O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
TEVBE
Tevbe, insanoğluna Cenab-ı Mevlâ’nın verdiği en büyük nimetlerden biridir. Çünkü insan hata yapar, günah işler ama bir uyarı, yakınlarını alıp götüren ecel onu sarsar, pişman olur. İşte bu pişmanlığı ebedi hayat için kıymetli yapan şey tevbedir. Allah Tealâ da tevbe kapısını hep açık tutacağını bildirmiştir.
Meşhur alimlerimizden İmam Nevevî, Riyazü’s-Salihîn adlı hadis derlemesinde tevbe için şunları söyler:
“Alimler ‘günahın her çeşidinden tevbe etmek gerekir’ demişlerdir. Eğer günah, kul ile Allah arasında olup kul haklarıyla ilgili değilse, bu günahtan tevbenin üç şartı vardır:
Birincisi günahtan tamamen uzaklaşmak. İkincisi günahı işlediğine pişmanlık duymak ve son olarak da bir daha dönmemeye kesin karar vermektir. Bu üç şarttan biri bulunmazsa kişinin tevbesi sahih olmaz. Eğer günah kul hakkı ile ilgili olursa, ilk üç şartla birlikte, hak sahibinden helallik almak da gerekir. Eğer bu hak, mal ve benzeri bir şey ise sahibine geri verir.”
Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de tevbenin gerekliliği ile ilgili birçok ayet vardır:
“Ey iman edenler! Hep birlikte Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nûr, 31)
“... Ancak tevbe ve iman edip iyi bir davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Kim tevbe edip iyi bir davranış gösterirse, şüphesiz o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.”
(Furkân, 70-71)
Tevbe ile ilgili pek çok hadis-i şerif de varit olmuştur. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur: “Gündüz günah işleyenler tevbe etsinler diye Cenab-ı Hak gece rahmet elini uzatır. Gece günah işleyenler tevbe etsinler diye yine
Cenab-ı Hak gündüz rahmet elini uzatır. Bu durum, güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder.” (Müslim, Ahmed b. Hanbel)
Yine buyurmuştur ki:
“Eğer günah işleseniz ve günahlarınız göklere kadar ulaşsa, sonra da tevbe etseniz Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul eder.” (İbn Mâce)
Tevbe müminin günahlarından arınması, kalbinin temizlenmesidir. Tevbe, yeniden yola koyulmak, esas hedefe yönelmektir.
Allah Rasulü s.a.v. buyurmuştur:
“Mümin bir günah işlediği zaman kalbinin üzerinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe eder, günahı kalbinden çıkarır ve bağışlanma dilerse, kalbi tekrar eski parlaklığına kavuşur. Eğer günah işlemeye devam ederse kalp üzerindeki siyah noktalar da artar, nihayet kalbi tamamen kaplar. Kalbin üzerini kaplayan bu pas ve kiri Cenab-ı Hak ayette şöyle ifade eder: ‘Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir.’ (Mutaffifîn, 14)”
Bir başka hadis-i şerifte de Allah Rasulü s.a.v.’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Günahına pişman olan Allah’ın rahmetini, kendini beğenen ise Allah’ın gazabını bekler. Ey Allah’ın kulları! İyi bilin ki, herkes amelinin karşılığı görecek, iyi amelini dünyada görmeden dünyadan ayrılmayacaktır. Ameller sonuçlarına göre değerlendirilir. Gece ve gündüz bir binektir. Bu binekler üzerinde ahirete doğru güzel bir yolculuk yapın. Uzun emelden sakının, yapmanız gerekenleri ertelemeyin, çünkü ölüm ansızın geliverir. Allah Tealâ’nın suçun akabinde hemen ceza vermemesi sizi aldatmasın. Çünkü cehennem size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır.”
Allah Rasulü s.a.v. bu sözleri söyledikten sonra şu mealdeki ayeti okumuştur: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa karşılığını görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl, 7-8)
Hakiki bir tevbe bizleri arındırdığı kadar gönlümüzü de rahatlatır. Çünkü insanı hiç günah işlememiş gibi eski haline döndürür. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. böyle müjdelemiştir. Tevbe ümitli olmaktır, Allah’tan ümidi kesmemektir. Yaşadığımız çağda toplumların, insanların bir çıkmaza girmiş olmasının sebebi, iman ve tevbe kapısına başvurmamalarındandır. Tevbe eden kul, hayatında yeni bir sayfa açar. Allah’a karşı görevlerini aksatmaz, kendine Allah’ın emrettiği gibi bir davranır, çevresindekilerin hakkına hukukuna itina gösterir.
Hadis-i şerifte “Pişmanlık tevbedir.” (İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel) buyurulmuştur.
Pişman olmak, farkında olmaktır. Bu farkındalık insanı daha dikkatli davranmaya sevk eder. İnsan daima unutmayla, gafletle, nefsinin ve şeytanın kandırmasıyla yüz yüzedir. Önemli olan murakabeyi bırakmamak, bir hataya düştüğünde derhal tevbe etmektir. İnsan hiçbir zaman işlediği bir günah dolayısıyla ümitsizliğe kapılmamalıdır. Nitekim hadis-i şerifte buyurulmuştur:
“Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, eğer sizler günah işlemeseniz ve bu sebeple de tevbe etmeseydiniz Allah Tealâ sizleri yok eder ve sizin yerinize günah işleyen ve sonra tevbe ederek bağışlanma dileyen, Allah Tealâ’nın da kendilerini bağışladığı bir topluluk getirirdi” (Müslim, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel)
Tevbe kulun Allah’a yönelmesi, yanlış olan yolundan dönmesidir. Bu yüzden Allah Tealâ merhamet eder, kulu bağışlar. Tevbede niyetin sağlamlığı önemlidir, günahın büyük veya küçük olmasına bakılmaz. Aşağıdaki hadis-i şerif bunun en güzel örneğidir.
Ebu Said r.a. şöyle anlatıyor: “Rasulullah s.a.v. buyurdular ki:
Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip söylendi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahip: ‘Hayır yoktur’, dedi. Adam onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı. Sonra yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine alim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanı olup olmadığını sordu. Alim: ‘Evet, vardır. Seninle tevben arasına kim perde olabilir’, dedi. Ve ilave etti: ‘Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah’a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer.’
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azap melekleri adamın durumu hakkında ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri: ‘Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah’a yönelmişti’ dedi. Azab melekleri de: ‘Bu adam hiçbir hayır işlemedi’ dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara dedi ki: ‘Geldiği yerle gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin.’ Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği iyiler diyarına bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.” (Buhârî, Müslim, İbn Mâce)
Görülüyor ki yanlışa pişman olmak, hakka ve hayra niyet etmek ebedi hayatımız açısından büyük bir nimet, kurtuluşumuz için sağlam bir vesile. O halde Mevlâmızın davetine uyalım, yüzümüzü O’na döndürelim, tevbe edelim. Ki ebediyyet yurdu için ümidimiz olsun.[1]
İnsanın günah işlemeye müsait bir yaratılışı var. Her an bir iyilik yapması mümkün olduğu gibi günah işlemesi de mümkündür. Bir an olur, duyuları ile günah işlemekten kurtulamaz. Bundan kurtulacak olsa kalbindeki fesat onu yakalar. Bundan kurtulmaya çalışsa şeytanın vesvesesi yakasını bırakmaz.
Şeytan, kalbin Allah’ı anmasını engellemek için değişik fikir ve vesveseler verir. Kendimizi bir an şeytanın vesvesesinden kurtulmuş saysak, aziz ve celil olan Allah’ı bilmekte kusurlu olma hususunda gafletten kurtulamayız.
Ayrıca insanoğlu, hakikatini tam idrak edemediğinden kadere karşı gelmek, yaratılmışlarda noksan ve abes şeyler bulmak gibi değişik düşünce ve görüşlerle de günah işleyebilir.
Bütün bunlar müminlerin kendi durumlarına, manevi hallerine göre de değişiklik göstermektedir. Herkes kendi yaptıklarına, idrak ve anlayışına, ilmine, yaşayış ve ahvaline göre değişik günahlar işler. Hemen her hal için, taat ve günahın sınır ve şartları vardır. Bunları korumak taat, onların dışına çıkıp gaflete dalmak ise günah sayılır.
Bütün bunlara karşılık olarak Allah Tealâ kullarına büyük bir ikram ve ihsan olarak tevbeyi vermiştir. Tevbe her kulun bulunduğu durumdan kurtulup ilerlemesini, yükselmesini sağlayan bir nimettir.
Alim cahil herkes tevbeye muhtaçtır. Ancak kişilere göre bazı değişikler olur. Mesela manen yüksek derecelere ermiş olanların (‘havas’ın) tevbeleri günahları terk etmiş olmalarına rağmen çoğunlukla bir anlık gafletten ötürüdür. Havas’ın havas’ı sayılan Allah dostlarının tevbeleri ise kalpleri bir lahza Allah Tealâ’nın zatından masiva sayılan şeylere kaymasından dolayıdır.
Nitekim Zünnun Mısrî k.s. Hazretleri buyurur ki: “Sıradan insanların (‘avam’ın) tevbesi günahlarından, havas’ın tevbesi ise gafletten ötürüdür.”
Tevbe edenden tevbe edene çok fark vardır. Hatalardan tevbe edenle gaflet hallerinden tevbe eden bir olmaz. Bir tevbe eden de var ki, kalbi, halkı yaratan zatın gayrısına kaydığı için tevbe eder.
Diğer insanlar bir yana, peygamber efendilerimiz dahi tevbesiz kalmamışlardır. Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Bazen kalbime perdeye benzer bir şey gerilir. Bunun için Yüce Allah’a günde yetmiş kere tevbe ederim.” buyurmuştur.
Tevbe etmek, günah işleyen her şahıs için farzdır. Tevbesiz kalmak hüsran, büyük bir fırsat kaçırmak, büyük gaflettir. Allah’ın rahmet deryasına yol açan tevbeye sarılmak ise bahtiyarlıktır.
Büyükler dahi Allah Tealâ’ya layıkıyla kulluk edemediklerini söylemiş ve her zaman tevbe etmişlerdir. Bize düşen ise asla günahsız olduğumuzu düşünmeyip, tevbe ederek Allah Tealâ’nın rahmetine sığınmaktır.[2]
Tasavvufi hayatın en kıymetli nimeti müminlerin günahlarından tevbe etmesidir. Tevbe, ibadetlerin en efdali, mükemmellik kapısının nurlu anahtarı, ilâhi rızaya ulaşmanın en parlak ve latif yoludur.
İslâm’da insanın ilâhi rızaya ulaşması, huzura kavuşması, kemale ermesi esastır. Kemalâtı kazanmak, Allah Tealâ’nın yüceliğini hakkıyla bilmektir. Allah Tealâ’nın yüceliğini bildikten sonra tam bir kul olarak emirlerine itaat etme yolunun ilk kapısı tevbedir.
Kul olarak günah işlememek, bilhassa bu asırda günahkâr olmamak çok zordur. Fakat Allah Tealâ hazretleri, müminlere en nurlu kapı olan tevbe kapısını açmıştır. Tevbe kapısından geçip tevbesinde samimi olmadan bu yolda bir sonraki makama ulaşmak mümkün değildir. Bu ümmetin ilk uğrağı, dini hakkında bilgi sahibi olup, itikadını Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e göre düzeltip, aynı şekilde ibadet etmeye başladıktan sonra tevbe etmek olmalıdır.
İnsanın bilgisi arttıkça kendi kusurunu da o kadar çok fark etmeye başlar. Kusurlu olduğunun idrakiyle Allah’a olan ihtiyacını anlar. Allah’a ihtiyaç duymayan hiçbir kul yoktur. Hele günahlardan, isyandan dönüp taate kavuşabilmenin en önemli kapısı tevbe kapısıdır ki, bu da Hakk’a rücu etmek, yani Allah dönmek demektir.
Tevbede sebat etmek, yapılan tevbeyi bozmamak esastır. Her mümin işlemiş olduğu günah dolayısıyla mahcup ve pişman olur. Bu pişmanlık tevbedir. Ancak bugün pişman olan müminin üç beş gün sonra tevbesini bozmaması gerekir.
Tevbe etmek kolay olmasına rağmen aslında tevbede durmak zordur. Fakat nefsin terbiyesiyle elde edilecek bir olgunluk ve muhabbet hali kişinin tevbesinde durmasını sağlar.
Allah’a itaatin en önemli hususu olan tevbede durmak için nefsi kötülüklerden arındırıp güzelleştirmek, Allah’a yakınlaştırmak gerekir. Temizlik ve yakınlıkla tam olan mümin artık istikamet üzere olur ve Allah Tealâ’nın sevgisini kazanır. Duaları Allah katında makbul, kendisi kâmil, beşeriyete çok faydalı, çok merhametli, şefkatli bir insan olur. Şu halde bu yolculuk, dini bilmekle başlar, tevbe ile sabitleşir. Temizlik ve Allah’a yakınlıkla mükemmellik kazanır.
Günahların mahiyetini saymak mümkün değildir. Allah’ın hükmüne ve hukukuna riayet edilmeyen en ufak bir mesele bile insanın mükemmelleşmesine engel olur. Evliyayı, Allah dostlarını tanımak, onların elinden tutmak bu yüzden çok önemlidir. Allah dostunu kendine yol gösterici kabul eden kimseler, onların çok manevi yardımını görür, onlardan ayrılmadıkları sürecezorluk anlarında işleri daha kolay olur.
Bir müminin Allah yolunda izleyeceği yolda ilk işi velayet makamıyla karşılaşmak olacaktır. Bu makamda olan kâmil insanın terbiyesine kendini teslim ettikten sonra risaletin, Allah Rasulü’nün hakikatini anlamaya doğru yol alabilecektir. Tasavvufta “fenâ fi’r-rasul” denilen makam, risaletin hakikatinin, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in güzel ahlâkının idrak edildiği, kazanıldığı bir makam olur.
Tevbeyle başlayan bu yolculuk, kâmil mürşitler ve Peygamber Aleyhisselam’ın vasıtasıyla, onların bereket ve teveccühleriyle Allah’ın rızasına ulaşmakla tamamlanır. Bir insan için de Allah’ın kendisinden razı olmasından daha büyük bir nimet yoktur. [3]
Herkes tevbe ettiğine kanaat getiriyor, yalnız tevbelerin kabulünün bazı şartları vardır. Üç meseleyle tevbekârın alameti belli olur:
Dilini lüzumsuz söz, gıybet, söz gezdirme, yalan gibi afetlerden korur.
Hiç kimseye karşı kalbinde haset ve düşmanlık yoktur.
Bütün günahlarından ve kötü arkadaşlarından Allah Tealâ onu ayırır.
Şu halde tevbe , sadece sözleri ile: “Ya Rabbi bağışla, ben pişmanım.” demekten ibaret değildir. Tevbenin hukuku çok derindir.
Mümin kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil olmaz. Şu halde tevbelerimiz noksandır. Kâmil bir makama götürmek için tevbenin hakikatına , tevbe -i nasuha ulaşacak sebeplere yapışmamız lazım gelir.
Ulemanın bildirdiğine göre, Allah Tealâ tevbekâr kuluna dört ikramda bulunur:
Kötü arkadaşları bırakır. Zira kötü arkadaş insanın kötü yola gitmesine vasıtadır. Hadis-i şerifteki: “İmanın en alt derecesi yoldaki taşı kaldırmaktır.” sözlerini Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yoldaki taştan maksad nefstir . Zira Allah yolundaki insanın en kötü arkadaşı kendi nefsidir.
Tüm taatlara yönelik olmak şartıyla ve ibadetleri ifa etmekle her günahı bırakır.
Kalpten dünya sevgisi gider. Ahiret hüznü yerleşir.
Allah Tealâ'nın kefil olduğu şeylere karşı bir endişe duymaz, fakat akıbetinin ne olacağını da kestiremez.
Ebu Ümame Bahilî Hazretleri, Rasul-i Kibriya s.a.v.'den şöyle rivayet etmiştir:
“Sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin kumandanıdır. Kul bir iyilik yaptığı zaman hemen onun lehine on iyilik yazar. Kul bir kötülük işlediği zaman sol taraftaki melek onu yazmak isterse sağdaki melek şu emri verir. ‘Şimdilik dur!' Bu şekilde onun hatasını altı veya yedi saat bekleyerek, kul ettiğine tevbe edip Allah'dan bağışlanmayı isteyene kadar yazmaz. Allah'dan bağışlanmasını istemediği takdirde onun aleyhine bir kötülük yazar.”
Hz. Ebu Bekir r.a.'dan bildirilen hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Bir günah işlediğinizde derhal bir iyilik edin. Zira abdest ve gusül alır da Allah'ın huzuruna durup iki rekât namaz kılar, o iyilikten sonra bir tevbe ederseniz, Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul buyurur.”
Bunun için her birimizin günahın arkasından iyilik etmeyi adet edinmemiz lazım gelir. Nice arif menkıbelerinde vardır ki, murad için bir arif-i billaha giden kimse, o mübareğin şöyle bir hitabıyla karşılaşır.
- Yanında biraz para filan var mı?
- Var efendim.
- Sen git, onunla yetimlere ve sadakaya muhtaç olanlara iyilik et. Elinden gelirse birkaç gün oruç tut. Gece seherlerde kalk, bir miktar namaz kıl. Sonra Allah Tealâ'ya sıdk ile tevbe et, Allah Tealâ seni muradına erdirir.
Görülüyor ki iyilikler kötülükleri yok ettiği gibi, her bir kötülük de makamımızı aşağıya dü şürür.
İmam-ı Hasan r.a.'dan beyan buyurulan hadis-i şerifte Rasululah s.a.v. şöyle buyurmu ştur:
“Her kulun iki meleği vardır. Bunlar Kiramen Kâtibin'dir . Sağ taraftaki melek sol taraftakininin kumandanıdır. Kul kötü bir iş işlediği zaman sol taraftaki melek sorar: ‘Bunu yazayım mı?' Sağ taraftaki şöyle buyurur: ‘Beş günah işleyinceye kadar yazma.' Beş günah işledikten sonra sol taraftaki tekrar sorar: ‘Yazayım mı?' Sağ taraftaki melek: ‘Bir iyilik yapıncaya kadar bekle.' der. Bir iyilik yaptığı zaman sağ taraftaki melek şöyle der: ‘Bize bir iyiliğe on sevap yazmamız emredildi. Gel, bu yaptığı bir iyilik için on kötülüğü silelim. Ayrıca lehine beş iyilik yazalım.' Bunun üzerine şeytan bağırıp sızlanarak: ‘Ben insanlara ne zamana kadar yetişebileyim!' der.”
Allah Tealâ buyurmuştur: “Muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım.”
Tevbede sabit kalmanın en güzel yolu sadıklarla beraber olmak, gönlünü Allah'a bağlayan, ilmiyle âmil ulemanın, ariflerin terbiyesine girmektir.[4]
Dünya imtihanında içine düştüğümüz karanlıktan çıkış için tek bir yol var. Davetin, çağrının geldiği yöne dönmek ve nefsin, şeytanın hilelerine kulak asmadan yürümek... İşte bu yürüyüş tevbedir ve sonu aydınlığa çıkıştır.
İnsan, günah, hata, suç ve başkaldırıyla dolu dünyanın zulmetli atmosferinde gününü gün etmeye çalışıyor. Yüce Yaratıcısı onu kulluk göreviyle yeryüzüne göndermişken, o tam bir gaflet ve zavallılıkla Yaratıcısı’na itaati bir türlü beceremiyor. Yaptığı çoğu şey de kusurlu.
Gafletine gaflet katan günahlardan her tattığında, hakkı gören gözü daha bir körleşip, nazargâh-ı ilâhi olan kalbi daha bir kararıyor. Bu nedenle arınıp temizlenmeye muhtaçtır insan. Tıpkı kirli bir elbisenin temizlenmesi gibi...
Peki nedir onu temizleyip ak-pak edecek olan?
Elbette ki tevbe...
Yeniden doğmuş gibi
Günahlarla kirlenen insanoğlunun tek kurtuluş ümididir zira tevbe. Nitekim Hak Tealâ Hazretleri bu gerçeğe şöyle işaret buyurur: “Ey iman edenler! Hep birden Allah’a
tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31)
Günahına tevbe eden kişi, Efendimiz s.a.v.’in ifadesiyle “günahsız kimse gibidir”. Yani tertemizdir.
Bu müthiş iksirden yudumlayan her kişi taze bir can bularak yeniden dirilir. Allah’la arasında engel olan perdeler bir bir açılır. Böylece ölen kalp, körelen göz, duymayan kulak yeniden çalışmaya başlar. Anlayışı keskinleşir insanın, muhabbeti artar. Yeni bir soluk gelir kulluğuna...
Tevbe, imana özgü hallerin ilki, Hak yolculuğunun başlangıç noktası, vuslat kapısının anahtarıdır. Kulun hatasını anlayıp, günahlarına pişmanlıkla Allah’a yönelmesinden daha
kıymetli bir şey yoktur.
Nasıl bir tevbe?
Sözlük anlamı itibariyle “bir şeyden geri dönmek” manasına gelen tevbe, dinî terim olarak “günahtan pişmanlık duyup vazgeçmek” demektir.
Vicdanen çirkin bulduğu için değil de bedenine, malına, makam ve haysiyetine zarar vereceği endişesiyle günah ve kabahatten vazgeçmek tevbe değildir. Asıl tevbe, dünyevî menfaatlerine
ters olsa bile, sırf Allah Tealâ’nın rızası için günahı çirkin görüp tiksinti duyarak ondan vazgeçmektir.
Tevbeden maksat, sıfat-ı zemimeyi, yani nefsin kötü sıfatlarını iyiye döndürmektir. Bir başka ifadeyle; nefsin sıfatlarından en aşağı derecede yer alan ve sürekli kötülük yapmayı emreden
nefsi, itminana ermiş, kulluğunu hakkıyla bilen nefse çevirerek, Allah Tealâ’nın “İrci’î (dön)” hitabına kabiliyet kazandırmaktır.
Nasuh tevbesi
Cenab-ı Hak bizden alelâde bir tevbe istemiyor. Bir kere yapılacak tevbenin “nasuh tevbesi” olması şart. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayet-i celilede: “Ey iman edenler, Allah’a nasuh tevbesi ile tevbe edin!” (Tahrim, 8) buyurmaktadır.
O tevbe ki samimiyet ve sadakat ifade eder. Adam gibi tevbe yani... Ve bu tevbenin yerine getirilmesi gereken bir takım şartları var.
Evvela kişi, günahın zararlı bir şey olduğunu, Allah ile arasına perdeler çektiğini aklının bir kenarına yazacak. Sonra, geçmişte yapılan günah ve hatalara samimiyetle –onların vicdana yaşattığı iç sancısını kalpte hissederek- pişmanlık duyacak. Zira Allah Rasulü s.a.v.’in bildirdiğine göre, “Pişmanlık tevbedir.” (İbni Hibban, Hâkim)
Tevbenin bir diğer şartı, kötü alışkanlıkların yanı sıra kötü arkadaş ve dostları da terk etmektir. Zira onlarla arkadaşlığa devam edildiği takdirde kendilerinden eninde sonunda etkilenilir. Tıpkı gün boyu kahvehaneye girip çıkan birinin sigara dumanı kokması gibi. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz s.a.v., “Kişi dostunun (arkadaşının) dini üzeredir. Sizden biri
kiminle dostluk kurduğuna baksın (dikkat etsin!).” (Ahmed b. Hanbel) buyurmaktadır.
Zünnûn el-Mısrî şöyle der: “Tevbe, geçmiş günahlardan dolayı sürekli pişmanlık duymak, bir daha günaha düşmekten korkmak, kötü dostları terk etmek, cennetliklerle birlikte olmaktır.”
Öte yandan hak sahiplerine haklarını ödeyip, kendileriyle helalleşmek gerekir. Yapılacak iyilikler, yaptığımız haksızlıkları temizleyecektir.
Allah Tealâ’nın üzerimizdeki haklarını ise, aslında ödemek asla mümkün değilken, O bize lutfederek bir kısmını yalnızca tevbeyle, bir kısmını da tevbe ile birlikte kaza ve kefaretle ödenir şekle sokmuştur. Örneğin namaz ve orucun terkinden dolayı kaza gerekirken, yemini bozmaktan dolayı kefaret gerekmektedir.
Bir daha yapmamak
Tevbenin en önemli şartı ise, yapılan tevbenin üzerinde durmak, yani Allah’a verilen “bir daha yapmayacağım” sözünde azim ve kararlılık göstermektir.
Eğer tevbe ederken aklımızın bir kenarında günah ve hatalarımızı tekrarlamaya dair bir düşünce yatıyorsa, o tevbe reddedilir. Yani samimi (nasuh)
tevbe olmaz.
Sahabilerden Muaz b. Cebel r.a. bir gün sorar:
- Ya Rasulullah! Nasuh tevbesi nedir?
Rasulullah s.a.v. şöyle buyurur:
- Kulun, yapmış olduğu günaha öyle pişmanlık duyması ve Allah’tan öyle özür dilemesidir ki, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönemez.
Zerr İbni Hudeyc r.a. demiştir ki, Ubey İbni Ka’b’a sordum:
- Nasuh tevbesi nedir? Dedi ki:
- Bu konuyu Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e sordum. Buyurdular ki: “Günah işlediğin zaman çok pişman olman ve o pişmanlıkla beraber Allah’tan mağfiret dileyip bir daha o günahı ebediyen işlememendir.”
Bu arada şunu da hatırlayalım ki, Sevgili Peygamberimiz s.a.v. bir peygamber olduğu halde günde yetmiş veya yüz defa tevbe ettiği rivayet edilmiştir. O günah işlemez iken böyle
yapıyorsa, bizim tevbe-istiğfara ne denli ihtiyacımız olduğu daha bir açıklıkla görünüyor.
Temizlenip arınmak, Hakk’a ve hakikate dönmek için hep birlikte tevbeye sarılmalıyız; samimiyet, sadakat, yakarış ve gözyaşıyla...
Ne mutlu kendini arındıran kullara. Onlar ki; “Kendini arıtan saadete ermiştir.” (şems, 9) hitabının muhataplarıdırlar.[5]
MENKIBELER
MENKIBE
Hâtem Âsamm’ın (k.s) Bir Günahkâra Dua Etmesi
Naklederler ki, Hâtem Âsamm (k.s) bir gün Belh’te vaaz ederken,
— İlahi! Bu mescitte en günahkâr kimse, onu affet, diye dua etti. O sırada mecliste bir kefen hırsızı bulunuyordu. Gece olunca adam mezar-soymaya gitti. Mezarın üstünü açınca,
— Utanmıyor musun ki, bugün Hâtem-i Asamm’ın meclisinde affolundun, bu gece yine günahın başına geçiyorsun? diye bir avaz (ses) işitti. Bunun üzerine kefen hırsızı tövbekar oldu.[6]
MENKIBE
Şarap İçmekten Tevbe Et!
Naklederler ki, Ebû Fadl Deylemi Ebû İshak Şehriyar Kâzerûnî’yi (k.s) ziyarete geldi. Şeyh buyurdu:
— Şarap içmekten tevbe et!
— Ey şeyh! Ben Vezir Fahrü’l-Mülk’ün nedimiyim, olur ki tövbeyi bozarım.
— Sen tevbe et, eğer onların toplantılarında seni sıkıştırırlar ve sen de çaresiz kalırsan beni yadet! Bunun üzerine Ebû Fadl tevbe edip gitti. Sonra mecliste vezirin yanında bulunan meyhorlar, ona içki içmesi için ısrar ettiklerinde,
— Ey şeyh, nerdesin? Yetiş! (Allah Teâlâ’nın izni ile yardımcı ol!) dedi. Derhal ortada koşan bir kedi peyda oldu, o içki çanağını kırıp şarabı döktü, bunun üzerine meclisleri altüst oldu. Ebû Fadl, bu kerametleri görünce hüngür hüngür ağladı. Vezir,
— Ağlamanızın sebebi nedir? diye sordu. O da halini vezire anlattı. Vezir,
— Aynen bu şekilde tevbe üzere ol, dedi ve bir daha onu hiç sıkıştırmadı.[7]
3- MENKIBE
Tövbe Etmekte Geç Kaldın
Hucvirî anlatıyor:
Naklederler ki: Şakık Belhî'nin yanına ihtiyar bir adam gelmiş ve:
— Ey Şeyh, günahım pek çok, tövbe etmek istiyorum? demiş. Şakîk:
— İyi ama geç kaldın, deyince ihtiyar:
— Hayır, tersine erken bile davrandım, demiş. Şakîk:
— Bu nasıl olur, deyince, ihtiyar şöyle demişti:
— Ölümden önce tövbe etmeye teşebbüs eden bir kimse, teşebbüsünde geç bile kalmış olsa, yine de erken davranmış demektir.[8]
[1] Mübarek Erol, Semerkand Dergisi, Temmuz 2010.
[2] Mehmet Ildırar, Semerkand Dergisi, Ocak 2008
[3] Mehmet Ildırar, Semerkand Dergisi, Kasım 2010.
[4] Mehmet Ildırar, Semerkand Dergisi, Aralık 2005
[5] Kürşad Salih Yaman, Semerkand Dergisi, Temmuz 2006
[6] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 322.
[7] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 768.
[8] Hucvirî, Keşfu'l-Mahcûb, s. 210.
Facebookta Paylaş

Paylaş