O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"ANNE-BABA HAKKI"
Hak kavramının genel anlamda şu şekilde tarif edildiği görülür: “Dinin yetki veya yükümlülük olarak tespit ettiği şahsa ait haklardır. Bu tarif hakkın; dinî, medeni, genel, mali olan veya olmayan bütün çeşitlerini kapsamına alır. Namaz, oruç gibi Allah'ın kul üzerindeki hakları dinî; mülk edinme gibi haklar medeni; babanın çocuğunu, kocanın karısını terbiye etmesi gibi adap ile ilgili haklar; devlet başkanının halkı yönetmesi gibi haklar amme; eşin-küçük çocukların ve yoksul hısımların nafakası gibi haklar mali; şahıs üzerinde velâyet gibi haklar da mali yönü bulunmayan hak niteliğindedir
Bu tarife göre hakkın özü şahsa bağlıdır. Satıcının satış bedeli üzerindeki hakkı gibi. Eğer hak, belirli bir şahsa bağlı değilse "genel mubahlık" tan söz edilir. Avlanmak, herkese açık ormandan odun toplamak, umumi yollardan yararlanmak gibi. Bunlar, özel bir hak olmaktan çok, herkese tanınan genel ruhsatlar türündendir.
İslam nazarında, hakkın kaynağı ilâhi iradedir. Bu yüzden İslâm'da haklar, kendisinden şer'î hükümlerin çıkarıldığı kaynaklara (kitap, sünnet, icmâ, kıyas) dayanan ilâhi ihsanlardır. Bir delile dayanmayan şer'î haktan söz edilemez. Hakkın kaynağı Allah-u Teala'dır, çünkü ondan başka hâkim yoktur.[80]
Allah'ın insanlardan korunmasını istediği kutsal şeyden biri de, neslin devamıdır. Neslin devamını Allah (cc), canlıların kabiliyet ve yapılarına göre belli kanunlara bağlamıştır. Neslini devam ettirebilmek için en büyük zorluklarla karşılaşan canlı insanoğludur. İnsan, canlıların en güçlüsü olmasına rağmen, doğduğu anda en zayıf olanların başında gelir. Neslin devam edebilmesi için büyük zorluklar çeken ana ve baba, haklarının korunmasında ve iyilik yapılmada en önce gelenlerin başındadır.
Zira şanı yüce olan Allah-u Teala: “De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin…” [81]
Başka ayetlerde ise:“Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik.” [82]
“Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin.”[83]
“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.” [84]
“Biz insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik.” [85]
“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya… iyilik edin.” [86]
Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hakk, zatına ortak koşmaktan sonra en önemli işin ana-babaya itaat olduğunu belirmiştir.
Zira yaratılmış her şeyin kutbu vardır. Ana-baba ise yaratılmışların içinde en şerefli olan insanoğlunun kutbudur. Toplumun en küçük birimi olan ailenin temel direği olan iki kutbun etrafında yuvadaki her şey döner, ona dolanır ve ona dönüşür. Onlar ise, kutup yıldızı gibi hep kendi çevrelerinde döner ve ucu gökler ötesi bir yörüngede yol alır.
Anneler; sevgi ve muhabbeti temsil ederlerken, babalar; destek ve gücü ifade eder.
Bu iki kutbun, Allah-u Teala katındaki kıymetini iyi bilen Alemlerin sultanı (s.a.v) sahabe-i kiramın bu konudaki bilgi ve donanımını geliştirmeyi en önemli görevlerden bir olarak görmüştür.
Ebu Bekr Nufey b. Haris (r.a)’dan şöyle rivâyet olunmuştur: (Bir kere) Nebî (s.a.v) (Ashâb`a) üç defa: ”Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?” buyurdu. Ashab: “Evet bildir, yâ Resulullah! dediler. Resûlullah: “Allah’a şirktir, anaya babaya ezâdır” buyurdu. (Sonra) dayanmakta iken doğrulup oturdu. Hemen: “İyi dinleyin, bir de: yalan yere şahâdettir” buyurdu. Resulullah bu sözü durmayıp tekrâr ediyordu. (O derece tekrarladı ki) hattâ biz (Resûl-i Ekrem’e acıyarak) keşke sussa, diyorduk. [87]
Günahlar, verdiği zararların tekrar etmesi sebebiyle büyür ve sahibi için Cehennem’e götürücü bir yük olur. Ebeveyne itaatsizliğin en büyük günahlardan sayılması, onlara karşı olduğunca şefkatli davranmayı ve emirlerine itaati teşvik etmektedir. Ebeveyne itaatsizliğin, şirkle aynı kategoride incelenmesi anne babaya verilen önemi açıkça belirtilmiştir.
Abdurrahman b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’e: "Amellerin hangisi Allâh’a daha sevgilidir?" diye sordum. "Vaktinde (kılınan) namaz." buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. “ana babaya iyilik etmektir.” buyurdu. "Sonra hangisi? dedim. “Allah yolunda cihad.” buyurdu. [88]
Allah-u Teala, ana ve babaya duyulması gereken saygı ve iyiliği daha da ileri bir noktaya getirerek: Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir.” [89] buyurmuştur.
Bu tavsiye bütün insan cinsine aittir. İnsanın insanlığı esnasına dayanır. Bu tavsiyeyi yerine getirmek için insanlığından öte hiçbir sıfata ihtiyacı yoktur. Bu tavsiye her türlü şart ve kayıttan uzak mutlak manada iyi davranmak hususundadır. Anne ve babalık vasfı bi zatihi başka sıfatlara bırakmaksızın iyi davranmayı gerektirir. Bu tavsiye insanoğlunun yaratıcıcısından sadır olmaktadır. Ve sadece insanoğluna mahsustur. Hayvanatta büyüklere karşı saygı mükellefiyeti yoktur. Yalnız görülen odur ki bu yaratıkların tabiatında da bu hassa bazen görülmekteyse de bu genele şamil olmadığından onları bağlayıcı bir tarafı yoktur. Onun için bu emir insan cinsine mahsustur.
Ayet-i celilede en göze çarpıcı ifade “…sakın onlara "öf" bile deme…”emr-i ilahiyesidir. Zira Allah-u Teala kötü sözlerin en alt derecesi olan “Öf” demelerine bile karşı çıkmaktadır. Kaldı ki zamanımızda nice insanlar anne ve babalarına bu sözü aratacak ne kadar ağır kelimeler kullanırlar. Anne ve babaya karşı ağza alınmayacak derecede kötü sözler sarf eden evlat, Allah-u Teala’nın “...İkisine de tatlı ve güzel söz söyle…” emr-i ilahiyesini hatırından hiç çıkarmamalıdır.
Yukarıda geçen ayet-i celilelerde belirtmiştik ana-baba saygısı ve onlara itaat Allah-u Teala’ya itaatten sonra gelmektedir. Nice namazlarını kılıp, oruçlarını tutan, defalarca hacca gitmekle insanlar üzerinde üstünlüğüne deliller getirenler bu ayet-i celilenin hükmüne uymazlarsa akıbetleri çok hazin olacaklardır.
Ebu Hureyre (r.a)’dan, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ana-babasının veya onların birinin ihtiyarlık zamanına yetişip de (Bunlara gereken hürmette bulunmaması sebebiyle) Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürülsün.” Resulullah bu sözü üç kere tekrarlamıştır. [90]
Hadis-i şerif ana-babaya itaati teşvik etmekte ve bunun sevabının büyük olduğunu bildirmektedir. Anne ve babaya özellikle ihtiyarladıkları zaman nafakalarını vermek ve hizmetlerinde bulunmak gibi taatlar, Cennete girmeye sebep olur. Zira onlar bu anda hizmete daha muhtaçtırlar. Çalışarak kendi işlerini kendileri göremeyeceklerinden, evlatlarının yardım ve hizmetlerini daha fazla beklerler. Küçüklüklerinde yedirip yetiştirdikleri evlatlarının, ihtiyarladıkları zaman yardımlarına koşmamaları kendilerini çok üzer, evlatlar için de büyük nankörlük olur. İşte böyle vefasız bir hareketin sonucu da Cennet nimetlerinden mahrumiyetle cezalandırmak olur.
KISSA
Hz. Musa (a.s) bir gün Tur-i Sina’da Rabbi ile kelamda iken, Allah (cc): “Ya Musa! İster misin cennetteki refikini yani arkadaşını sana dünyada iken tanıtayım” diyerek hitap eder.
Musa (a.s) da: “İsterim ya Rab” der. “Git filanca şehre, şu isimde, şu cisimde, şu mahalde bir kasap var. İşte o kasap cennette seninle beraberdir. Kusurları çoktur ama anasına yaptığı hizmetten dolayı, anasının ona ettiği duayı kabul ettim. Ona bu mevkii, bu dereceyi layık gördüm. Anasının yaptığı dua ile, bu mertebeye erdi. Cennette senin refikin oldu” der.
Musa (a.s) o şehre varıp mezkur kasabı bulur. Kendisini tanıtmaksızın Allah misafiri olduğunu söyler. Kendisini bir akşamlık misafir etmesini rica eder. Kasap kabul eder. Akşam üstü Musa (a.s)’ı yanına alıp, zembilini sırtına vurur.
Akşam için tedariki görüp kasabın evine yollanırlar. Kasap evine gelip kapıyı açar, Hz. Musa’yı alır, evin en temiz odasına yerleştirir. “Merhaba Allah misafiri, hoş geldin” der. Sonra ilave eder: “Ey Allah misafiri, beni hoş gör. Bana biraz müsaade et. Bizim evde senden evvel eski bir misafir daha var. Onun hizmetini göreyim, sonra size hizmet ederim” der.
Tavana bağlı bir salıncağı indirir. İçinde eli, ayağı tutmaz, ihtiyarlıktan oturamayacak derecede zayıf bir kadın vardır. Onun emzikteki bir çocuk gibi altını temizler, getirdiği yiyeceklerden bir kısmı ile besler, elini öper, saçını koklar. Tekrar yerine yatırır. İhtiyar bir şeyler mırıldanır. Kasap: “Amin” der. Hz. Musa bu sözlerden bir şey anlayamaz yani ihtiyarın sesini duyamaz. Sonra gelir, Hz. Musa’nın hizmeti ile meşgul olur. Hz. Musa kasaba sorar: “Bu ihtiyar kadın kimdir?” Kasap cevap verir: “Anamdır. Başımın tacı, gönlümün ilacıdır. Derdime derman, yarama merhemdir. Misafirimdir, ona hizmet etmekten zevk duyarım” der. “Sana bir şeyler söyledi. Af edersin, ben duyamadım dua mı etti?” diye sorunca: “Evet her annenin evladına dua ettiği gibi dua etti. Olacak şey değil ama ana bu, evladına layık görür” der. “Ne diye dua ediyor sana?” “Olacak şey değil, ben bir kasabım. Günahkâr avamdan biriyim. Her gün bana; Evladım! Allah seni Hz. Musa ile cennette refik etsin, diye dua eder. Olacak iş mi bu? Musa (a.s) kim, ben kimim” der.
Hz. Musa (a.s): “Müjde olsun sana ey kasap kardeş. Ananın duası kabul oldu. Ben Musa peygamberim. Sende cennette benim refikimsin” der. [91]
İşte Resulullah (s.a.v)’in hadis-i şerifinin hakikati budur.
Allah Resulü (s.a.v) anne ve babasına itaat edilmesini emretmesi yanında, onlara sövenleri de bildiği için, Allah-u Teala’nın insanoğluna emri ilahiyesini en iyi değerlendiren ve yaşayan olması hasebiyle de bu gibi davranışta bulunanları ikaz ederek:
Abdullah b. Amr b. As(r.a)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir kere Resûlullah (s.a.v): "Büyük günahların en büyüğünden birisi, kişinin anasına, babasına lânet etmesidir." buyurmuştu. Mecliste bulunanlar tarafından: “Yâ Resulullah! Kişi anasına, babasına nasıl söver?” Diye soruldu. Resûl-i Ekrem(s.a.v): “O kimse birisinin babasına söver, o da (bi`l-mukabele) onun babasına söver, yine o kişi birisinin anasına söver, o da (bi`l-mukabele) onun anasına söver” buyurdu [92]
Hadis-i şerif, Ebeveyne itaatsizliğin haram olduğu gibi onlara kötü söz söylemenin, sövmenin de haram ve büyük günahlardan olduğuna delildir. Lanet okumak, sövmek, hakaret edici sözler söylemek, bir Müslüman’a karşı günah olduğu gibi ebeveyne karşı olursa büyük günahlardan olmaktadır. Bu işleri yapanların cezası da çetin olacaktır.
İmam Nevevi (r.aleyh) “Bu hadiste ebeveyne kötü söz söyletici vesilelerin de haramlığına delil vardır” der.
Ebeveyne kötü söz getirmenin bir yolu da başkasının ebeveynine sövmektir. Karşılık olarak, o şahsın ebeveynine kötü söz geleceği için bu davranış kerih görülmüştür.
Anne babaya kötü söz söylemenin akıbetini şu hadise ne güzel de anlatmaktadır.
KISSA
İmam Şarani (k.s), Avam b. Havşeb’in yaşadığı bir olayı şöyle nakleder: “Ben Nişabur’da kabristana yakın bir evde misafir bulunuyordum. Oturduğum yerden kabristanı görüyordum. Bir gün ikindiden sonra, mezara bakarken, bir mezarın yarılıp içinden bir adamın başını çıkardığını gördüm. Bu kimse üç kez, eşek gibi anırdıktan sonra, mezar tekrar üzerine kapandı. Oraya yakın bir evin önünde yaşlı bir kadının, yün taradığını ve büktüğünü görüyordum. Kadının biri bana: “Şu yün ören ihtiyar kadını görüyor musun?” diye sordu. Ben de “Evet görüyorum, kimdir, nesi var?” diye sordum. Kadın bana: “İşte şu mezarın içinde bulunanın annesidir” dedi. Kadına: “Peki bunların durumu nedir?” dediğimde kadın: “Bu mezarda bulunan kimse gece gündüz içki içer, anası ona: “Ey Evladım, Allah’tan kork, ne vakte kadar içki içeceksin?” dediğinde: “Sen, bir eşek gibi anırdığın vakit ben bu içkiyi bırakırım” diye cevap verirdi. Bir gün ikindiden sonra öldü ve oraya gömüldü. İşte görüp duyduğun gibi, her gün ikindiden sonra mezar yarılarak açılır, başını çıkararak üç kez eşek gibi anırır, tekrar mezar üzerine kapanır” diye anlatmıştır.” [93]
Allah’ın Resulü (s.a.v), anne ve babaya yapılan hizmeti cihaddan da üstün görür,
Abdullah b. Amr b. As (r.a)’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir kere Nebî (s.a.v)’e bir kişi geldi de ondan cihâd(a gitmesi) hususunda izin istedi. Resûlullah da: ”Anan, baban sağ mıdır?” diye sordu. O: “Evet!” diye tasdik etti. Resulullah: “Şu hâlde sen (ibtidâ) onların rızasına çalış!” buyurdu. [94]
Buhari ve Müslim’in kaydettiği diğer bir rivayete göre, gelen adam cihad için izin isteyince, Resulullah (s.a.v) sordu:”Ana-babandan sağ olan var mı?” adam: “Evet” deyince, Resulullah (s.a.v): “Senin cihadın onların yanında bulunmandır.” buyurdu.
Hadis-i şerif, ana ve babaya itaatin şiddetle lüzumuna, haklarının büyüklüğüne, onlara itaatten dolayı kazanılacak sevabın çokluğuna işaret etmektedir. Hadiste ebeveyne itaat, cihaddan önce gelmektedir. Çünkü ana babaya iyilik farz-ı ayın, cihad farz-ı kifayettir. Tabii bu hüküm bir grubun cihada gitmesi ile, mesele hallolunacak durum içindir. Genelin katılımı zaruri olunca o zaman cihad farz-ı ayın olur. Herkesin iştirak etmesi gerekir.
Anne ve babanın saygınlığı hususunda ayet ve hadislerde hiçbir kuşku bulunmaktadır. Bütün ulema onların haklarına uyulması ve itaat edilmesi noktasında hem fikirdirler. Bu iki ulvi varlık birliktelikleri esnasında aynı değer taşımalarına rağmen anne babadan daha çok hakka sahiptir.
“Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu.” [95]
“Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı.” [96] emr-i ilahiyeleri annenin evladı üzerinde meşakkatini belirtmektedir.
Sevgi kucağı, yaratılış icabı bu meşakkatli ve ademoğlunun soyunun taşıyıcı görevi bahşedilen anneler, aslında simaları cennetteki hurilerin yüzleri kadar uhrevi, bakışları meleklerinki kadar derin, duyguları da ruhanilerinki kadar dupdurudur. Onların, suyu, toprağı, havası ötelerden getirilmiş mübarek bir zeminin gülleri gibi o kadar imrendirici, o kadar sevimli, o kadar büyüleyiciler ki, insan dikkatle bakabilse onlarda cismaniyetini dünya ve içindekilerini aşan, hatta kendilerini de aşan bir sihrin bulunduğuna hükmeder.
Evet bizi, rahmine düşürdükten sonra, meşakkat ve yorgunluğa katlanan, varlığa ermenin her safhasında kucaklayan, koklayan öpüp öpüp okşayan, efkar ve hüznümüzde bize yatıştırıcı, dertlerimizin ortağı, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, açlığını-tokluğunu, açlığımız ve tokluğumuz içinde hissedip yaşayan mutluluk ve saadetimiz adına insan üstü bir gayretle akla hayale gelmedik zorluk ve meşakkatlere katlanan, bize vücudumuzun gelişmesi, irademizin kuvvetlenmesi, zekâmızın incelenip keskinleşmesi, ufkumuzun uhrevileşmesi yollarını gösteren, bütün bunları yaparken de açık veya kapalı herhangi bir beklenti içinde olmayan bir varlıktır anneler. Onlar hakkında ne kadar methiyeler düzülse azdır. Onları kelimelerle ulvileştirmek sadece hakikatlerinde bir perde açmak gibi olur. Geri kalanı ise yaşantıya katmakladır.
Ebu Hureyre (r.a)’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Resûlullah (s.a.v)’e bir kişi geldi. Ve: “Yâ Resulullah! Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme nâs içinde en ziyâde lâyık ve müstahak olan kimdir?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v): “Annendir” diye cevap verdi. “Sonra kimdir?” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v): “Sonra annendir” buyurdu. “Sonra kimdir?” Dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v): “Sonra annnendir” buyurdu. “Sonra kimdir?” Deyince (dördüncüde): “Sonra babandır” diye cevap verdi. [97]
Bu itaat ve saygı sadece Müslüman olan ebeveynlere karşı değildir. Hangi din ve anlayışta olursa olsun bu şartlar geçerlidir.
Ebu Bekir kızı Esma (r.anha) şöyle anlatıyor: “Resulullah hayatta iken müşrik olan annem (bir kere kuru üzüm, yağ hediyeleriyle) bana gelmişti. Ben, (hediyelerini kabulden, kendisini de evime koymaktan imtina ettim de) Resûlullah (s.a.v)den istiftâ ederek: “Yâ Resulullah! Vâlidem (oğlu Hâris`le berâber) bana geldi. Bana sokulmak ve mukabele görmek istiyor. Anama sıla ve iltifat edebilir miyim?” dedim. Resûlullah (s.a.v): “Evet anana sıla ve iltifat eyle!” buyurdu. [98]
Hadis den anlaşıldığına göre, kâfir anne-babaya savaşta olmadıkları müddetçe yardımda bulunmak caizdir.
KISSA
Peygamber efendimiz zamanında Ensar’dan Alkame isminde bir genç vardı. Hep taat üzere olup, yaz-kış oruç tutar, geceleri sabaha kadar ibadet ederdi. Bir gün hasta yatağında fenalık geçirdi dili tutuldu. Resulullah’a haber verdiler. Hz. Ali ve Ammar b. Yasir Hz.lerini Alkame’ye gönderdi. Kelime-i şahadeti söyletmek için çalıştılar ise de dili dönmedi. Hz Ali efendimiz, Hz Bilal-i Habeşi’yi Resulullah efendimize gönderdi. Durumu bildirdi. Resulullah efendimiz (s.a.v): “Alkame’nin anası, babası var mı?” buyurdu. Orada bulunanlar “Yaşlı bir annesi var” dediler. “Annesini buraya getirin” buyurdu. Annesini getirdiler. Ona, Resul-i Ekrem (s.a.v): “Alkame’ye ne oldu, anlat! Seninle geçinmesi nasıldır.”buyurdu. Annesi şöyle anlattı: “Ya Resulullah! Alkame çok iyidir. Zahiddir (Dünyaya düşkün değildir)Hep ibadet ve taat üzeredir. Ama ben ondan razı değilim. Çünkü o hanımının rızasını benim rızamın üzerinde tutmaktadır.”
Resulullah (s.a.v): “Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helal et de dili açılsın” buyurdu.
Annesi: “Ey Allah’ın resulü! O benim hakkıma riayet etmedi. Hakkımı helal etmem” dedi. Bunu üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v): “Ey Bilal! Ashabını topla. Etraftan odun toplasınlar, Alkame’yi yakacağız. Çünkü annesi ondan razı değildir.” buyurdu.
Annesi: “Ya Resulullah! Benim oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız?” kalbim buna nasıl dayanabilir?” Server-i âlem efendimiz(s.a.v): “Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan razı olmadıkça, onun hiçbir itaati makbul değildir.” buyurdu.
O zaman Alkame’nin annesi “Ya Resulullah! Ben ondan razı oldum. Hakkımı ona helal ettim” dedi ve eve gitti. Eve vardığında, Alkame’nin sesini duydu. Kelime-i şahadet söylüyordu. Dili açılmıştı. Aynı gün vefat etti. Cenaze namazını Resul-i Ekrem (s.a.v) kıldırdı.
Defin işleri bittikten sonra Server-i âlem (s.a.v), Ashab-ı Kirama dönerek: “Ey Ashabım, Ey Muhacir ve Ey Ensar! Hanımını annesinden üstün tutana Allah-u Teala ve melekler lanet ederler. Onun farz ve nafile ibadetleri kabul edilmez” buyurdu. [99]
Anlaşılan odur ki anne ve babanın fazileti anlatılmakla bitmez ama onlara karşı yapmamız gereken işler hiç bitmez tükenmez. Zira onlar bizim hayatımız boyunca başımıza gelen bütün acı ve tatlı işlerde hep yanımızdalardı. Öyleyse onlarında en dar ve sıkıntılı günlerinde yanlarında bulunmamız gerekir. Allah-u Teala yardım ve infak edileceklerin en başında ebeveynleri göstererek:
“Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.” [100] buyurmaktadır.
Onlar nasıl bize her vakit duada bulunuyorlarsa evlatlar da onlara dua etmelerini Cenab-ı Hakk: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et.” [101] buyurarak onlar için en güzel şeylerin yapılmasını istemektedir.
Hatta Rabb’imiz bu saygı, sevgi, itaat ve güzel konuşulması emr-i ilahiyelerinden sonra, anne ve babaya yapılabilecek işlerin en kutsalını da: (Biz insana): "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik.” [102] buyurarak, zatı kibriyasına yapılacak şükür ile ebeveynlere yağılacak şükrü bir anarak onların yerlerini kesin bir emirle belirtmiştir. Artık bu emirden sonra onların hak ve hukukları hakkında herhangi bir şüphe veya gevşeklik kabul edilemez.
Anne hakkına fazlaca yer verilince sanki baba hakkı pek kıymete değer bir şey değil diye adlandırılmamalıdır. Zira Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerimde anne ve baba haklarını beraber anlatırken annenin meşakkatli hallerini de zikretmiştir. Yoksa babalık öyle hiç de yabana atılacak kıymetsiz bir konum değildir.
KISSA
Malik b. Dinar (k.s) bir yıl hacca gitti. Haccını tamamladığı gece rüyasında bir ses işitti. Şöyle deniyordu: “Ya Malik! Hacca gidenlerden Muhammed oğlu Abdurrahman affedilmedi” sabahleyin çevresinde Muhammed oğlu Abdurrahman’ı aramaya başladı. Sordukları kimse ona: “Aradığın kimse Kur’an ehlidir. Her yıl hacca gelir” dediler. Araya araya onu bir köşede Kur’an okurken buldu. Abdurrahman onu görünce bir ah çekip bayıldı. Daha sonra şöyle dedi:
“Beni rüyada gördün. Bana Allah-u Teala’nın beni affetmediğini söylemeye geldin değil mi?” Malik b. Dinar çok şaşırdı. Ona hayret edip sordu: “Salihlerden birisine benziyorsun. Çok merak ettim. Acaba, Allah-u Teala seni niçin affetmiyor. Ne günah işledin?”
“Bir Ramazan ayının ilk gecesiydi. İçki içip sarhoş olmuştum. Bu sırada babam beni aramış ve bir yerde yatar bulmuş. Beni çekince ben de sarhoşluktan ona vurup bir gözünü çıkarmışım. O da bana beddua etmiş. Ertesi gün ayılınca neler yaptığımı üzüntü ile öğrendim. Bütün içki küplerini yok ettim. Kölelerimi azad ettim. Yaptıklarıma pişman olup, doğru yola girdim. Her yıl böyle hacca gelir dua ederim. Fakat, her seferinde sizin gibi birisi rüyamda: “Allah seni affetmedi” diye söyler.
Tekrar ağlamaya başladı. Onun bu haline Malik b. Dinar acıdı, babasını sorup yerini öğrenerek onun yanına gitti. Babası o büyük âlimi görünce şöyle karşıladı:
”Hoş Geldin ya Malik!”
“Beni nasıl tanıdın?”
“Bugün Allah-u Teala’ya dua edip seni görmeyi dilemiştim.”
“Seni ziyaretimin bir sebebi var.”
“Buyurun bir isteğiniz varsa hemen yerine getireyim.”
“Farzet ki kıyamet kopmuş oğlun Abdurrahman’ı tutup Cehenneme getiriyorlar. Onu bu halde görsen üzülmez misin?” bunu duyunca babası ağlamaya başladı. Daha sonra kendine gelip dedi ki: “Sen şahit ol ki, oğlumun kusurunu affettim ve ona hakkımı helal ettim.”
Daha sonra Malik b. Dinar, ondan izin alarak oğlunun yanına gidip müjdeyi verdi: “Baban senin suçunu bağışladı. Biraz sonra seni görmeye gelecek” Bunu duyunca Abdurrahman ağlayarak bayıldı. Bu sırada babası geldi. Malik b. Dinar’a rica etti: “Oğlumu affettim, yakında öbür aleme göçeceğini zannediyorum. Şahadet getirip ruhunu teslim etsin.” Malik hazretleri şahadeti telkin etmeye başladı. Fakat Abdurrahman cevap vermiyordu. Nihayet gözlerini açıp, karşısında babasını görünce ona yalvaran bir sesle dedi ki: “Babacığım ne olur gel sen de benim gözümü çıkar ki, kıyamete kalmasın.”
“Ey gözümün nuru! Ben suçunu bağışladım, senden razı oldum.” Bu sırada Abdurrahman iki defa şahadet getirdi. Malik b. Dinar ona sordu: “Halin nasıl?”
“Baygın hâlde iken başucumda elinde topuz olan bir melek durup bana: “Baban senden razı değil! Bu topuzla senin başına vuracağım” dedi. Az sonra, başka bir melek gelip yeşil bir mendille gözlerimin yaşını sildi ve dedi ki: “Şahadet getir! Baban ve Allah-u Teala senden razı oldu” dedi. Bunları söyler söylemez ruhunu teslim etti. [103]
Babalık, iki şekilde tezahür edilir. Cisim (Zahiri) babandır ki dünyaya gelmene cismani katkıda bulunmuştur. İkincisi, Kalp (manevi) babandır. Bu ikisinin hükmü aynı olmasına rağmen hakları ayrıdır.
İmam Şa’rani (k.s): “Cisim baban ile kalp babana (Şeyhine) karşı gelmek aynı ölçüde cezaya muciptir. Hatta kalp babasına muhalefet, cisminin teşekkülüne sebep olan babana karşı gelmekten daha ağır bir cezayı gerektirir. Çünkü birincisi seni ateşten veya ateşe yaklaştıran hallerden korumuştur. İkincisi ise, varlık aleminin en aşağı mertebelerinde bulunan bir tür içinde, hayat bulmana sebep olmuştur. Yani, çamurdan yaratılmanın nedenidir. İşte gönlünün babası, seni parlata parlata saf bir billur durumuna getiriyor.
Yine büyükler şöyle derler: “Cisminin babası, hayvanlarla ve behimelerle komşuluk yapmana sebep olmuştur, gönlünün babası ise, meleklere, peygamberlerle, salih kişilerle, evliyalarla ve şehitlerle komşuluk yapmana sebep olmuştur.”
Aliyyü’l-Havvas (k.s) şöyle konuşurdu: “Bir tarikatta bir mürit, şeyhine ölünceye kadar gece ve gündüz hizmet etmiş olsa da şeyhinin ona verdiği terbiye ve edebin hakkını ödeyemez.” [104]
ALLAH’A ORTAK KOŞMAKTA VE İTAATSİZLİKTE ANA-BABAYA UYMAK YOKTUR
“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.” [105]
S’ad b. Ebi Vakkas (r.a)’dan rivayete göre, Hazret-i S’ad “Bu ayet hasseten benim hakkımda nazil oldu” diyerek sebebini şöyle bildirmiştir: “Ben anama hürmet ve itaat eder bir evlattım. Ben Müslüman olunca anam bana: “Ya S’ad! İşlediğin bu ne iştir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın, yahut da ben yemem, içmem ve nihayet ölürüm. Sen de benim yüzümden: ‘Ey anasının katili!’ diye ayıplanırsın” dedi.
Ben de: “Ey ana, böyle yapma, iyi bil ki, ben bu dini bırakmam!” dedim. Ve iki gün, iki gece intizar ettim. Kadın ne yedi, ne içti. Bunun üzerine: ”Vallahi ana iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dini yine bırakmam. Artık sen ister ye, ister yeme!” dedim. Anam bu azmimi görünce yemek yedi, bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu.”
Bilinmelidir ki, ayet-i kerimenin muktezasınca ana babaya kâfir olsalar bile mutlak surette ihsan ve itaat farzdır. Yalnız şirkte ve itaat noktasında değil, bu hususta sözlerini dinlememek vacip olur. [106]
Allah-u Teala bir başka ayet-i celile de ise: “Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.” [107] buyurmuştur.
Ayet-i Celilenin tefsirinde Elmalı Hamdi Yazır şöyle der: “Anaya babaya da şükrü insana tavsiye etmiş olmamızla beraber, onlar seni bana şirk koşasın diye zorlarlarsa sence hakkında hiçbir bilgi olmayan, yani hiçbir ilimde yeri olmayıp, imkansız olan şirki isnat ettirmek üzere seni sıkıştırırlarsa o hususta ikisine de itaat etme de onlara normal şekilde yardımcı ol. Yani günaha iştirak etmeksizin şeriatın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektireceği şekilde beraberlerinde bulun. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarına bakmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarını yap .” [108]
Burada anlaşılması gereken bir husus vardır. Ebeveynlerin şirk telkin etmelerine itibar olunmayacağı gibi onları Allah-u Teala’ya kulluk etmekten de men etmelerine itibar edilmez. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek, şeyh edinmek ve ziyaretine gitmek vb. kulluk gerektiren işler ve kulluğa destek olacak işleri terk ettirmelerine itibar edilmez. Ancak bu hususları yaparken dikkat edilecek önemli bir husus vardır. O da onları kırmadan ve hakaret etmeden istenilen kulluğu yapmaktır.
ANA-BABA ÖLDÜKTEN SONRA YAPILABİLECEK DAVRANIŞLAR
Abdullah b. Dinar, Abdullah b. Ömer’den şöyle rivayet ediyor: “İbn Ömer Mekke yolunda bir bedevi ile karşılaştı. Abdullah, selam verdi, onu hayvanına bindirdi ve sarığını da ona verdi. Bu hareketine karşılık biz dedik ki: “Allah iyiliğini versin, o bir bedevidir, bunlar küçük bir iltifata da memnun olurlar.”
Abdullah b. Ömer ise: “Onun babası, babamın yakın dostu idi. Peygamberimizin: “İyiliklerin en güzeli baba dostluğunu devam ettirmektir” buyurduğunu işittim diye cevap verdi. [109]
Hadis-i şerif baba dostlarına iyilikte bulunmanın faziletine delildir. Babanın dostlarına yapılan ikram ve ihsan, iyiliğin en faziletlilerinden olunca, bizzat babaya yapılan iyilik ve ikramın faziletini dille tarife imkân kalmaz.
Ebu Useyk Malik b. Rabia es-Said (r.a) şöyle anlatır: Bir gün Resulullah’ın huzurunda otururken Beni Seleme kabilesinden gelen birisi Peygamberimize şöyle bir soru yönetti: “Ya Resulullah! Anne babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mıdır?” bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Evet onlara hayır dua etmek, Allah’tan bağışlanmalarını dilemek, vasiyetlerini yerine getirmek, onlar tarafından olan akrabalık gözetmek ve arkadaşlarına ikramda bulunmak.” [110]
Hadis, ebeveyne iyiliğin ölümlerden sonra dahi devam ettiğini ve ölümlerinden sonraki iyilik şekillerini anlatmaktadır. Hadisi teyid eden ayet-i kerimelerden bir tanesinde: “Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et." [111] buyrulmuştur. Ebeveynin haklarındaki hayır dua bağışlanmaları için yüce Allah’a yakışır, onlar için yapılmış birer iyiliktir.
(Bir kere) Nebî (s.a.v)’e birisi, (yani, Sada İbn-i Ubâde(r.a)gelip) demiştir ki: “Ya Resulullah! Annem ansızın vefat etti. Öyle zannediyorum ki, anneciğim söylenebilseydi, tasadduk (edilmesini vasiyet) ederdi. Şimdi ben onun namına sadaka versem annem müsâb olur mu? Resul-i Ekrem(s.a.v): “Evet”(olur) buyurdu. [112]
İşte, ana-baba hakkı ve uyulması gereken edebi anlatmaya çalıştık. Zamanımızda insanlar bu ulvi varlıkları anmak ve hatırlamayı sadece senenin bir gününe hapsetmişler, sanki Allah-u Teala, ana-baba diğer günleri onlardan izale etmiş gibi davranmaları, Müslümanların da onlara uymaları çok garip bir durumdur. Öyleyse Müslüman’ın yapması gereken; ebeveynlerine hürmet, saygı ve itaati senenin bir gününe değil, her gününe yaymaktır. Hatta bu andan itibaren bu hukuku öğrenen herkesin ebeveynlerini ziyaret etmeleri, onların rızasını kazanmayı taleb etmeleri gerekmektedir. İşte tasavvuf budur.
[80]-Vehbe Zühaylî,İslam Fıkhı Ansiklopedisi,V,12
[81]-En’am suresi ayet-151
[82]-Lokman suresi ayet-14
[83]-İsra suresi ayet-23
[84]-Ankebut suresi ayet-8
[85]-Ahkaf suresi ayet-15
[86]-Nisa suresi ayet-36
[87]-Buhari,Tecrid-i Sarih,VIII,68,Hadis No:1148;İmam Nevevi,Riyazü’s-Salihin,III,250
[88]-Buhari, Tecrid-i Sarih,II,473,Hadis No: 318;Müslim Kitab’ul-İman;İmam Nevevi,Riyazü’s-Salihin,III,215
[89]-İsra suresi ayet-23
[90]-Müslim, Kitab’ul-Birr ve’s-Sıla,2551
[91]-İslam Alimleri Ansiklopedisi, XIV,328
[92]-Tecrid-i Sarih,Kitab’ul-Edeb,XII,12,Hadis No:1968;Müslim,Kitab’ul-İman,90;Ahmed b. Hanbel,II,164
[93]-İmam Şa’rani,el-Uhudu’l-Kübra,936-937;İslam Alimleri Ansiklopedisi,XV, 100-101
[94]-Buhari,Tecrid-i Sarih,VIII,Kitab’ul-Cihad, 377,Hadis No:1258;Müslim,Kitab’ul-Birr ve’s-Sıla,2549;Ebu
Davud,2529;Nesai,VI-10, VII-143;İmam Nevevi,Riyazü’s-Salihin,III,227
[95]-Ahkaf suresi ayet-15
[96]-Lokman suresi ayet-14
[97]-Buhari, Tecrid-i Sarih,XII,120,Hadis No:1965;Müslim, Kitab’ul-Birr ve’s-Sıla,2548
[98]-Buhari,Tecrid-i Sarih,Kitab’ul-Hibe,VIII,47,Hadis No: 1161;Müslim,Kitab’ul-Zekat,1003;Ebu Davud,1668;
İmam Nevevi,Riyazü’s-Salihin,III, 231
[99]-İslam Alimleri Ansiklopedisi,VIII,46
[100]-Bakara suresi ayet-215
[101]-Ahkaf suresi ayet-15
[102]-Lokman suresi ayet-14
[103]-İslam Alimleri Ansiklopedisi,II,289-290
[104]-İmam Şa’rani,el-Uhudu’l-Kübra,936
[105]-Ankebut suresi ayet-8
[106]-Buhari,Tecrid-i Sarih,XII,121
[107]-Lokman suresi ayet-15
[108]-Elmalı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili,VI,270
[109]-Müslim, Kitab’ul-Birr ve’s-Sıla,2552;Tirmizi,1904;Ebu Davud,5143
[110]-Ebu Davut,Kitab’ul-Edeb,5142;İbn-i Mace,3664; İmam Nevevi,Riyazü’s-Salihin,III, 261
[111]-İsra suresi ayet-24
[112]-Buhari,Tecrid-i Sarih,IV, 600, Hadis No:682
Facebookta Paylaş

Paylaş