir. Rızasını almadıkça evini (güneşi veya rüzgârı engellememesi için) onun evinden yüksek yapmamandır.” [10]
Bu haklar sadece kapı komşuları için geçerli değildir. Nitekim bir gün Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in yanına komşusundan şikâyet eden biri gelmiş ve konuşmadan sonra Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) mescidin kapısında şu sözün herkese ilan edilmesini emretmiştir:
“Dikkat edin! Kırk haneye kadar komşu hakkı vardır.” [11]
Bu hadis-i şerife göre, bir haneye dört taraftan kırkar hane olmak üzere hepsi komşudur. Bunların ötesi uzak komşudur. Fakat ikram ve ihsan edilmek istenildiğinde en yakın olandan ve hatta kapıları karşı karşıya bulunanlardan başlamak gerekir. Çünkü hanenin mahremiyetine en yakın bulunan bunlardır. [12]
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir hadis-i şeriflerinde ise, ‘komşusu kendisinden emin olmayan kişinin gerçek manada iman etmiş sayılamayacağını’ belirtmiştir. [13]
Acaba emin bir kişi nasıl davranır da komşuları ona güvenirler?
Bu konuda Ebul-Leys Semerkandî (rh.a) hazretleri şunları söylüyor:
“Kişinin komşusuna üç konuda güven vermesi gerekir. Dil, el ve namus.
Dil ile güven vermenin şartı, kendisinden bahsederken komşusu bir anda odaya girse sözünü kesmesine gerek kalmamasıdır. Ya da komşusu söylediklerini duysa utanmamasıdır.
El ile güven vermenin şartı, komşusu cüzdanını evinde unutsa, sonra hatırlasa, hiçbir korkuya kapılmaması ve orası nasılsa benim de evimdir diyebilmesidir.
Namus konusunda güven vermenin şartı ise, kendisi yolculuktayken komşusunun onun evine gittiğini duysa içinin rahat etmesi ve şüphelenmemesidir.” [14]
İyilik yapana iyilik yapmak erdem değil, vazifedir. Asıl erdem kötülük yapana iyilik yapmaktır. Başkalarının kötülükleri iyilik yapmamanın mazereti olsaydı kimsenin iyi olmasına gerek kalmazdı.
Menkıbe
İmam-ı Azam (r.h.a) komşularından ayyaş bir gencin gece attığı naralar kesilince, sabahleyin gidip başına ne geldiğini araştırdı.
İçki yüzünden hapse atıldığını söylediler. Hapse gitti, yetkililere rica etti, kefil oldu ve sarhoş komşusunu hapisten kurtardı. Durumu öğrenen genç, İmam’ın yanına gelip ağladı ve içkiye tövbe etti.
Büyük İmam gence şefkatle baktı ve hüzünlü bir sesle: “Delikanlı; görüyorsun ya, seni gerçekten biz ziyan ettik!” dedi.
Bir insanı tanımak için komşusuna sormak gerekir. Bir insan kendisini tanımak istiyorsa, nasıl komşuluk yaptığına baksın. Komşuluk, imanın ve müslümanlığın aynasıdır. Komşuluk, insan fıtratının yansımasıdır. İnsanın ahlâk güzelliği, insanlara karşı muamelesinde belli olur. Kalbin güzelliği, dilin ve halin güzelliğinden anlaşılır.
Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: “Komşusu, yakını ve yol arkadaşı tarafından övülen kimsenin güzel hal ve ahlâk sahibi olduğundan şüphe etmeyin.”
Amr b. As (r.a) hazretleri şöyle demiştir: “Erdem, ziyarete gelenin ziyaretine gitmek değildir. Asıl erdem gelmeyene gitmektir. Eziyet edene şefkat göstermektir.”
Hasan Basri (rh.a) hazretleri de şöyle demiştir: “Güzel komşuluk sadece komşuya eziyet etmemek değildir. Güzel komşuluk aynı zamanda komşudan gelen eziyetlere katlanmaktır.”
Aynı mekânı paylaştığı insanların çektiği sıkıntıyı görüp hiç ilgilenmeyen bir insan, kalp katılığı ve merhamet yokluğu gibi en tehlikeli hastalıklara yakalanmış değil midir? Komşusunun eziyetini giderme yerine, eliyle ve diliyle ona eziyet veren kimse, iki cennetten mahrum demektir. Bu iki cennetin birincisi dünyadaki sevgi cenneti, diğeri de ahiretteki ebedi saadet cennetidir. Şu örnek, aslında her mümin için yeterli bir uyarıdır.
Menkıbe
Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor:
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e bir kadından bahsedildi. Onun geceleri çokça namaz kıldığı, gündüzleri oruç tuttuğu, fakat komşularını üzdüğü haber verildi. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem):
“Onda hayır yoktur; o ateştedir.” buyurdu.
Başka bir kadından daha bahsettiler. Onun da beş vakit namazın dışında pek namaz kılmadığı, sadece ramazan orucunu tuttuğu, altınlarından bir miktar sadaka verdiği, bundan başka bir ibadetinin olmadığını, fakat hiçbir komşusuna da eziyet vermediğini söylediler. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem):
“O cennettedir!” buyurdu. [15]
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kişinin komşusuna olan hürmet ve saygısı, annesine olan hürmet ve saygısı gibidir." [16]
İyilik yapmaya ve hizmet etmeye en yakın komşudan başlanır. Her müslümanda başkalarına ulaştıracağı bir hayır ve hizmet çeşidi muhakkak bulunur. Maddi imkânı olmayan kimse, sevgi ve selamı ile çoklarının gönlünü hoş edebilir. İnsanın komşusunun geçtiği yolları temiz tutması bile bir hayır çeşididir.
Her mümin çevresindeki varlıklar için emniyettir. İnsanlar ondan bir fayda gördükleri gibi, hayvanlar da onun şefkatinden nasiplenirler. Mümine düşman olanlar bile ondan ihanet beklemezler. En zor durumda bile onun adaletten ayrılmayacağını bilirler.
Mümin, içindeki sevgiyi, dengeyi ve temizliği dışındaki eşyaya yansıtmalıdır. Müminin evi, bahçesi, işyeri, geçtiği yollar, oturup kalktığı alanlar, gezip tozduğu meydanlar, bindiği vasıtalar kirli olamaz. Çünkü insan, bu mekânlarla iç içedir. Güzel insan, bütün kâinatla güzel geçinir, kimse ondan şikâyetçi olmaz.
Menkıbe
Bâyezîd Bistâmî (k.s) hazretlerinin Mecusi bir komşusu varmış, adamın süt emme çağında bir çocuğu varmış, çırası olmadığı için karanlık yüzünden bebek bütün gece ağlamış. Şeyh, bebek sussun diye her gece bir çıra alıp onun evine götürürmüş. Mecusi seferden dönünce, bebeğin annesi, şeyhin halini ona anlatmış, Mecusi,
— Şeyhin aydınlığı gelince, kendi karalığımızda dolaşmamız yazık olur, dedi ve hemen gidip Müslüman oldu.[17]
Üzerimizde en çok hakkı bulunan, bize en yakın olan komşumuzdur. Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:
Hazreti Aişe (r.anha) bir gün Peygamberimize: Ya Rasulallah (sallallâhü aleyhi ve sellem), iki komşum var. Birinin kapısı karşımda, öbürününki biraz uzakçadır. Bende olan bir şey ekseriya ikisine birden vermeme yetmiyor. Böyle bir halde hangisinin hakkı daha büyüktür, diye sormuş. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) de:
– Kapısı karşında olan komşunun, diye cevap vermiş.
İkramda bulunduğumuz gibi, zengin olsun fakir olsun komşularımızdan gelen hiçbir şeyi küçümseyip, hor görmemeliyiz. Özellikle ev hanımlarının komşularına daha çok zaman ayırabildiğini düşünürsek, kadınların daha dikkatli olmaları, birbirlerini incitecek söz ve davranışlardan kaçınmaları gerektiğini anlarız.
Hasta olduğumuzda komşudan gelen bir kâse çorbayı unutmuyoruz. Komşularımızın özel günlerimizi paylaşması sevincimizi bir kat daha artırıyor, zor günlerimizde teselli verici sözleri ayakta kalmamıza yardımcı oluyor. Öyle ya, onlar en yakın dostlarımız olarak ihtiyaç anında yanımızda aradığımız insanlar.
Onlarla ağlar, onlarla güler; üzüntülü anlarımızda birbirimizi teselli eder, zor günlerde yardımlaşırız. Bir ömür komşuyla geçer ve en sıcak dostlukların temeli komşular arasında atılır. Bu nedenle, komşuluğun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için “ev alma, komşu al” denmiş. Ya bugün?..
Dinimiz, toplum hayatının her safhasında olduğu gibi, komşuluk hak ve hukukunu da en ince ayrıntısına kadar açıklayıp, uyarılarda bulunuyor. Komşu hakkının ne kadar önemli olduğunu Peygamber Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) yalnızca şu hadisinden bile anlamak mümkün: “Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin.”
Menkıbe
Amr b. Dînâr anlatır; şehirde oturan bir adamın şehrin kenar mahallesinde bir kız kardeşi vardı. Kız kardeşi hastaydı, yanına ziyaretine gider gelirdi. Nihayet kadın vefat etti, onu kefenleyerek kabre defnetti ve şehirdeki evine döndü. Sonra yanındaki cüzdanının kaybolduğunu ve kabre düşürmüş olduğunu fark etti. Yakın bir dostunu alarak kabrin yanına gittiler ve kabri açtılar. Cüzdanın gerçekten kabirde olduğunu gördü ve onu aldı. Sonra adam arkadaşına dedi ki:
– Sen biraz öteye çekil kız kardeşimin ne durumda olduğuna bir bakayım!”
Kabrin üzerindeki lahitlerden bir kaçını kaldırınca, kabrin ateşler içinde yanmakta olduğunu gördü. Derhal eve dönerek annesine geldi ve kız kardeşinin ne gibi huyları olduğunu sordu. Annesi şunları anlattı:
– Kız kardeşin komşuların kapılarına gider kulak dayar ne söylediklerini dinler, sonra duyduklarını gider başkalarına anlatırdı!
Adam, kız kardeşinin kabirde başına gelenlerin dünyada iken yapmış olduğu bu söz taşıma huyundan kaynaklandığını anlamış oldu. Öyleyse, kim kabir azabından kurtulmak isterse mutlaka koğuculuk ve gıybetten sakınsın!
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)‘den komşu hakkının önemini öğrenen ashab da bu konuda çok dikkatli davranmıştı, hatta sahabeden birinin, evindeki fareler komşusuna kaçar endişesiyle evine kedi almaktan dahi vazgeçtiğini anlatıyor kaynaklar. Zarafete, inceliğe bakınız!
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i her haliyle örnek almada birbirleriyle yarışan Ashab-ı Kiram böylesine titiz davranırken, ya biz komşularımıza karşı nasıl davranıyoruz? Ne yazık ki, komşularımızla ilişkilerimizin İslam’ın bizden beklediği o muhteşem ölçülere pek uyduğu söylenemez.
Günümüzde kentleşmeyle birlikte apartmanlarda üst üste, yan yana oturan insanlar, birbirlerinden bir selamı bile esirgemekteler. Ayrıca, komşuluk hukukuna hiç yakışmayan yüzlerce olay artık kanıksanmış durumda. Kendi evini temizlerken komşunun evinin kirlenmesine aldırılmaması, sesi sonuna kadar açılmış müzik, üst katta bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle koşturan, zıplayan çocuklar… ve saymakla bitmeyecek yığınla örnek. Komşuluk bağlarının zayıflamasıyla birlikte, birbirimize göstermemiz gereken hassasiyetin de aynı oranda azaldığını görüyoruz.
Komşuluk hakkı, yalnız kötülük etmemeyi değil, aynı zamanda komşudan gelecek eziyete tahammül etmeyi de gerektirir. Tabii ‘komşum bana tahammül etmek zorunda’ düşüncesiyle bu prensibin istismar edilmemesi gerektiğini ayrıca belirtmeye gerek yok. Örneğin, hiç kimse bebeğini veya çocuğunu kasti olarak ağlatmaz. Muhakkak her anne baba onu sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordur. Başka bir örnek olarak geç saatte kulaklarımızı tırmalayan tamirat gürültüsünü ele alalım. Komşumuz başka bir fırsat bulamamış olabilir evinin onarılması için, ya da o saate kadar uzamış olabilir tadilat işlemleri. Böyle hallerde bize düşen sabır ve sükûttur. Rahatsızlığımızı en aza indirgemek için bulunduğumuz odayı değiştirebilir veya başka bir çözüm yolu deneyebiliriz. Kıyasu’n-nefs yapıp kendimizi o komşumuzun yerine koymak, bu durumu anlamamızı kolaylaştıracaktır. İhya’da eziyete tahammül etmenin de kâfi olmadığı, yumuşak davranmak, her türlü iyiliği yapmak gerektiğini yazar.
Menkıbe
Malik b. Dinar (r.h.a) bir zamanlar icarla bir ev tutmuştu, ev komşusu bir Yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin mihrabı (kıblesi, cephesi) Yahudi’nin evinden yana idi. Bu Yahudi evinin önüne helâ yapmış. Pisliğini buraya yapıyor, sonrada bunu Malik b. Dinar’ın evinin içine atarak cephesini pisletiyordu. Bir gün Yahudi, Malik b. Dinar’a (r.h.a) geldi ve:
— Sen bu helâdan rahatsız olmuyor musun?
— Evet, oluyorum, ama yıkıyor ve temizliyorum.
— Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun? Bu gayzı ve kini kimin için yutuyorsun?
— Hak Teâlâ’nın rızası için. Zira şöyle ferman buyurmuş. “Ve öfkelerini yutup insanları affederler”[18]
— Ne iyi bir din ki, Allah’ın dostu Allah’ın düşmanının verdiği eziyete böylece katlanmakta, asla feryat basmamakta, bu biçimde sabredip kimseye söylememekte! Yahudi bunları söyledi ve derhal Müslüman oldu.[19]
İbn Abbas (r.a) demiştir ki: "Üç ahlâk vardır ki, bunlar Câhiliye döneminde de güzel görülen ahlâklardandı. Bunların müslümanda bulunması daha da güzeldir:
1. Onlardan birine bir misafir gelse, ellerinden gelen ikramı sunarlardı.
2. Hanımları yaşlandığında onları boşamaz, kaybedecekleri endişesiyle onlara bakarlardı.
3.Komşularından biri borçlandığında veya şiddetli bir sıkıntıya maruz kaldığında, borcunu ödemek ve onu bu sıkıntıdan kurtarmak için var güçleriyle çalışırlardı. [20]
Enes b. Mâlik'in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü komşu komşusunun yakasına yapışır ve Rabb'ine şöyle der:
- Ey Rabbiml Bu kardeşime bol nzık verdin, dünyasını geniş tuttun; beni ise fakir kıldın. Ben aç olarak gecelerken, o tok olarak yattı. Kapısını bana neden açmadığını, senin ona verdiğin rızıktan, genişlikten beni neden mahrum bıraktığını ona sor." [21]
Ebû Zer Gıfârî (r.a) demiştir ki:
"Dostum Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) bana şu üç şeyi vasiyet (tavsiye etmişti): "(Size amir olan kişi) burnu kesik bir köle olsa dahi, onu dinle ve itaat et Çorba pişirdiğin zaman suyunu biraz fazla koy, sonra komşularının durumuna bak ve pişirdiğinden onlara da ver! Namazını vaktinde kıl." [22]
İnsanın evinde pişirdiği bir şeyden komşuya bir şey ikram etmesi sünnet ve güzel bir âdettir. Komşunun hiç bir şeyi bulunmaması halinde ise bu bir fariza olur.
Bu hadîs-i şerîfte yemeklerin en sadesi olan çorbadan bahsedilmesi mecâzîdir. Hiçbir şeyin olmasa da sadece çorban bulunsa bile, komşularına ondan da bir pay ayır, denmek istenmiştir. İmkânın ne kadar kıt olursa olsun, komşularını şöyle bir gözden geçir ve o çorbaya ihtiyacı olanlara gönder, anlamınadır. Varlıklı kimseler, evlerinde sık sık yendiği hâlde fakirlerin tadamayacağı güzel yiyecekleri onlara ikram etmekle, Allah’ın lütfettiği zenginliğe en güzel şekilde şükretmiş olurlar.
Çorbaya su katma ifadesinde ince bir mana daha vardır. Çorbaya su katıldığı zaman, yemeğin tadı ve nefâseti büyük ölçüde kaybolur. Efendimiz bu sözüyle, etrafındaki yoksulların karnı açken senin ağız tadı, damak zevki araman uygun olmaz. Sen zevk peşinde koşacak adam değilsin. Sen müminsin. Açları, yoksulları sen gözeteceksin, komşun açken tok yatamazsın demektir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz “Komşusu açken tok yatan kimse mümin değildir” [23] buyurmuştur.
Pişirilen yemek ne kadar basit ve sade olursa olsun, pişerken etrafa yaydığı koku, aç insanlar üzerinde en nefis yemek tesiri bırakır. Hele çocukların o yemeğe duydukları özlemi dile getirmeleri, yoksul anne babayı derin kederlere boğar. Böyle bir durumda kapılarının çalınıp o yemeğin kendilerine ikram edilmesi, fakir komşuyu minnettar bırakır. Varlıklı komşularına karşı gönüllerinde derin bir sevgi ve muhabbet meydana gelir. Bir tabak yemek onları birbirine sevgiyle bağlar.[24]
Denilmiştir ki: ‘’Kişi öldüğünde, üç komşusu ondan razı ise, o kimsenin günahları bağışlanır.’’
Rivayet edildiğine göre, adamın biri Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem) gelip komşusu hakkında şikâyette bulundu. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ona şöyle cevap verdi:
"Ona eziyet etmekten sakın. Onun eziyetlerine de sabret. (Komşu haklarına riayet hususunda) korkutucu olarak ölüm yeter!" [25]
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin! Alıp verdikleri şey bir koyun paçası bile olsa!” [26]
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) özellikle mümin hanımların komşularıyla hediyeleşmesini istemekte, hediye edilecek şeyin değerli veya değersiz olmasının hiçbir önemi bulunmadığını hatırlatmakta, pişirdikleri yemek son derece sade olsa bile “canım bundan da hediye mi olurmuş!” diye düşünmeden komşuya göndermelerini tavsiye etmektedir. Cömertlik elde olandan yapılır, anlamında “el-Cûd mine’l-mevcûd” diye güzel bir söz vardır. Hediyenin mutlaka değerli ve pahalı şeylerden olması gerekmez. “Çam sakızı, çoban armağanı” atasözümüz bu manayı ne iyi ifade eder.
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in müslüman hanımlara olan bu tavsiyesi, hem hediye vereni hem de alanı ilgilendirmektedir. Kendisine hediye gönderilen kimsenin, hediyeyi küçük görmemesi istenmektedir.
Dünyada hatırlanmak kadar güzel şey yoktur. İnsanın yaşadığı muhitte binlerce insan, yüzlerce komşu varken, bunlardan birinin bizi gönlünden geçirmesi, ailesi için yaptığı yemekten bizim de tatmamızı istemesi ne güzel bir davranış ve vefa örneğidir. Gönderilen şeyi olduğu gibi, gönderilen miktarı da küçümsememek lâzımdır. “Az veren candan, çok veren maldan” diye boşuna söylenmemiştir.
Mâdemki hediye Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi hediye veren kimseye duyulan kin, haset, dargınlık gibi olumsuz duyguları yok edebiliyor, öyleyse komşuların birbirine hediye verip alması gereklidir. Özellikle önemsiz sebeplerden dolayı sık sık birbirine gücenen kapı komşuların bu tavsiyeyi her zaman uygulaması lâzımdır.[27]
Ne Yapmalı?
İmam Gazali (rh.a) hazretleri, Mükâşefetü’l-Kulûb isimli eserinde komşularımıza karşı nasıl davranacağımız konusunda şunları yazmıştır:
• Karşılaşınca selam vermek
• Fazla lafa tutmamak
• Fazla soru sormamak.
• Hastalandığında ziyaret etmek
• Sıkıntılı halinde teselli etmek, destek olmak
• Sevinçli halinde tebrik etmek, sevincine ortak olmak
• Kusurlarını görmezden gelmek
• Sırlarını öğrenmek için evini gözlememek.
• Duvarına (kapısının önüne, evinin etrafına) bir şeyler koyarak sıkıntı vermemek.
• Yoluna çöp ve su dökmemek.
• Bahçesine toprak atmamak
• Evinin yolunu daraltmamak
• Evine ne götürdüğünü gözlememek
• Ayıplarını örtmek
• Bir sıkıntıya uğradığında elinden tutmak
• Yokluğunda evine göz kulak olmak
• Aleyhinde söylenen sözlere itibar etmemek
• Gözünü komşunun mahreminden sakınmak
• Komşu çocuklarıyla konuşurken şefkatli olmak
• Bilmediği dinî ve dünyevî konularda komşusuna tavsiyede bulunmak[28]
Sonuç olarak, komşuluk hak ve hukukuna çok ciddi riayet etmemiz gerekir. Bu konuda göstereceğimiz titizlik, hem kendi huzurumuzu, hem de içinde yaşadığımız toplumun huzurunu artıracaktır.
Bu yüzden hepimiz çok gayret etmeli, örnek komşuluğu gerçekleştirmek için çalışmalıyız. Musalla taşına konduğumuzda, arkamızda “Allah razı olsun! İyi komşuydu.” diyen komşular bırakamadıysak neye yarar? [29]
Allah Teâlâ, sadatın himmet ve bereketiyle bizleri en güzel şekliyle komşu hakkına riayet etmeyi, onlarla güzel geçinmeyi, nefsimize tercih etmeyi, komşularımızın hidayetine, hayrına, güzelliğine vesile olmayı bizlere nasip etsin inşallah. Âmin.
[1] Nisâ, 36
[2] Buharî, Müslim
[3] Semerkand Dergisi, İyi Komşuluk, M. Emin Gül
[4] Semerkand Dergisi, Komşu Kapısı, Mükerrem Mete, Temmuz 2011
[5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 4/58.
[6] Ebu Davud, Tirmizî
[7] Tirmizî, nr. 1943; Ebû Davud, nr. 5152.
[8] Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 5/207; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 2628; Heysemî,Mecmau'z-Zevâid, 8/164.
[9] Tenbihü’l-Gâfilin, Ebu Leys Semerkandî, Semerkand Yay. s. 231
[10] Münzirî
[11] Taberanî
[12] Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İmam-ı Nevevî, Erkam Yay
[13] Buharî
[14] Semerkand Dergisi, Komşu Kapısı, Mükerrem Mete, Temmuz 2011
[15] Hakim, Ahmed
[16] Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 24896; Ibn Ebü'd-Dünyâ, Mekârımü'l-Ahlâk, nr. 323.
[17] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, 208.
[18] Âl-i İmran, 3/134.
[19] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, 89.
[20] Tenbihü’l-Gâfilin, Ebu Leys Semerkandî, Semerkand Yay. s. 233
[21] Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 990; Ibn Arrâk, Tenzîhü'ş-Şeria, 2/144; Kıvâmüssünne et-Teymî
[22] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/161, 171; Kıvâmüssünne et-Teymî, et-Tergib vet-Terhîb, nr. 842.
[23] Heysemî, Mecme`u’z-zevâid, VIII, 167
[24] Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İmam-ı Nevevî, Erkam Yay
[25] Münâvî, Feyzü'l-Kadfr, 5/8.
[26] Buhârî, Hibe 1, Edeb 30; Müslim, Zekât 90. Ayrıca bk. Tirmizî, Velâ’ 6
[27] Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İmam-ı Nevevî, Erkam Yay.
[28] Semerkand Dergisi, Komşu Kapısı, Mükerrem Mete, Temmuz 2011
[29] Semerkand Dergisi, Komşuluk Sorumluluğu, Fatıma Nur Kaynak
Facebookta Paylaş

Paylaş