O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"Güzel Ahlâk Nedir?"
Ahlâk, "huy, seciye, mizaç" anlamında kullanılan bir kavramdır. Ahlâk, insanın kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak kalması, Allah'ın hakkını ve kulların haklarını yerine getirmesidir. Güzel ahlâk, nefse hâkim olup küfür, yalan, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riya, cimrilik, kıskançlık suizan gibi kötü duygu ve davranışlardan sakınmaktır.[1]
Güzel ahlâk, âlemlere rahmet Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ahlâkının yaşanmasıdır. Güzel ahlâk, iç âlemin aynası, ruhun dışa yansımasıdır. Güzel ahlâk, Al­lah dostlarının şanı, şiarı ve alametidir. İnsanın ahlâkı, dini demektir. Davranışlar, kişinin aklını, imanını, ilmini, irfanını ve seciyesini gösterir. İnsanın değeri, edebiyle ölçülür. Rahmet Peygamberi (s.a.v), “Ben gü­zel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur.[2]
Dinimiz baştan sona güzel ahlâktan ibarettir. Güzel ahlâk, Kur'an ile sünnetin yol göstericiliğinde ilâhî edep ve ölçülere yani helâl ve harama dikkat ederek Rabbimiz'e dost olmaktır. Kısaca takvâ ehlinden olmaktır. Güzel ahlâk, yüce Allah'ın kuluna en büyük hediyesidir. Dünyada emniyet, âhirette kurtuluş sebebidir. Bütün şeref ve huzur ondadır.[3]
Yüce dinimiz, güzel ahlâk sahibi olmak için gerekli olan her şeyi emir ve tavsiye etmiş, kötü olan her hareketi de yasaklamıştır. Toplum içinde huzur, sükûn ve güvenin olabilmesi için, fertlerin ahlâk sahibi olmaları ve birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri lâzımdır. Toplum içinde bulunan her insan, haksızlık etmekten, başkalarına zarar vermekten sakınmalıdır. Güzel ahlâklı müslümanlar, Allah ve Resûlü katında sevimli oldukları gibi, insanlar nazarında da sevgi ve saygı görürler.
İslâm dini, fert veya cemiyet olarak verdiğimiz sözleri, bağlandığımız taahhütleri yerine getirmeyi, bütün işlerimizde dürüst olmayı, adalet ve insaftan, doğruluktan ayrılmamayı, yalan söylemekten çekinmeyi, herkesle iyi geçinmeyi, gösterişten sakınmayı, her işte iyi niyetli olmayı, içimizi, dışımızı temizlemeyi, başkalarının iyiliğini istemeyi emreder. İffetli, sabırlı, sebatlı, cesaretli, mütevazı olmayı, kötü ahlâk ve davranışlardan son derece kaçınmayı tavsiye eder. Dünyada işlediğimiz büyük küçük, hayır şer, bütün amellerimizin âhirette hesabını vereceğimizi, hayrın ebedî saadete erdireceğini, şerrin ise hüsrana götüreceğini, işlenen en küçük hayrın da şerrin de karşılığının görüleceğini hatırlatır.[4]
İslam Güzel Ahlak Dinidir
İslâm'ın nihaî gayesi, insanları güzel ahlâk sahibi yaparak dünyada ve ahirette mutlu kılmaktır. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a.v)gönderiliş gayesini, ahlâkî güzellikleri tamamlamak olarak belirtmiştir.
Güzel ahlâk, aynı zamanda, kişideki imanın olgunluğunun da göstergesi durumundadır. "İman açısından en olgun mümin, güzel ahlâk sahibi olan ve ailesine iyi davranandır"[5] hadisi bu hususu dile getirmektedir. Görüldüğü gibi iman ile ahlâk arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Güzel ahlâk, kemal seviyesindeki olgun bir imanın göstergesi durumundayken, kötü ahlâk da imandaki eksikliğe işaret eder. İslâm, insanların sadece iman etmelerini değil, bununla birlikte güzel davranışlarda bulunmalarını da ister.
Bu hususun anlaşılmasına yönelik olarak şu rivayet önemlidir: Hz. Peygamber (s.a.v) arka arkaya üç defa yemin ederek, "Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz" buyurur. Orada bulunanlar tarafından, "Ey Allah'ın Peygamberi, bu iman etmiş olmayan kimdir" diye sorulur. Hz. Peygamber (s.a.v), "Kim olacak; şu komşusu kendisinin haksızlığından, kötülüğünden güven içinde olmayan kimse" diye cevap verir.[6][7]
Kıssa: Sabır ve Güzel Ahlâkın Neticesi
Mâlik b. Dînâr'ın yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, kötülük olsun diye, Mâlik hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Mâlik b. Dînâr, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu şeyler yakardı. Yahudi, Mâlik b. Dînâr'ın rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikâyete gelmemesine hayret ediyordu. Mâlik b. Dînâr'ın yerine kendisinin sabrı taştı. Mâlik b. Dînâr'ın evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:
- Ey Mâlik! Bu koku ne böyle? Mâlik,
- Burada kokulu şeyler yakıyorum, diye cevap verince, yahudi şöyle dedi:
- Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun? Bunun üzerine Mâlik şöyle buyurdu:
- Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur. Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:
- Ben bugüne kadar İslâm dinine düşman idim. Şimdi İslâmiyet'e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Mâlik, müslüman olmam için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım. Yahudi, kelime-i şehadet getirdi ve iyi bir müslüman oldu.[8][9]
Güzel Ahlâkta Örnek Hz. Peygamber'dir (s.a.v)
İslâm ahlâkının şekillenmesinde Kur'an'ın yanında âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in sünneti de bir hayli önemlidir. Zaten Kur'an'da onun yüce bir ahlâk üzere olduğu,[10] onda tâbi olunacak güzel bir örneğin, modelin[11] bulunduğu ifade buyrulmaktadır. Onun yaşayışı, Kur'ân-ı Kerîm'in sanki canlı bir tablosu idi. Hz. Âişe validemize, Hz. Peygamber'in ahlâkı sorulduğunda, "Siz Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur'an idi"[12] diye cevap vermiştir.
Bu söz ile Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) Kur'ân-ı Kerîm'in ahlâkı ile ahlâklandığını, onun emrettiklerini yerine getirdiğini ve yasakladıklarından da kaçındığını ifade etmek istıyordu. Böylece onun Kur'ân-ı Kerim'e dayalı davranışları, kendisinden hiç ayrılmayan bir karakter ve huy haline gelmişti. İşte bu, ahlâkların en yücesi, en şereflisi ve mükemmel olanıdır.
Yüce bir ahlâk üzere gönderilen Resûlullah (s.a.v), güzel ahlâkın, iyinin, iyiliğin modeliydi, temsilcisiydi. Nitekim örnek olarak sunduğu hayat tarzı, onun sünnetini oluşturuyordu. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahipti. O, örnek davranışlarıyla kendi evlâtlarını kuma gömecek derecede vahşileşen bir toplumu, insanı saygın bir varlık kabul eden medenî bir toplum konumuna getirmiş, zulüm ve ahlâksızlıklarla dolu bir toplumdan tarihe damgasını vuran gıpta edilecek nesiller yetiştirmişti. Ondan sonraki dönem ve nesillerde de Resûlullah'ın söz ve uygulamaları etkin olmuştur. Onun sözleri, insanların birbirlerine karşı iyi davranmaları ve birbirleriyle iyi ilişkiler içerisinde olmaları konusunda yerine göre birer emir mahiyetinde, yerine göre de tavsiye niteliğinde olup, müslümanlara belli bir görev ve sorumluluk bilinci yüklemiştir. Onun ahlâkı, hakkı arayan ya da İslâm'ı gerçek biçimde yaşamak isteyen insanlara en kıymetli bir rehber durumundadır.
O rahmet peygamberiydi. Bu yüzden Uhud günü yanağı yarılıp dişi kırıldığında kendisinden beddua etmesi istenmiş, o şu karşılığı vermişti: "Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak davetçi ve âlemlere rahmet olarak gönderildim."[13]
Ashâb-ı kirâm, Hz. Peygamber'i (s.a.v) kendilerine örnek alıp her konuda onun sünnetine uydukları için, kısa zamanda kemale ermişlerdir.[14]
Allah Rasûlü’nün Güzel Ahlak Tavsiyeleri
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) güzel ahlâka ait sayısız emir ve tavsiyeleri, İslâmiyet'te ahlâka verilen önemin büyüklüğünü gösterir.
Muâz b. Cebel'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yemen'e vali olarak giderken ayağımı üzengiye koyduğum sırada Hz. Peygamber'in (s.a.v) bana son öğüdü, ‘Ey Muâz! İnsanlara karşı iyi ahlâklı ol! olmuştur."[15]
Hz. Peygamber (s.a.v), "Allahım! Sûretimi güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir"[16] diye çokça dua edermiş.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) muhtelif hadis-i şeriflerde buyurmuştur ki:
“Şüphesiz ki sizin en hayırlı olanınız ahlâkı en güzel olanınızdır.”[17]
“Müminlerin iman bakımından en üstün olanı, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.”[18]
“Bir mümin güzel ahlâkıyla nâfile oruç tutan, geceyi ibadetle geçiren kimselerin derecesine ulaşır.”[19][20]
"Sirke balı bozduğu gibi, kötü ahlâkda ameli bozar. Güneşin donmuş suyu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Diğer rivayette: Su, buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir, yok eder."[21]
"Kul ibâdeti az olduğu halde, güzel ahlakıyla ahiretin en yüksek derecelerine şerefli mevkilerine ulaşır. Ahlâkı kötü olanlar da Cehennemin en alt tabakasına varırlar."[22]
"Kıyamet gününde bana en sevgili ve en yakın olanınız, ahlâk yönünden en güzel olanınızdır."[23], [24]
Fudayl (rh.a) şöyle nakleder: “Resülullah (s.a.v)’e dediler ki:
- Falanca kadın gündüzleri oruç tutuyor ve geceleri namaz kılıyor. Ancak kötü ahlaklı biridir; diliyle komşularına eza veriyor! Resülullah (s.a.v) buyurdular ki:
- Onda bir hayır yoktur, o cehennemlikler arasındadır!”[25]
Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah Teala iman’ı yaratınca iman dedi ki:
- Allahım beni kuvvetlendir! Cenab-ı Hak (c.c) onu güzel ahlak ile kuvvetlendirdi. Allah Teala küfrü yaratınca küfür dedi ki:
- Allahım beni kuvvetlendir!
Cenab-ı Hak (c.c) da onu cimrilik ve kötü ahlak ile güçlendirdi.”[26]
Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle rivayet eder: “Rasülullah (s.a.v) şu duayı çok sık yapardı: ‘Allahım! Senden sıhhat, afiyet ve güzel ahlak diliyorum!”[27]
Rasülullah (s.a.v) namaza başlarken şu duayı yapardı: “Allahım beni en güzel ahlaka yönelt! Zira, senden başkası en güzel ahlaka yöneltemez! Beni kötü ahlaktan uzaklaştır; zira senden başkası beni kötü ahlaktan uzaklaştıramaz!”[28], [29]
Allah Dostlarının Sözleri
İbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Her binanın bir temeli vardır; İslâm binasının temeli de güzel ahlâktır."[30]
Denilmiştir ki: Sendeki kötü ahlâkın bir alâmeti, gözünün sürekli başkasının kötü ahlâkına takılmasıdır.[31]
Büyük ârif imam Gazâlî (k.s), güzel ve kötü ahlâkın kalbe yaptığı etkiyi şöyle dile getirir: "Kalp, parlak bir ayna gibidir. Fena ahlâk ise aynanın parlaklığını gideren leke ve is gibidir. Kötü ahlâk kalbi karartır. Kalp bu zulmet sebebiyle Allah Teâlâ'nın gösterdiği yolu göremez. Önüne perdeler, engeller çıkar. Güzel ahlâk ise kalbe ulaşan nur (ışık) gibidir; bu nur kalbi masiyet (günah) lekelerinden ve karartılarından temizler."
Ebû Muhammed Râzî de (k.s) güzel ahlakı şöyle tanımlar: "Güzel ahlâk, Allah Teâlâ'nın sana ihsan ettiklerini büyük görmen, senin O'nun rızâsı için yaptıklarını ise çok az bulmandır."[32], [33]
Hasan-ı Basrî'ye güzel ahlâkın ne olduğu sorulduğunda şöyle demiştir: "Güzel ahlâk, güler yüz, tatlı söz, herkese iyilik yapmak ve kimseye kötülük etmemektir."[34]
Hz. Ali'ye (r.a.) güzel ahlâkın ne olduğu sorulduğunda o da şu cevabı vermiştir: "Günahlar dışında her şeyde insanlarla uyumlu olmaktır."[35]
Hâris el-Muhâsibî (k.s), "Eziyetlere katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır" demiştir.[36]
Ebû Bekir el-Vâsitî ise (k.s) şöyle demiştir: "İyi ahlâk, mârifetin kuvveti sebebiyle, kimseye düşman olmaman ve hiçbir kimsenin de sana düşman olmamasıdır."[37] Vâsitî başka bir sözünde de şöyle demiştir: "Güzel ahlâk, darlıkta ve genişlikte halkı memnun etmektir."[38]
Adî b. Müsâfir de (k.s) iyi ahlâkı anlatırken diyor ki: "İyi ahlâk, (günah olmadığı müddetçe) herkese sevdiği şeye göre muamele etmektir. Konuşurken, otururken hiç kimseye yabancılık çektirmemektir. Mârifet ehli ile otururken, huzur içinde bulunmaktır. Gaye bu zatlardan istifade ise bundan başka yolu yoktur."[39]
Sehl b. Abdullah et-Tüsteri (k.s), güzel ahlâkı anlatırken şöyle demiştir: "Güzel ahlâkın en aşağı derecesi, insanların yükünü çekmek, sıkıntılarına katlanmak, bundan dolayı bir karşılık beklememek, bir de günahkârlara acıyıp affedilmelerini dilemektir."[40]
Fudayl b. İyâz'ın tanımı ise şöyledir: "Güzel ahlâk, rızkı Allah Teâlâ'nın vereceğinden endişe etmemek, Allah Teâlâ'ya itaat etmek, O'na isyan etmemek ve insanlarla muamelede günah olan işlerden sakınmaktır."
Güzel Ahlak Örnekleri
Bir adam Ahnef b. Kays'a kötü sözler söyledi. Peşine takılarak söylemeye devam etti. Mahallesine yaklaşınca Ahnef durdu, ona döndü ve, "Ey genç, eğer başka söyleyeceğin bir şey kaldıysa onu da burada söyle ki, mahallenin toy gençleri senin bana kötü söylediğini işitip de sana eziyet etmesinler" dedi.
Rivayet edildiğine göre müminlerin emîri Hz. Ali (r.a) hizmetçisini çağırdı; hizmetçi cevap vermedi. Hz. Ali ikinci ve üçüncü defa çağırdı; hizmetçi yine ses vermedi. Hz Ali kalkıp yanına gitti; bir de baktı ki hizmetçi uzanmış yatıyor. Kendisine, "Ey genç, benim sesimi duymadın mı?" diye sordu. Hizmetçi, "Duydum" dedi. Hz. Ali, "O halde niçin cevap vermedin?" diye sordu; hizmetçi, "Senin bana bir ceza vermeyeceğinden emin olduğum için ağırdan davrandım" dedi. O zaman Hz. Ali, "Git, sen Allah Teâlâ'nın rızâsı için hürsün" dedi.
Bir defasında hırsızlar zorla Ebû Abdurrahman-ı Sülemî'nin evine girmişler ve buldukları şeyleri alıp götürmüşlerdi. Arkadaşlarımızdan biri, Şeyh Ebû Abdurrahman'nın şöyle dediğini söyledi: "Çarşıdan geçiyordum, evimden çalınan cübbemin açık artırma ile satıldığını gördüm, hiç ilgilenmeyip çekip gittim."
Şöyle anlatılır: Ebû Osman, öğle vaktinde bir sokaktan geçiyordu. Yandaki evden üzerine sıcak kül atıldı. Yanındakilerin morali bozuldu, külü atan kimseye ileri geri laf etmeye başladılar. Bunun üzerine Ebû Osman, "Ona bir şey söylemeyin; üzerine ateş dökülmeyi hak etmiş birinin üzerine kül dökülmeye razı olundu ise, onun kızması câiz değildir" dedi.[41]
Tasavvufun Gayesi Güzel Ahlakı Kazanmaktır
Güzel ahlakın tek yolu Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.v) samimiyetle tabi olmaktır. Allah Teâlâ kendisini sevenlere ve sevmek isteyenlere, bu sevginin gerçek olması ve karşılık bulması için tek bir yol göstermiştir. Bu yol: "Resulüm de ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, hemen bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin."[42] âyetinin tarif ettiği Muhammedî yoldur.
Tasavvufun gayesi, Hz. Peygamberin (s.a.v) uyguladığı terbiye usullerine sadık kalarak bir mümini eğitmektir. Efendimiz'in (s.a.v) sünnetine uymayan kimse, nefsiyle bin sene mücahede ve mücadele etse bile terbiye olamaz, bir başkasını eğitemez.
Arifibillah Şihâbüddin Sühreverdî (k.s) bu âyetin, kulluğun temelini ve hedefini ortaya koyduğuna dikkat çektikten sonra der ki: "Sufiler, diğer müslümanlar arasında, Resulullah'a uyma konusunda en başarılı olanlardır. Çünkü onlar, Hz. Peygamber'in (s.a.v) sözlerine tam manasıyla uyarlar. Peygamberin emrettiklerini yerine getirip, yasakladığı şeylerden şiddetle sakınırlar.
Sufiler, bu hususta Allah Teâlâ'nın, "Rasulüm size neyi verdi (ve emretti) ise onu alıp yapın, neden nehyetti ise ondan da sakının!'[43] emrine canla başla uymuşlardır.
Sûfiler, bütün amel ve ibadetlerinde, farz, vacip ve nafilelerde büyük bir ciddiyetle Hz. Resulullah'a (s.a.v) tabi olmuşlardır. Efendimiz'in (s.a.v) söz ve davranışlarında kendisine uymanın bereketiyle onun ilim, haya, af, müsamaha, şefkat, merhamet, güzel geçim, nasihat, tevazu gibi ahlaklarıyla süslenmişlerdir.
Ayrıca Efendimiz'in (s.a.v) haşyet, sekînet, heybet, tazim, rıza, sabır, zühd, tevekkül gibi hallerinden de nasiplerini alıp, Allah Resulüne (s.a.v) her yönden tam itaat etmişlerdir.
Tasavvuf güzel ahlâktan ibarettir. Kim güzel ahlâkta önde ise o, sûfîlikte de öndedir. Hadiste belirtildiği gibi, ahirette mîzana konacak en ağır, en faydalı amel, iman ve na­mazdan sonra güzel ahlâktır. Güzel ahlâk, insanın kaybol­mayan şerefi ve hiç solmayan süsüdür. Güzel ahlâk, cenneti dünyada yaşamaktır. Ona ulaşmak için ne yapılsa değer.[44]
Büyük ârif Ebû Bekir el-Kettânî (k.s), "Tasavvuf, güzel ahlâktan ibarettir" diyor ve ekliyor: "Kimin ahlâkı senden güzelse o, tasavvuf yolunda senden ileridedir."[45][46]
Güzel ahlak insanda, ancak nefsin mânevî kirlerden temizlenmesinden sonra oluşur. Buna nefsin tezkiye edilmesi denir. Nefsin tezkiyesi, şeriatın edep ve ahkamına uymakla gerçekleşir. Bunun en kolay ve en faydalı yolu, salih insanlarla dost olmaktır. Salih insan, bütün güzel ahlakları vücudunun bir parçası hâline getirmiştir. Nefsini terbiye etmiştir. Bunların içinde kâmil mürşidler bu terbiye ve temizliği başka insanlara kazandırmakla görevlidir. Bunun için ilahi izin ve destek sahibidir. Onların terbiye halkasına girenler onlardaki bu güzel ahlaktan kolayca nasiplenirler.[47]
Sûfilerin Ahlâkı
1-Tevâzu.
Kul, tevâzu elbisesinden daha güzel bir elbise giymemiştir. Tevâzu ve hikmet hazinesine sahip olan bir kimse, herkes onu nasıl görüyor ve değerlendiriyorsa nefsini o halde tutar. Herkesi de, o kimse kendisini nasıl kabul ediyorsa, öyle değerlendirir.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, yüksek tevâzusunun bir eseri olarak; hür olsun köle olsun, herkesin dâvetine icâbet ederdi. Bir yudum süt veya bir tavşan bacağı da olsa, hediyeyi kabul eder, onları yer, içer ve karşılık verirdi. Bir câriye veya miskinin dâvetine icâbetten çekinmezdi.
Allah Resûlü (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Tevâzunun başı, karşılaştığın kimseye ilk önce senin selam vermen; selam verene karşılıkta bulunman, meclisin gerisinde oturmaya râzı olman, methedilmeyi, nefsini temize çıkarmayı ve iyiliklerinin anılmasını sevmemendir.”[48]
Fuzayl b. İyaz’a “Tevâzunun ne olduğu?” sorulunca: “Hakk’a boyun eğip teslim olmak, kim dese, kimden işitse, hakkı kabul etmektir.” demiştir.
2-İnsanlarla İyi Geçinmek Ve Halkın Eziyetine Tahammül Etmek.
Âile efrâd, komşu, arkadaş ve diğer insanların her birisiyle güzel geçinmek, sûfilerin başta gelen ahlâklarındandır. İnsanların eziyetine tahammülle, nefsin cevheri ortaya çıkar.
Resûlullah (s.a.v), hiçbir yiyeceği kötülemez, hiçbir hizmetçiyi de azarlamazdı. Enes b. Mâlik (r.a) bu konuda şunları rivâyet etmiştir: “Resûlullah (a.s) Efendimize on sene hizmet ettim. Bu süre içinde bana hiçbir zaman: ‘öf!’ bile demedi. Yaptığım bir şey için: ‘Niçin böyle yaptın?’ veya, terkettiğim bir şey için : ‘Onu niçin terkettin?’ diye bana çıkışmadı. Resûlullah (a.s), insanların en güzel ahlâklısı idi.”[49]
Ebû Zur’a Tahir’den bize, Abdullah b. Ömer yoluyla gelen bir hadis-i şerifte, Rasûlullah (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların içinde yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden bir mü’min, onlara karışmayan ve eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır.”[50]
3-Îsâr (Başkalarını Kendine Tercih Etmek).
Sûfileri isara sevkeden sebep, tabiatlarındaki halka karşı son derece acıma duygusu ve şefkatle, dindeki yakinlerinin kuvvetli oluşudur. Onlar, ellerinde olanı, karşılık beklemeden kardeşlerine infak ederler; olmayana da sabrederler.
Ebû Yezid el-Bistâmî (k.s.) demiştir ki: “Belh’li bir gencin bana üstün geldiği gibi, hiç kimse beni mağlûb ve mahcûb etmemiştir. Bu genç, hac için Mekke’ye gelmişti. Yanımıza uğradı ve bana:
“Ya Ebâ Yezid! Size göre zühd nedir?” diye sordu. Ben de:
“Bulunca yeriz, bulamayınca sabrederiz!” dedim. O zaman genç:
“Bizim Belh’in köpekleri de böyle yaparlar; bunun ne kıymeti var!” dedi. Ben:
“Peki size göre zühd nedir?” diye sorunca, genç:
“Biz, bulamayınca şükreder; elimize geçince, başkalarına veririz!” dedi.”
Zünnûn el-Mısrî demiştir ki: “Gönlü ilâhî nurla açılmış zâhidin alâmeti üçtür:
1-Elinde biriken malı dağıtır.
2-Olmayanın peşine düşmez.
3-Yiyeceğini başkalarına ikrâm eder.”
Abdullah b. Abbas (r.a), anlatıyor; Resûlullah (a.s), Ben-î Nadr ganimetlerini elde edince, Ensar’a: “Sizler kendi isteğinizle Muhâcir kardeşlerinizle mallarınızı ve evlerinizi bölüştünüz. Bu ganimette de onlara ortak oldunuz. Eğer isterseniz; mal ve evleriniz size kalsın, bu ganimetten size bir şey vermiyelim (hepsini Muhâcirlere dağıtalım)!” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr: “Hayır, biz mallarımızı ve evlerimizi onlarla bölüştük (bu devam etsin). Ayrıca bizler, bu ganimetteki payımızdan vazgeçerek hepsini onlara veriyoruz.” dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendilerine tercih ederler.”[51] âyet-i kerimesini indirdi.”[52]
4-Af Ve Müsâmaha.
Sûfilerin güzel ahlâklarından birisi de, kardeşinin kusurlarını affetmek ve kendisine karşı yapılan kötülüklere iyilikle mukâbele etmektir.
Süfyan es-Sevrî demiştir ki: “İhsân; sana kötülük edene iyilik etmendir. Çünkü iyilik yapana iyilik yapmak; ‘al şunu, ver onu!’ der gibi, çarşıda yapılan ticârete benzer.”
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Cennette yüksekçe köşkler gördüm ve Cebrail’e: “Bunlar kimler için Ya Cebrail!” diye sordum: “Öfkesini tutan ve insanların kusurlarını müsâmaha ile karşılayıp affedenler içindir.” dedi.”[53]
Ebû Hureyre’nin (r.a) rivâyetine göre; Hz. Ebû Bekir (r.a), Resûlullah (a.s) ile bir mecliste oturuyorken içeri bir adam geldi ve Hz. Ebû Bekir’e (r.a) ileri geri, çirkin sözlerle konuşmaya başladı. Ebû Bekir, susuyor, Hz. Resûlullah da (s.a.v) tebessüm ediyordu. Sonra, Hz. Ebû Bekir (r.a), adamın söylediklerinin bir kısmına karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah (a.s) gazaba gelerek kalkıp gitti. Hz. Ebû Bekir (r.a), arkasından yetişip:
“Ya Rasûlullah! O bana kötü kötü konuşurken siz tebessüm ediyordunuz. Sonra ben, bazı sözlerine karşılık verdim, hemen kızıp kalktınız, niçin?” diye sordu. Resûlullah (a.s) da:
“Sen susarken, senin yanında bir melek, senin adına ona karşılık veriyordu; fakat sen konuşmaya başlayınca, şeytan gelip işe karıştı. Artık şeytanın bulunduğu mecliste ben oturacak değildim. Ya Ebâ Bekir, üç şey var ki, hepsi de haktır:
1-Kendisine zülmedilen bir kul, zülmedeni affeder ve bağışlarsa, muhakkak Allah onun şerefini yüceltir.
2-Dilencilikle mal biriktirmek isteyen kulun Allah şerefini ve malını azaltır.
3-Allah rızâsı için iyilik ve ihsanda bulunup akrabasını gözeten kimsenin Allah malını (ve şerefini) artırır.”[54]
5-Güleryüzlülük.
Sûfilerin güzel ahlâklarından birisi de; güler yüzlü ve tatlı dilli olmalarıdır. Sûfinin, halvetinde gözü ağlar, celvetinde (halkın arasında) yüzü güler. Yüzündeki tebessüm; kalbindeki nurların eseridir. Sûfinin kalbine pekçok ilâhî tecelliler, kudsî ihsanlar iner. Kalb onlarla beslenip sevinç ve sürûrla dolar. Allah Teâlâ kalbin bu sevincine şöyle işaret buyurmuştur: “De ki: Allah’ın ihsânıyla ve rahmetiyle (evet) ancak bununla ferahlansınlar.”[55]
Sürûr kalbe yerleşince, eser ve alâmeti yüze yansır. Bu durum âyet-i kerimede şöyle bilirtilmiştir: “Bir takım yüzler vardır ki, o gün parıldar (yani nur ve ışık saçar). Güler sevinir; sevinç içindedir.”[56]
Denilmiştir ki: “Yüzdeki bu parlaklık, (dünyada) uzun süre Allah yolunda cihad ve mücâdelede tozlanmasından ileri gelmektedir.”
Kalbteki nûrun yüze aksetmesi; kandilin ışığının fânusa aksederek fenerin dışına yansımasına benzer. Yüz fener, kalb fânus, rûh da kandil mesâbesindedir. Kalb, ilâhî vuslat ve sohbetle nimetlenince, sevinci yüzde zâhir olur. Allah Teâlâ bu duruma şu âyetinde işâret etmiştir: “Yüzlerinde nimetlerin sevinç ve parıltısını (görüp) tanırsın.”[57] Diğer bir âyette de: “Nice yüzler vardır ki, o gün (kıyamette) güzelliği ile parıldar. Onlar Rablerine bakarlar.”[58] buyrulmuştur.
Câbir b. Abdullah (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Her iyilik bir sadakadır. Mü’min kardeşine güler yüzle muamele etmen, kovanla çektiğin sudan ona da vermen birer iyiliktir (ve sadakadır).”[59]
6-Kolay Geçim, Yumuşak Muâmele Ve Herkese Huyuna Göre Davranmak.
Sûfilerin güzel ahlâklarından birisi de, insanlarla güzel geçinmeleri, onlara yumuşak davranmaları ve herkese tabiat ve ahlâkına uygun muâmele edip, gereksiz zorlama ve tekellüfü terketmeleridir. Bu hususta, Resûlullah’dan (s.a.v) pek çok haber rivâyet edilmiştir. Sûfiler de bu konularda, Resûlullah’ı (s.a.v) tâkib ve taklid etmektedirler.
Rasûlullah (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Mü’min; başkalarıyla iyi (dostça) geçinen ve kendisiyle de iyi geçinilen kimsedir. Başkaları ile hoş geçinmeyen ve kendisiyle de hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.”[60]
7-Mal Biriktirmeyi Terketmek Ve Bolca İhsanda Bulunmak
Sûfi, Allah Teâlâ’nın rahmet hazinelerini bir deniz kabul eder ve kendisini de o denizin kenarında oturan birisi olarak görür. Denizin kenarında duran kimse kırba ve kabında su biriktirmekle uğraşmaz; çünkü buna gerek yoktur.
Ebû Hureyre (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Her sabah, iki melek (dünya semâsına inerek), birisi: “Allah’ım! Malını infak edene yenisini ver.” diğeri de: “Allah’ım! Cimrilik edenin malını telef et!” diye duâ eder.”[61]
Enes b. Mâlik’in (r.a) rivâyetine göre; Resûlullah (s.a.v), elindeki maldan ertesi güne hiçbir şey bırakmaz hepsini fakirlere dağıtırdı.[62]
Ebû Hureyre (r.a) şöyle rivâyet etmiştir: Resûlullah (a.s), Bilâl-i Habeşî’nin yanına vardı. Önünde bir miktar yığılmış hurma gördü:
“Bunlar nedir ya Bilâl? diye sordu. Bilâl (r.a):
“(İhtiyacım için) biriktiriyorum yâ Resûlellah!” deyince, Resûlullah (a.s):
“Allah’tan korkmuyor musun? Çekinme, infak et ya Bilal! Arş’ın sâhibinin, malını azaltacağından korkma!”[63] buyurdu.
Sûfinin bütün ihtiyaçları, tevekkülündeki sadâkatı ve Rabbine olan güveni sâyesinde, Allah Teâlâ’nın rahmet hazinelerinden karşılanmaktadır. Dünya, sûfi için, bir gurbet diyârı gibidir. Orada bir mal biriktirme ve çoğaltma derdi yoktur.
Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Eğer siz, Allah Teâlâ’ya hakkıyla tevekkül etseydiniz, Allah size, kuşlara rızık verdiği gibi rızık verirdi. Kuşlar sabahleyin karınları aç olarak yuvalarından çıkarlar, karınları dolmuş (ve doymuş) olarak akşamleyin yuvalarına dönerler.”[64]
8-Aza Kanaat Etmek.
Sufide bulunan güzel ahlaklardan biri de aza kanaat etmektir. Ebû Said’in babası demiştir ki: Resûlullah’ı (s.a.v) minber üzerinde şöyle buyururken işittim: “Az olup kifâyet eden mal, çok olup insanı Hakk’tan alıkoyan maldan daha hayırlıdır.”[65]
Ebû Hureyre (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) bir duâsında şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Allah’ım! Muhammed âilesinin rızkını (günlük olarak) yetecek kadar ver.”[66]
Câbir (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Kanaat, hiç bitmeyen bir maldır.”[67]
Hz. Ömer (r.a), şöyle demiştir: “Allah’ın kitabını taşıyan kaplar ve hikmet kaynakları olun. Kendinizi ölüler içinde sayın. Allah Teâlâ’dan günlük olarak rızık isteyin. (Bu durumda) malınızın çok olmaması size bir zarar vermez.”
9-Münâkaşa Ve Cedelden Uzak Durmak.
Birbiriyle çekişen insanlarda nefsler ortaya çıkar. Sûfi, her ne zaman arkadaşının nefsinin ortaya çıktığını görürse ona, kalbiyle karşılık verir. Nefs kalb ile karşılanınca; soğukluğu, sertliği gider ve fitne söner. Allah Teâlâ, bu edebi kullarına ta’lim için buyurmuştur ki: “Sen kötülüğü en güzel haraketle karşılayıp sav. O vakit bir de bakarsın ki; seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, yakın bir dost gibi olmuştur.”[68]
Rasûlullah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki; kul kalbi ve diliyle selâmette (dosdoğru) olmadıkça tam müslüman olmuş sayılmaz. Komşusu şerrinden emin olmadıkça da (hakiki) iman etmiş olmaz.”[69]
10-İyilik Yapana Teşekkür Ve Duâ Etmek.
Sûfi, tevhidin en yüksek noktasına yükselince; kendisine nimetleri gönderen Hakk’a şükrettikten sonra, onların kendisine ulaşmasına vasıta yapılan kullara da teşekkür eder. Onun, bu nimeti asıl verenin Allah Teâlâ olduğunu bildikten sonra, onun kendisine ulaşmasında kulların da bir etkisi olduğunu kabul etmesi kendisine bir zarar vermez.
Ebû Zur’a, bize, Ebû Hureyre (r.a) yoluyla gelen şu hadis-i şerifi nakletti: “Kendisine iyilik yapan bir kardeşine: “Allah seni hayırla mükâfatlandırsın” diye duâ eden kimse, ona en güzel teşekkürü yapmış olur.”[70]
11-Makam Ve Mevkîyi Müslümanlara Hizmette Kullanmak
Bir kimse, yüksek derecede ilim sâhibi, nefsinin ayıplarını, âfetlerini ve şehvetlerini yakînen bilen ve gören birisi olduğu zaman; makam ve itibârını, müslümanların arasını ıslâh için kullanmalı, onların ihtiyaç ve sıkıntılarını gidermeye çalışmalıdır.
Zeyd b. Eslem’in şöyle dediği rivâyet edilir: “Nebîlerden birisi, zamanındaki melikin atının başını tutarak (ona yardım edip) ülfet kurar ve bu sâyede, insanların (melikin halledeceği) ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı.”
Atâ demiştir ki: “Bir adamın, içinde bir mü’minin rahat edeceği bir mevkii ele geçirmek için senelerce çalışması, sırf kendisini kurtarmak için tamâmen amele yönelmesinden kendisi için daha hayırlıdır.”[71]
Netice
Özetle; tasavvuf yoluna girmiş, terbiye olmuş insanın almış olduğu edep gereği, ahlâkı ve insanlarla muamelesi güzel olmalı; bu edebi ve ahlâkı bütün işlerine yansımalıdır. Onun kalbi gibi dili de temiz olmalıdır. Niyeti gibi işi de doğru olmalıdır. İçi gibi dışı da edepli ve nezaketli olmalıdır. Namazı gibi alışverişi de ilâhî ölçülere uymalıdır. Onun yüce Allah ile hukuku ve edebi güzel olduğu gibi anne babası, ailesi, komşuları, iş çevresi ve diğer insanlarla da her işi güzel olmalıdır. Böylece kendisine kötülük edene iyilik eder, vermeyene verir, gelmeyene gider, yüzünü asana tebessüm eder. Davete icabet eder, verilen hediyeyi kabul eder ve daha güzeliyle karşılık verir.
Herkese selâm verir ve verilen selâmı en güzel şekilde alır. Herkesi kendinden hayırlı görür, asaleti ile övünmez, kendini ve yaptıklarını beğenmez, kibirden uzak durur. İnsanlara yumuşak davranır, başkalarından gelen sıkıntılara sabreder. Hiddetlenmez, öfkelendiğinde öfkesini yenebilir. Af ve müsamaha sahibi olur, kötülük yapana iyilik eder. Allah için sever, Allah için nefret eder. Herkesle iyi geçinir, merhamet ve şefkat gösterir. Güler yüzlü ve tatlı dilli olur. Münakaşa ve cedelden uzak durur, hakkı söylemenin dışında cedel ve münakaşadan uzaklaşır.
İnsanlara yardım eder, kendisi muhtaç olsa bile başkalarının ihtiyaçlarını gidermeyi tercih eder. Kendisini mülkün emanetçisi olarak görür, misafiri sever, kabul eder ve gereken ikramı yapar. İnsanların elindeki mal ve mülke göz dikmez, kendi elindekine kanaat eder. Kendisine iyilik yapana teşekkür ve dua eder. İlimle meşgul olur, cehaletten ve cahillerden kaçar; hem fakih hem sûfî olmaya çalışır, bunlardan biri ile yetinmez.
Nefsin hilelerinden emin olmaz, fitne ve fesattan kaçar, mahremi olmayanlarla bir araya gelmez. Riyaset (baş olma) sevdasına düşmez. Şayet kendisine bir makam verilirse, bunu insanlara hizmet etmek için bir fırsat bilir. Kendisine verilen hizmeti en iyi şekilde yapmaya çalışır, hizmeti nimet ve kurtuluş vesilesi olarak görür. Hizmet ettiği esnada kimseyi kırmaz, üzmez ve hizmetle kendisini üstün görmez.[72]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.15.
[2] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.7.
[3] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.26.
[4] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.31.
[5] Tirmizî, Radâ', 11 (nr. 1162); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/250; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7981.
[6] Buhârî, Edeb, 29.
[7] Rahmet Kapısı, Yeni Başlayanlar İçin İslâm Ve Tasavvuf, Siraceddin Önlüer - Bekir Sel, Şadırvan Yayınları, sf.72-74.
[8] Attâr, Tezkiretü'l-Evliyâ (haz. Süleyman Uludağ), s. 89.
[9] Ben Pişmanım, Süfîlerden Tövbe Menkıbeleri, Siraceddin Önlüer, Hâcegân Yayınları, sf.110.
[10] Kalem 68/4.
[11] Ahzâb 6/33.
[12] Müslim, Müsàfirin, 18 (nr. 139); Beyhaki, Delâilü'n-Nübüvve, 1/308; ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resül, s. 57.
[13] Müslim, Birr, 24 (nr. 87).
[14] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.41.
[15] Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/236; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, 3/409; Hâkim, el-Müstedrek, 1/54, 4/244; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 8023; Ali el-Müttakî, Kenzül-Ummâl, nr. 5246; Tebrîzi, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5095.
[16] Ahmedb.Hanbel, el-Müsned, 1/403;Beyhaki, Şuabül-imân,nr. 8542;EbûYa'lâ,Müsned,nr. 5075;Heysemî,Mecmauz-Zevâid,nr. 12657; Ali el-Müttakî,Kenzü'I-Ummâl,nr. 5197;Aclûnî,Keşfü'I-Hafâ, 1/371(nr. 566);Tebrizî, Mişkàtü'I-Mesâbih,nr. 5099.
[17] Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Fezâil, 68.
[18] Ebû Davud, Sünnet, 14; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/250.
[19] Ebû Davud, Edeb, 7; Mâlik, el-Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 6.
[20] Peygamberimizin İzinde Günlük Hayat, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ayhan, Semerkand Yayınları, sf.13.
[21] Haraiti Enes’den, Teberani v.d. İbni abbas ve Ebu Hüreyre.
[22] Taberani.
[23] Riyazüs - Salihin C. 1, S. 256 Cabir'den.
[24] Ariflerden İnciler, Yahya Pakiş, Menzil Yayınları, sf.73.
[25] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/44; el-Bezzar, el-Müsned, 1902; İbnu Hibban, es-Sahih; 5764; el-Hakim, el-Müstedrek, 4/166.
[26] Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, 24/253; Abd b. Humeyd, s. 452; Kuda’i, eş-Şihab, 1/154; Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs 1/18; İbnu Ebi Şeybe, 5/212; Ebu Nu’aym, el-Hilye, 5/75.
[27] Hafız lraki, Tahricu Ahadisi’l-İhya’da şöyle der: Bu hadis-i şerifi el-Hara’iti, Mekarimu’l-Ahlak’ta rivayet etmiştir.
[28] Müslim, 771; Tirmizi, 3421; Nesai, 896; Ebu Davud, 760; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 731; ed-Darimi, es-Sünen, 1238.
[29] Kalplerin Keşfi (Mükaşefetü'l-Kulub), İmam-ı Gazali, Semerkand Yayınları, sf.600-603.
[30] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c., sf.30.
[31] Kuşeyrî Risalesi, (Sûfîlerin İnanç ve Ahlâkları), Abdülkerim Kuşeyrî, Semerkand Yayınları, sf.468-473.
[32] Kuşeyri, Risâle, s. 242.
[33] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.15.
[34] Gazâlî,İhyâ, 2/1440.
[35] Şa'rânî,Tenbîhül-Muğterrîn, s. 337.
[36] Sülemî,Tabakatüs-Sûfiyye, s. 59.
[37] Gazâlî,ihyâ, 2/1440.
[38] Gazâlî,İhyâ, 2/1440.
[39] Şa'rânî,Tabakatü'l-Kübrâ, 1/137.
[40] Gazâlî,İhyâ, 2/1440, 1473.
[41] Gerçek Güzelliğin Peşinde, Mübarek EROL, Semerkand Dergisi, Aralık 2007.
[42] Âl-i İmrân 3/31.
[43] Haşr 59/7.
[44] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.7.
[45] Kuşeyri, Risâle, s. 242;İbnü'l-Mülakkin, Tabakatül-Evliyâ, s.145; Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 235; Gazâlî, İhyâ, 2/1439; Kimyâ-yi Saâdet, s. 385.
[46] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.21.
[47] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.626.
[48] Beyhakî, Şuabu’l-İmân, VI, 299-30; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 376 (No: 2459) Hadisin bir kısmı.
[49] Buhârî, Menâkıb, 23; Müslim, Fedâil, 81-82; Dârimî, Mukaddime, l0; Ahmed, Müsned, III, l07.
[50] Tirmzi, Kıyame, 55; İbnu Mâce, Fiten, 23; Ahmed, Müsned, III, 43.
[51] Haşr suresi ayet-9.
[52] Bkz: Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 4l; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII, 88; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 200; Kurtûbî, el-Câmi’, XVIII, 25.
[53] Deylemî, Firdevsu’l-Ahbâr, I, 379 (Had. No: 30ll); Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, III, 375-376.
[54] Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr,I,532(Had. No: 3457);Münâvî, Feyzu’l-Kadîr,III,302.(Had.No:3457); Beyhakî, Şuabu’l-İman, VI, 258-259. (Had. Ho: 8072.Hâdisenin tamamı anlatılmaktadır)
[55] Yunus suresi ayet-58.
[56] Abese suresi ayet-38-39.
[57] Mutaffifin suresi ayet-24.
[58] Kıyâme suresi ayet-22-23.
[59] Tirmizî, Birr, 45;Ahmed Müsned,III, 344,360;Beyhakî,Şuabu’l-İman,VI,252;Hatib,Târih-i Bağdât, XIII, 245-246, VIII, 62.
[60] Ahmed, Müsned,II,400;Suyûtî,Câmiu’s-Sağîr,II,66l(Had.No:9l46-9l47)Beyhakî,Şuabu’l-İmân,VI,270-27l (Had. No: 8ll9-8l2l).
[61] Buhârî, Zekat, 27; Müslim, Zekat, 57; Ahmed, Müsned, II, 306.
[62] Tirmizî, Zühd, 38; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 360 (Had. No: 6883).
[63] Ebu Ya’la, Müsned, X, 430; Tabarani, el-Kebir, I, 341-342; Münzirî, et-Terğib, II,51;Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, l26.
[64] İbnu Mâce, 33; Ahmed, Müsned, I, 30; Beyhakî, Şuabu’l-İmân, II, 66.
[65] Ebû Ya’lâ, Müsned, II, 3l9 (Had. No: l053).
[66] Buhârî, Rikak,l7; Müslim, Zühd, l8, l9; Tirmizî, Zühd,38; İbnu Mâce, Zühd,9; Ahmed, Müsned, II, 222.
[67] Suyûtî, el-Câmiu’s-Sahîh, II, 265. (No:6193); Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummâl, II, 389. (No: 7080); Hadisin meşhur rivâyeti: “Kanat tükenmeyen bir hazinedir.” şeklindedir. Bkz: Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, l33.
[68] Fussilet suresi ayet-34.
[69] Bkz: Buhârî, Edeb, 29; Müslim, İmân, 73; Ahmed, Müsned, I, 387; Beyhakî, Şuabu’l-İmân, IV, 395-396 (Had. No: 5524).
[70] Tirmizî, Birr, 87; Ali Nâsıf, et-Tâc, V. 69.
[71] Avârifü’l-Meârif (Gerçek Tasavvuf), Ebû Hafs Şihâbüddin Sühreverdî, Semerkand Yayınları, sf.303-352.
[72] Rahmet Kapısı, Yeni Başlayanlar İçin İslâm Ve Tasavvuf, Siraceddin Önlüer - Bekir Sel, Şadırvan Yayınları, sf.77-79.
Facebookta Paylaş

Paylaş