O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"İMAN"
İnsan, ruh ve bedenden oluşan bir varlıktır. Bedenin gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhunda gıdaya ihtiyacı vardır. Nasıl ki beden belirli oranda gıda almak zorunda ise aynı şekilde ruh da sağlam ve şüpheden arınmış bir inanca sahip olmak zorundadır. Zira ruh, sağlam ve şüpheden arınmış bir imana sahip olmakla mutmain olur, huzura erer.
‘’Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur’’ (Rad 13/28) ayet-i kerimesi bu hususa delildir.
İman insanı itaate ve ibadete götürür. Samimi ve sağlam bir inanç, insanı yalnızlıktan kurtarır ve yüce Allah ile beraber olmayı sağlar. Bu da onun cennete girmesine vesile olur. İmanın bu faydası bile insan için yeter de artar. Zira Allah’ın varlığına ve birliğine iman eden bir kimse, her türlü çabayı gösterir, gereken önlemleri alır ve ümitle neticesini bekler. Sonuç istenildiği gibi çıkmazsa bile isyan etmez, sabırlar tahammül eder, bu durumun kendisi için hayırlı olduğunu düşünür. Oysaki sağlam bir imana sahip olmayan kimse sabırlı davranmaz, zorluklara karşı göğüs germez, çareyi başka şeylerde arar, yanlış yola başvurur. Bu durum onu çıkmaza sokar, artık nefsi ile baş başa kalır.
İMAN NE DEMEKTİR
İman, kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Tasdik kalp, dil ve fiil ile gerçekleşir. Kalp ile tasdik bir hükmün veya bir sözün kalben doğru olduğunu tasdik etmek, gerçek olduğuna kanaat getirmek ve şek ve şüphesiz inanmaktır. Dil ile tasdik bir hükmün başkasının duyacağı şekilde ifade etmektir.
Fiil ile tasdik ise hükme göre hareket etmektir, emredileni gereği gibi yerine getirmektir. Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar edilmeyen, fiil ile gerçekleştirilmeyen bir iman eksik kalır. Kalp ile dil aynı şeyi söyler ve kabul ederse iman gerçekleşir. Ama fiillerle ispat ederse bu da kamil olur. Kuran-ı Kerim, imanın tasdik boyutuna değişik vesilelerle işaret eder. Nitekim Hz. Yusuf’un kardeşleri ve babalarına,
‘’Ey babamız! Biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf’u da eşyalarımızın yanına bırakmıştık, o sırada onu kurt yemiş! Şimdi biz doğruyu da söylesek sen yine de bize inanmazsın, dediler’’ (Yusuf 12/17) Yani sen bizi tasdik etmezsin demektir.
‘’Ey peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla ‘iman ettik’ diyen münafıklar ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin’’ (Maide 5/41)
‘’Bedeviler, ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, belki İslam’a girdik (zahirden teslimiyet gösterdik) ‘ deyin. İman henüz sizin kalplerinize girmedi’’ (Hucurat 49/14)
Görüldüğü gibi gerçek iman, kalp ile tasdik etmekten ibarettir. Sadece dil le ifadenin bir değer taşımadığı anlaşılmaktadır. İkrarın gerekliliği ile de şu ayet delil olarak gösterilebilir: ‘’Allah’a ve bize indirilen her şeye inandık…’’ (Bakara 2/136)
İMANIN ESASLARI
İslam dininde Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere iman etmek esastır. Bunları bilip kabullenmek imanın temel şartıdır. Onun için imanın şartları altıdır, denilir. Bu şartlar Müslümanlıkta kesinlikle mevcut esaslardır. Bunlara, inanılması zorunlu ilkeler denir. Bunlara inanma mecburiyeti vardır. Bunları doğrulamadıkça iman gerçekleşmez. Bunlardan herhangi birini inkar etmek insanı hemen dinden çıkarır.
Biz bu imanımızı, ‘’Amentü billahi…’’ sözlerini okumakla daima açıklıyor ve ispat ediyoruz. Bu sözleri okuyan şöyle demiş oluyor.
‘’Ben yüce Allah’a, O’nun meleklerine, O’nun kitaplarına, O’nun peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin Allah’tan olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilip mahşerde toplanmak haktır ve gerçektir. Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.
NEYE ve NASIL İMAN ETMELİYİZ?
Rabbimiz bazı şeylere iman etmemizi istemektedir. Neye ve nasıl iman etmemiz gerektiği hususunda da bize bilgi vermiştir.
‘’Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara iman edin. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır. ‘’ (Nisa 4/136)
‘’Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.’’ (Bakara 2/285)
‘’Asıl iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman etmektir.’’ (Bakara 2/177)
‘’Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.’’ (Bakara 2/3-4)
İman, Allah’a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmadır. (Müslim, İman, 1.)
Buna göre iman, Allah’ın varlığına, birliğine, O’nun ortağı ve benzeri bulunmadığına, bütün varlıkları yaratan ve yaşatan, öldüren ve dirilten, kemal sıfatların sahibi, noksan sıfatlardan uzak ibadete layık tek ilah olduğuna inanmakla birlikte meleklerine, peygamberlere, ilahi kitaplara, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, kıyamet gününe, öldükten sonra dirilmeye, hesaba çekilmeye, cennet ve cehennemin mevcut olduğuna, her ikisine de girecek insanların ve cinlerin bulunduğuna iman etmektir.
ALLAH TEALA NEREDE?
Sıcak bir gündü. Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah ve birkaç arkadaşı Medine dışında bulunuyorlardı. Bir yerde oturup sofra kurmuşlardı. O sırada yanlarına bir çoban uğradı. Onlara selam verdi. Abdullah b. Ömer, çobana seslenerek,
‘’Gel sofraya otur sen de ye’’ diyerek çobanı sofraya davet etti. Çoban,
‘’Ben oruçluyum’’ dedi. Abdullah b. Ömer:
‘’Böyle sıcak bir günde, dağ başında, sürü peşinde oruç mu tutuyorsun?’’ diye sordu. Çoban da,
‘’Şu dünyada birkaç boş günümü değerlendirmeye çalışıyorum.’’ Dedi. Abdullah b. Ömer, çobanın takva ve vera halini tanımak istedi ve ona,
‘’bu koyunlardan birini bana satar mısın?’’ dedi. Çoban,
‘’Onlar benim değildir.’’ Dedi. Abdullah b. Ömer,
‘’Sahibine, birini kurt yedi, dersin’’ dedi. Çoban,
‘’Sahibine öyle söyledim, peki Allah Teala nerede?’’ dedi. Ve dönüp gitti. Giderken bir yandan parmağıyla göğü gösteriyor bir yandan da ‘’Ya Allah Teala nerede?’’ diye söyleniyordu.
Abdullah b. Ömer, çobanın halini ve bu sözünü çok beğendi. Öyle ki yol boyunca çobanın, ‘’Peki Allah Teala nerede?’’ sözünü tekrarlayıp duruyordu. Medine’ye dönünce, sürünün sahibine haber gönderdi, çobanla birlikte sürüyü satın aldı. Çobanı azat ederek hürriyetine kavuşturdu. sürüyü de ona hediye etti.
ALLAH!A ve O’NUN SIFATLARINA İMAN
İmanın temelini teşkil eden altı şart vardır. Bunlardan birincisi yüce Allah’a iman etmektir. Şöyle ki:
Hiç şüphesiz Allah Teala mevcuttur, kadimdir.
O, vahiddir, ilahlık sıfatında ikinci bir ortağı ve benzeri yoktur.
Hakimdir, her yaptığını yerince, güzelce yapar.
Kadirdir, her şeye gücü yeter, kimse O’nu aciz bırakamaz.
Alimdir, her şeyi bilir. Hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz.
Kahirdir, her şeye hükmünü geçirir.
Rahimdir, kullarına çok merhamet eder.
Müriddir, idare eder, diler, ister; her istediğini yapar.
Her şeyi işitir. Çok uludur, çok yücedir. Konuşur. Her şeyi görür.
Her şeyden üstün ve büyüktür. Her şeye gücü yeter.
Diridir, ölmez. Tektir, eşi, ortağı, benzeri, dengi yoktur.
Sameddir, her şey O’na muhtaçtır.; bütün varlık ona yönelir; O hiçbir varlığa muhtaç değildir.
Yüce Allah, ezeli ilmiyle her şeyi bilir; kudretiyle her şeye gücü yeter, hükmü geçer. Ezeli idaresiyle idare eder, bir şeyin olmasını ister; ezeli işitmesiyle işitir; ezeli görmesiyle görür; ezeli konuşma sıfatıyla konuşur; ezeli bir hayatla diridir; ebedi bir hayatla bakidir.
Allah Teala’nın kendisine has iki eli vardır. Bunlar O’nun sıfatı olup onlarla dilediğini yaratır. Yüce Allah’ın yüzü vardır. Zatına has sıfatları vardır. Bu sıfatlar O’nun zatının aynısıdır denmez; O’ndan ayrı şeyler olduğu da söylenmez. Bütün ilahi sıfatlar ezelidir, ebedidir.
Hak Teala’nın yaptığı bir iş için, ‘’ Bunu niçin yaptın’’ denmez; çünkü O’nun işlerini yaptırmayı gerektirecek bir sebep yoktur. Verdiği bir hükme kullarını boyun eğdirir. O’nun memleketinde, kendi idaresi dışında bir şey olmaz. O’nun mülkünde, ezelde hükmettiği şeylerden başka hiçbir şey meydana gelmez.
O, ilmiyle olacağını bildiği hadiselerin olmasını idare eder. Ezeli ilminde bir şeyin olmayacağını biliyorsa, onun olmamasını idare eder; velev ki olması caiz yani mümkün bir şey olsun. Cenabı-ı Hak, hayrı ve şerri ile kullarının bütün işlerini yaratır. Kainatta veya çok ne varsa, hepsinin zatını ve işlerini O yoktan var eder. O’nun istediği bu şeylere karşı hiç kimsenin bir itiraz ve kınama yolu yoktur.
KAPTANSIZ GEMİ OLUR MU?
İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye, Allah’ın varlığını ve birliğini inkar eden bir grup insan gelmişti. Bu meseleyi İmam-ı Azam ile tartışmak suretiyle Müslümanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Adamların niyet ve dertlerini bilen İmam- Azam, şöyle söze başladı:
‘’Bu konuya girmeden önce size bir şey soracağım: Şu Dicle nehrinde bir gemi var. Başında bir kaptan, içinde bir yardımcı eleman yokken, kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor; sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yere gidiyor, bu yükleri boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz?’’ diye sordu. Adamlar hep bir ağızdan,
‘’Bu olacak iş değil, böyle bir şey kesinlikle meydana gelmez. Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerede görülmüş?’’ dediler. O zaman İmam-ı Azam gereken cevabı verdi: ‘’Bir koca geminin tek başına bu işleri yapması imkansız olunca, şu koca kainatın kendi başına kurulması, hareket etmesi, içinde bunca varlıkların yaşaması nasıl mümkün olur?’’
Adamlar sustular, bu alemin ve kendilerinin sahipsiz olmayacağını anladılar. İmamın önünde Müslüman oldular.
Facebookta Paylaş

Paylaş