O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"DİLİN AFETLERİNDEN GIYBET"
Allah Teâlâ, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
‘’Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.’’[1]
Bir misalle başlayım:
Buralarda sıkıntılar içindesiniz ve uzaklarda bir yerlerde çok sevdiğiniz bir dostunuz var. O da sizi çok sever, üstelik çok varlıklı ve cömert. Ona bir varsanız, hayatınızın kalan bölümün de ne derdiniz olacak, ne tasanız… Ona gitmeye karar verdiniz, zaten başka çareniz yok. Cebinizdeki son parayla biletinizi aldınız. Ne başka paranız var, ne de para isteyecek bir arkadaşınız. Hazırlıklarınız tamam, tam yola çıkmaya hazırlanırken birdenbire bir adam elinizdeki çantayı, içindeki biletle birlikte kapıp bir anda gözden kayboluveriyor. Koşuyorsunuz, bağırıyorsunuz ama nafile… ortada öylece çaresiz, yıkık kalıveriyorsunuz
Şimdi soru şu:
Bir anda bütün ümitlerinizi, hayallerinizi çalan bu adamı yakalasanız ne yaparsınız? Sırtını sıvazlamayacağınız kesin!
Peki, ya o bileti kendi elimizle yırtıp atmışsak? Ya kendi hayallerimizi, yarınlarınızı kendi elimizle yıkmışsak?
Nasıl olur demeyin, öyle aymazlıklarımız olabiliyor, öyle biletler yakıyoruz ki, başkası yapsa deli deriz.
Bir anlık gafletin sonu
Misalimizdeki dost, Allah Teâlâ Hazretleri’dir. O bir cihetten bize çok yakınken, nefsin perde ve karanlıkları sebebiyle biz Ona çok uzaktayız. Aradaki bu mesafe ancak karanlıktan aydınlığa doğru bir yolculukla aşılabilir.
Bilet ise salih amellerdir. İbadetlerimiz, niyetlerimiz, hizmetlerimiz ve bütün hayır-hasenatımız o bilette saklı.
Bilirsiniz, sevap ve hasenat kazanmak çoğu zaman göründüğü kadar kolay değildir. Nefs ve şeytanla kıran kırana mücahede ister. Bazen de nice zorluk, feragat ve fedakârlık gerektirir.
Böyle aylarca yıllarca biriktirirsiniz. Hep bir yolculuk vardır hayalinizde. Dostun kapısı vardır.
Fakat… Hesapsızca söylenmiş bir çift söz, gözünüzün önünde bütün sermayenizi alıp götürüverir, her şeyinizi yok eder.
İşte gıybet böyledir!
Hiç önemsemeden, düşünmeden söylediğimiz öyle sözler vardır ki, yıllarca işlenen Salih amellerin manevi bedelini yok edebilir.
Hatta kimi sözler var ki, Allah korusun, son nefeste imanın elden gitmesine dahi sebep olabilir.
Gıybet işte böyle bir ateş! Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurur ki: ‘’Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.’’
Biz manevi hayatımıza titizlik gösteririz. Mesela şüpheli gıdalar konusunda kılı kırk yayarız. Fakat nedeni nedir bilinmez, bu hassasiyetin onda birini gıybet diye göstermeyiz.
Elbette şüpheli gıdalardan, uzak durmak övülecek bir davranıştır. Fakat Kur’an ve Sünnet’le haramlığı kesin olan gıybet konusunda bu hoyratlık çok gariptir. Üstelik gıybet, söylemek rahatsız edici ama din kardeşini etini hem de ölü iken dişlemektir. Bu bize ait bir tarif değil, Cenab-ı Hak böyle buyuruyor.
Şayet her manevi hadisenin birde görünür şekli olsaydı, gıybet eden kişinin ağzında kan ve irin akacaktı.
Menkıbe
Naklederler ki: Adamın biri kalkıp Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) meclisinde dilendi. Bu durumu gören Cüneyd (k.s), hatırından,
“Adamın vücudu sıhhatli, çalışıp kazanabilir, hal böyle iken niçin dileniyor ve bu zillete katlanıyor?” diye bir fikir geçti. O gece rüyasında, üzeri örtülü bir tepsinin önüne konulup kendisine, Hadi ye! Denildiğini gördü. Tepsinin kapağını kaldırınca, sözü edilen dilencinin ölmüş ve bu tepsinin içine konulmuş olduğunu gördü ve
— ‘’Ben ölü eti yemem!” dedi. Kendisine,
— ‘’Peki, dün gece mescitte niye yedin?” denildi. Cüneyd (k.s) Kalb ile gıybet edilmiş olduğunu ve hatırından geçen şeylerden sorumlu tutulduğunu anlamıştı. Diyor ki: Bu rüyanın heybet ve dehşetiyle uyanmış, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o dervişi aramaya koyulmuştum. Nihayet kendisini Dicle Nehri’nin kenarında gördüm. Suya atılan sebzeleri, suyun yüzünden toplayıp yiyordu. Yanına vardığımı fark edince başını kaldırdı ve bana,
— Hakkımızdaki düşüncenden ötürü tevbe etmedin mi? diye sordu.
— Ettim, ettim, dedim. O zat şöyle dedi:
— O halde şimdi var git. “Kullarından tövbeyi kabul eden O’dur” [2] Şu “Hatır tövbesini” de muhafaza et! [3]
Bütün insanlığa bir örnek ve uyarı olmak üzere, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, oruçlu iken gıybet eden iki genç kıza istifra etmelerini emretmiş ve aynen böyle olmuştu.
Gıybet, insanın hasenatını yakar, siler dedik ama tam da böyle değil. Gıybet edenin defterinden silinir, kimin gıybeti yapılmışsa onunkine yazılır. Yani birinin yangını diğerinin kazancı…
Seyyid Abdülhakim el-Hüseyn-i (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
‘’Malumdur ki, vazifeli melekler yirmi dört saatte bir herkesin yaptığı ameli Rabbül Alemin’e arz ederler.
Rabbül Âlemin, sol omuzda bulunan, günahları yazmakla görevli meleğe sorar:
- Bu kulumun günahları arasında gıybette var mıdır?
Eğer melek, ‘Evet Rabbimiz, bu kulun günahları arasında gıybette vardır’ derse,
Rabbül Âlemin o kulun işlemiş olduğu hayırları kabul etmez, reddeder. ‘Götürün, bunun hayrını, gıybetini yaptığı kimseye verin’ der.
İşte bakın küçük görünen bir gıybet insanın yirmi dört saatlik emek vererek yapmış olduğu hayırların alınıp bir başkasına verilmesine sebep oluyor. ‘’ [4]
Menkıbe:
Bir zamanlar devamlı olarak bir şeyhin gıybetini yapan, aleyhinde konuşan bir kimse varmış. Bir gün bu adam şeyhin yanına gider. Şeyh onu görünce hemen kalkar, izzet ikram eder. Kıymet verir ona. Yanında oturur. İltifatlarda bulunur. Beklemediği bir durumla karşılaşan adam, utanır, yaptıklarına pişman olur. ‘Allah Allah der, ben bu zatın bunca gıybetini yaptım, aleyhinde konuştum, hiçbir fenalığını görmediğim halde. Şeriata uymayan bir hareketine şahit olmadığım halde. Hâlbuki kendisi bak, beni nasıl karşıladı. Beni ne kadar mahcup etti. Bir daha arkasından konuşmayacağım diye, kendi kendine söz verir. Sözünde de durur. Bir daha o şeyhin aleyhinde konuşmaz, gıybetini etmez.
Bir müddet geçtikten sonra tekrar şeyhin ziyaretine gider. Ama sukût-u hayale uğrar. Çünkü şeyh ona bu sefer hiç iltifat etmez, hiç kıymet vermez, ilgi göstermez kendisine. Hayret eder adam. Şeyhin değişmesine bir mana veremez. Dayanamaz, şeyhe sorar: ‘’ Efendim, der ben daha evvel hep gıybetinizi yapardım. Ziyaretinize geldiğim zaman bana çok ikram ettiniz. Şimdi gıybetinizi terk ettim ama siz bana hiç iltifat etmiyorsunuz. Acaba sebebi nedir? Şeyh:
‘Doğru söylüyorsun. Sen gıybetimi yaptığın zaman sana çok iltifat ettim, ikramda bulundum. Çünkü sen gıybetimi yapmak suretiyle bütün sevabını bana gönderiyordun. Sen çalışıyordun, yirmi dört saat emek veriyordun. Ben ise senin çalışmandan doğan sevabını yiyiyordum. O zaman bana çalışmış oluyordun. Maaşını ben alıyordum. Böyle olunca, ikram etmem, senin kıymetini bilmem icab etmez miydi? Ama bugün için artık gıybetimi terk edince, bende senden gelen sevabı kaybettim. Sen evindesin, ben de evimdeyim. Bir alış verişimiz kalmadı. Artık sana iltifat etmeme kıymet vermeme, ikramda bulunmama sebep de kalmadı. [5]
Böylece insan, sevmeyip gıybetini ettiği şahsa farkında olmadan büyük iyilik etmiş olur. Şayet mahşer günü hasenatı yetmezde iflas ederse, bu seferde alacaklıların günahı gıybet eden kişiye yüklenir. [6]
Hasan–ı Basri (k.s) hazretleri kendisini gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve üzerine şöyle bir not koymuştur: ‘’Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de sana buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını vermedim.’’
İslam büyüklerinden bazıları diyor ki; ‘’Biz sahabelere yetiştik onlar ibadeti namazda, oruçta değil başkalarını Gıybet etmemekte laf taşımaktan kaçınmakta başkalarına dil uzatmaktan sakınmakta ararlardı.’’ [7]
Gıybet ve İftira
Türkçe karşılığı ‘’çekiştirme‘’ olan gıybeti, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz ‘’Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’’ Diye sorar. Sahabeler, ‘’Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler.’’
Bunun üzerine Birinizin kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır. Açıklamasını yaptı.
Orada bulunan bir adam Ya benim söylediğim onda varsa (bu da mı gıybettir) dedi. Aleyhissalatu vesselam efendimiz. ‘’Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada ) bulundun demektir.’’
Dolayısıyla bir kimsenin bedeni, soyu, ahlakı, işi, sözü, dini, dünyası, elbisesi, evi, arabası velhasıl her şeyiyle ilgili, işitince üzüleceği bir kusuru arkasından söylemek gıybettir.
Eğer hakkında konuştuğumuz kişi yanımızda olsaydı cümlelerimizi değiştirme ihtiyacını hissedecek miydik? Cevabımız evet ise, - doğruyu söylemek kaydıyla – bu yaptığımızın adı gıybettir. Söylediklerimiz onda yoksa ayrıca birde iftirada bulunmuş olacağız ki, bu daha da büyük bir fecaattir.
O bakımdan, bir müslümanın gözüyle görmediği, kulağıyla duymadığı, inceleyip araştırmadan başkalarına naklettiği dedikoduların iftiraya dönüşmesi içten bile değildir. Dilden dile dolaşan bir sözün değişime uğramadan tam olarak doğruyu ifade etmesi çok zordur. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmuştur: ‘’Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.’’ [8]
Dinleyen, hakkında konuşulan kişiyi tanımıyorsa gıybet olmaz. Kâfirin gıybetini ise caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Fakat mal, can, ırz ve dini için Müslümanlar tarafından güvence verilmiş olan Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hıristiyan ) zimmîlerin gıybetini yapmakta caiz değildir.
Zina ve faizden Tehlikeli günah
Gıybet kadar dini hayatı alt-üst eden, birlik ve beraberliği temelinden dinamitleyen, kardeşliği yerle bir eden, insanları birbirine düşman eden başka bir hastalık düşünmek zordur.
Fakat yazık ki, Kur’an ve Sünnet’in onca ikazına rağmen, gıybet günümüz toplumunda halen som altın gibi rağbet görebilmektedir. Üstelik kişisel planda da kalmayarak, gazeteler, dergiler, radyo, televizyon ve internet aracılığıyla bütün bir toplumu sarmıştır.
Gıybet önü alınmadığı takdirde toplumu çürütecek bir hastalıktır. Zira Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bu bulaşıcı hastalığın tahribatından söz ederken; ‘’Denize bulaşsa denizi dahi bozar’’ [9] buyurmuştur.
İşte bu kişisel ve toplumsal tahribatından dolayı Kur’an-ı Kerim’de ‘’Ölü kardeşinin etini yemeye’’ benzetilen gıybet, pek çok hadiste gayet tehdit kar ifadelerle yasaklanmıştır.
Bunlardan bazılarında zina etmekten [10] ve faiz yemekten daha kötü sayılmıştır. Çünkü zina eden kimsenin tövbesi kabul edilir. Fakat gıybet edenin durumu böyle değildir. Onun affedilmesi, öncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır.
Gıybetin faiz ile mukayese edilmesinde ise, ayrı bir incelik vardır. Bilindiği gibi faiz dinimizce çok kötülenen ve şiddetle yasaklanan bir günahtır. Çünkü faizden haksız kazanç elde edilmekte ve insanlara zarar verilmektedir. Gıybette ise bundan daha ağır bir cürüm işlenmekte, insanın manevi şahsiyetine, şeref, namus ve haysiyetine tecavüz edilmektedir. İslamiyet ise insana çok büyük değer verdiği için, onun manevi şahsiyetini malından üstün tutmaktadır.
İşte bu yüzden Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz: ‘’Ribanın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyeti) rencide etmektir’’ [11] buyurarak gıybetin pis bir günah olan faizden daha pis bir günah olduğuna dikkat çekmektedir. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu günahı işleyenlerin ahretteki halini şöyle tasvir eder:
‘’Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrail, bunlarda kim, diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.’’ [12]
Cehenneme eş sözler
Tercih edilen görüşe göre gıybet büyük günahlardandır. Ancak yapılan gıybetlerin tahribatları farklı farklıdır. Mesela bir şahsın huzurunu bozan gıybetle bir toplumu birbirine düşüren gıybet arasında dağlar kadar fark vardır.
Aynı şekilde herhangi bir şahsı gıybet etmekle, sahabe-i kiram, evliyayı ya da alimleri gıybet etmek çok farklıdır. Peygamberleri (selam üzerlerine olsun) eleştirmek ise küfürdür.
Sahabe ve evliyanın gıybeti:
İmam-ı Gazali (r.ah) hazretlerinin buyurduğu gibi, dinimizi bize ulaştıran Ashab-ı Kiram (r.anhüm) Hazretleri’dir. Onların bazı hallerini hoşa gitmeyecek şekilde mübalağalı bir tarzda anlatmak haramdır.
Onlardan sadece birini kötülemek dahi insanın kendine vereceği en büyük zararlardandır. Hem böyle bir davranış, Allah Teâlâ’nın onlardan razı olduğunu bildirdiği ayetlere inanmamak manasına gelir. Ashab-ı Kiram’ın hepsi de adil, Salih, evliya ve müçtehittirlerdir.
Bu güzide topluluk, pek çok ayet ve hadisle methedilerek üstünlüklerine işaret edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
‘’Aman ashabım hakkında söz söylemekten sakının; aman sakının. Asla benden sonra onları hedef almayın. Onları seven beni sevdiği için sever; onlara buğz eden Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.’’
Evliyanın, özelliklede sadat-ı kiramın gıybetini yapmak, onlara münkirlik etmek, haklarında ileri geri konuşmak da son derece tehlikelidir.
Sohbetler kitabında S.Abdülhakim (k.s) hazretleri şu hususa temas ediyor:
‘’Gıybet etmek mümin kardeşin etini yemek gibi olduğu [13] Kuran’da belirtilmiştir. Hadis-i şerifte ise âlimin kanı zehirlidir buyruluyor. Gıybet etmek suretiyle âlimlerin etini yemek her ne kadar insanı zehirlese de gıybet etmek suretiyle evliyanın etini yemenin zararı insanın imanıdır. Evliyanın gıybetini yapmanın, aleyhinde konuşmanın, münkirliğini etmenin tehlikesi imanadır, ebedi felaketlere sebeptir.’’
Cenab-ı Hak hadis-i kutside buyurur ki: ‘’Her kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse, muhakkak ben ona savaş açarım.’’ [14]
Allah Teâlâ ile harp eden bir kimsenin tövbe etmedikçe iflah olmayacağı muhakkaktır.
Cemaatlerin gıybeti:
Farklı metod ve meşrepte dine ve millete hizmet eden gruplar her zaman olmuş ve olmaya devam edecektir.
Gayede bir olmak, bid’at ehli olmamak, müspet ve yapıcı olmak kaydıyla böyle grupların, cemaatlerin var olması katiyen bir ayrılık değil, aksine zenginliktir. Çünkü bunların her biri farklı kabiliyet ve yaratılıştaki insanı ele alır, onu dinine, ailesine, vatanına faydalı hale getirir. Sonuçta her cemaat farklı bir açıdan Allah ve Resulü’nün muradına hizmet eder.
Eğer gaye Allah’ın dinine hizmet etmekse diğer safta bu hizmeti yapan müslümanlardan memnuniyet duymak, hayırlı hizmetlerinden dolayı onları, alkışlamak gerekir. Sırf kendi safında olmadığı için mümin kardeşlerinin hizmetinden rahatsızlık duyanlar kendilerini hesaba çekmelidir. Nice zamandan beri Allah’ın dinine değil, kendi nefislerine hizmet ettiğini anlamalı ve boşa ömürleri için tevbe-istiğfar etmelidirler.
Elbette ki her cemaatin kendi yolunu doğru ve güzel görmeye hakkı vardır. Fakat ‘’Yalnızca benim yolum, benim gidişatım haktır!’’ demeye hakkı yoktur. Çünkü İslam, sahih itikat sahibi herkesin meşrebi, mezhebi, his ve duygularıyla kabul eder, onlara bağrını açar. Onu sertleştiren, dar bir çevrede ele alan, başkalarına hayat hakkı tanımayan bizleriz. Allah Teâlâ böyle bir anlayış ve düşünceden razı değildir. O’nun razı olmadığı bir yolda ve işte de hayır yoktur.
Bazı meselelerde bazı cemaatlerin farklı kanaat ve değerlendirmelerinin olması gayet normaldir. Böyle durumlarda ‘’Bu da onların içtihadıdır.’’ der geçer ve üzerinde durmayız. Fakat sırf bizden farklı düşünüyorlar diye iman cephesini topa tutmak ve onlara karşı düşmanca bir tavrın içine girmek asla doğru değildir.
Müminleri eleştirmek, onların gıybetini yapmak ve hatta bunu düşmanlık derecesine vardırmak, olsa olsa kendi kalesini topa tutmak, dış mihrakların ekmeğine yağ sürmek demektir. O yüzden Ehl-i Sünnet’e bağlı herhangi bir cemaati küçük düşürücü, kınayıcı sözlerden uzak durmak gerekir.
Araplar şöyle, Acemler böyle, Türkler şöyle, Kürtler böyle… gibi genelleme yaparak bir kavmin aleyhinde konuşmakta böyledir. Ayrıca Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in kavmine dil uzatmak edebe aykırıdır.
Aramızdan ayrılanların gıybeti:
Çeşitli sebeplerle içinde bulunduğunuz hizmette gevşeyen veya muhtelif endişe zaaflarından dolayı hizmetten kopan kardeşlerimiz her zaman olabilir. Ama onlar mümin kaldıkları sürece her zaman bizim kardeşlerimizdir. Bu yüzden onları küçük düşürmek, gıybetlerini yapmak etlerini dişlemekten farksızdır.
Ayrıca konuştuklarınız bir gün muhakkak onun kulağına gidecek ve belki bu yüzden temelli kopacak, hatta düne kadar hizmet ettiği değerlere düşmanca bir tavır takınarak zulmete düşecektir. Haliyle vebale de gıybet eden ortak olacaktır.
Aynı husus din değiştirenler için de söz konusudur. Böyle bir davranış belki güneşin ışığına sırtını dönmek kadar vahim olabilir. Fakat her şeye rağmen bu kişiler din değiştirmişlerdir. Öyleyse gıybet edilmeleri caiz olmaz.
Allah Resulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyuruyor: ‘’Her kim Müslüman kardeşini bir günah yüzünden ayıplarsa onu kendiside işleyinceye kadar ölmez.‘’
Gittiği cemaat aleyhinde konuşmak, gıybet etmek, ayrılığı daha da körüklemek manasına gelir. Hem de farkında olmadan, bu manzarayı zevkle seyredenlere hizmet edilmiş olunur.
Samimi müminler için hizmetin önüne manevi yakınlık, rahmet ve muhabbeti kesip ihvanı ruhsuz birer heykel haline getirecek gıybet ve ayrılıktan daha tehlikeli bir şey olmasa gerektir.
Menkıbe
Ebû Ca‘fer-i Belhî şöyle anlatmıştır:
“Yanımızda Belh’ten bir genç vardı. Gayretli ve ibadet ehli biriydi, ancak sürekli insanları gıybet ediyordu. Falanca şöyle, filanca böyle deyip duruyordu. Bir gün onu muhannes (kadın huylu) çamaşırcıların yanında gördüm. Onların yanından çıkıp geldi. Ben kendisine:
—Ey falanca, bu halin nedir?’ diye sordum, şöyle dedi:
—Şu insanları gıybet etmem var ya, beni bu hale düşürdü; bu muhannes kimselerin içinde kalma musibetine uğradım. Bende gördüğün o eski hallerin hepsi gitti. Yüce Allah’a dua et de bana merhamet etsin.” [15]
Ya sevabımız çok, ya aklımız yok !
Herhangi bir cemaatin veya bir topluluğun gıybetini yapan kimse o cemaat ve topluluğun bütün fertlerini gıybet etmiş sayılır. Bu gerçekten çok ağır bir vebaldir. Onların tamamı haklarını helal etmedikçe, ihtimal ki kurtulamaz. Üstelik bu tür gıybetlerin içine iftiranın girmemiş olması da zor bir ihtimaldir. Zira çoğu kulaktan dolma laflardır.
Cemaatleri ve onların önündeki zatları tenkit etmenin tehlikeli bir yönü de şudur: Siz tenkit edersiniz, başkaları da sözün nereye varacağını hesap etmeden kalkar sizi ve sizin önünüzdeki zatları tenkit eder, farkında olmadan kafasını taşa çarpar. Böylece muhatabınıza büyük zarar vermiş ve tabii bu tahrikin baş müsebbibi olarak işlenen manevi cinayetin ortağı olmuş olursunuz.
Sırf taassub sebebiyle kendi tarafından olmayan halis bir mümini kötüleyen, fakat kendi tarafından nifakını gizlemeyen birini aklayıp göklere çıkaran müminde ne kadar iman şuuru vardır, bilemeyiz. Fakat böylesine fanatik insanları ancak şeytanın alkışlayacağı kesindir.
Bazı kendini bilmez insanların da adeta eline mühür alıp, kendileri gibi düşünmeyen herkese kâfir damgası basmalarını anlaya bilmek, dinen izah edebilmek mümkün değildir. Zira bir mümine yapılabilecek en ağır iftira, ona kâfir demektir.
Bu iftiranın büyüklüğünden dolayı Kur’an bizi insaf ve itidale davet ederek buyurur ki:
‘Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin!’demeyin.(…)’’ [16] Buyurmaktadır.
Hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ise:
‘’Mümin kardeşine kâfir diyen bir kimse, karşıdaki öyle değilse küfür (kâfirlik) kendisine döner.” buyrularak, bu dehşetli sözü haksız yere söyleyen kimsenin dinden çıkacağına işaret edilir.
Niyet baştan bozuk olunca…
Bazı gıybet çeşitleri de vardır ki, bunlar başka haramlarla birlikte işlenir. Çoğunda münafıklık kokusu vardır. İmam-ı Gazali (r.ah) hazretleri “ihya” da bunları ayrıntılarıyla anlatır.
Mesela birilerine ima ve göndermeler yaparak “Cimrilikten Allah’a sığınırız.” veya “Allah affetsin, oda bizim gibi bazen karıştırıyor.” Şeklinde konuşan kimsenin gayesi, başkasının kusurlu, kendisinin temiz olduğunu ortaya koymaktır. Bunun için hamd ü sena ile söze başlar ve ne yazık ki günahına Allah’ın adını aracı eder.
Bazen de övmekle söze başlar: “Falan ne iyi bir insandır, ibadetinde hiç kusur etmez. Ama ne yazık ki şu günlerde tembelleşti, bizim seviyemize düştü.”
Burada da asıl maksat söz konusu kişiyi kötülemek, değerlendirme makamında olmakla kendini de üstün göstermektedir. Böyle yapmakla gıybet, riya ve kendini temize çıkarmak gibi üç kötülüğü birden işlemiş olur. Buna rağmen kendini gıybetten sakınan salih bir kimse gibi göstermektedir.
Diğer bir gıybet çeşidi de şöyledir: “Daha neleri var ama gıybet olur diye söylemiyorum!”
Bu öyle kapalı ve ima dolu bir ifadedir ki, dinleyenlerin aklına çok türlü ihtimal gelir. Bu adam içki mi içti? Zinamı mı etti? Fitnemi çıkardı? Her türlü ihtimal söz konusudur. Belki gıybet ettiği adamın yüz hatasını saysaydı bundan ehven olacaktı. Hem o şahsı töhmet altına sokuyor, hem kendisinin gıybetçi olmadığını ifade etmekle yalan söylüyor!
“Dostumuzun eğlenceye dalmasına üzüldük. Allah onu kurtarsın!” gibi ifadeler de nifak kokusu taşımaktadır. Üzüntüsü hakiki olsaydı dostunun kusurunu ortaya koymaz, samimi ise gizlice dua ederdi.
Kısacası bu gibi konuşmalarda gıybetten başka riya, aldatma, haset, nifak, fitne, zulüm, hile, iftira… Ne ararsanız vardır. Dolayısıyla vebali de o ölçüde katlanmaktadır.
Bir de insanların arasını açmak için laf taşıyarak gıybet etmek vardır ki, bu da çok ağır bir cürümdür.
Sizi başkalarının lafını taşıyanlar, bilin ki sizin sözünüzü de başkalarına taşırlar. kur’an-ı kerim’de buyrulur ki:
‘’Ey iman edenler! Eğer bir fasık (açıktan günah işleyen kişi) sizi bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.’’ [17]
Hadis-i şerifte de: ‘’(Arabozucu) söz taşıyan cennete giremeyecektir’’[18] buyrularak işin vahameti anlatılmıştır.
Menkıbe
Rivayet edildiğine göre; bir kul bütün amellerinden dolayı hesaba çekilir, amellerinin hepsi de, onlara bulaşan afetler sebebiyle iptal edilir ve o kul sonunda cehenneme girmeyi hak eder. Sonra kendisinin işlemediği ancak kendisine yazılmış birtakım iyilikler ortaya çıkarılır; bu iyilikler sayesinde adam cennete girmeyi hak eder. Bunu gören kul şaşırıp:
“Ya Rabbi! Bu ameller benim yaptığım ameller değil!” der; kendisine şöyle cevap verilir:
“Bunlar senin gıybetini yapan, sana eza veren ve zulmedenlerin amelleridir; onların iyilikleri (sana yaptıkları haksızlıklar sebebiyle) şimdi senin oldu!”
Gıybete gıybetle karşılık verilmez
Nelerin gıybet olduğunu ve gıybetin kötülük ve zararlarını bilmek, ondan korunmak açısından çok önemlidir. Bu yüzden konuyla ilgili birkaç örnek daha vermek faydalı olacaktır
Biri sizi gıybet ettiğin de kalkıp sizin de onu gıybet etmeye hakkınız yoktur. Ahirette bu gıybetin ve dilinizin hesabını vermeye mecbur kalırsınız. Çünkü başkasının sizi gıybet etmesi size de gıybet hakkını vermez. Kur’ an-ı kerim’de bu hususa dikkat çekilerek şöyle burulmuştur.
‘’Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.’’ [19]
Nafile ibadetleri yapmayan, mesela teheccüd namazını kılmayan, virdi zikri olmayan, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetlerini kılmayan kimseyi de gıyabında eleştiremezsiniz. Çünkü bunlar farz değildir.
Bunun gibi, eğer hatasını gizliyorsa; “Namaz kılmaz, zekât vermez, içkicidir, kumarbazdır, hovardadır…” gibi sözleri söylemekte caiz olmaz.
“Şaşıdır, keldir, kısadır, uzundur, siyahtır…” gibi bedene ait gıybetler yapmak, kötü lakaplarla anmak haramdır.
“Babası ameledir, cimridir, kibirlidir, korkaktır, hırsızdır, zalimdir, anne babasına asidir, pislikten kaçınmaz…” gibi gıybetlerde böyledir.
Sessiz Gıybet
İnsanı aşağılamak, kusurlarını belirtmek, hoşlanmayacağı şeyler açığa çıkartmak için yapılan her türlü alay, ima, taklit, işaret, yazı, resim, karikatür ve komedi gösterileri gibi beden diliyle yapılan gıybetler birer sessiz gıybettir.
Mesela bir insanın kısa veya uzun boylu oluşunun, topallığını eleştirmek için eliyle ya da bedeniyle işret etmek gıybettir.
Ebu Cafer bin Sinan (k.s) ne güzel söylemiş: ‘’Kendisinde gördüğün bir ayıptan dolayı, Müslüman kardeşini kötüleme. Olur ki aynı hataya sende düşersin ve ondanda kötü olursun. O halde onda bir kusur bulunduğunu anladığın zaman onun için Allah u Teâlâ’ya dua et ve Allah Teâlâ’dan ona rahmet etmesini iste. Onda bulunan kusurun sende de bulunmasından kork. Onda olan musibetin sana gelmediğini düşünerek Allah Teâlâ’ya şükret.’’
Menkıbe:
Şeyh Sadi Şirazi anlatıyor
Küçüklüğümde ibadete çok hevesli idim. Çok iyi hatırlıyorum geceleri uykunun en tatlı saatlerinde sırf ibadet yapmak için kalkardım.
Bir gece babamla birlikte kalktım ibadet yapmaya başladım namaz kıldım tekrar namaz kıldım kuran okudum. Bu gece babama yetişecektim hatta geçecektim söz vermiştim kendi kendime babama özeniyordum.
Açıkçası bütün gece gözümü hiç yummamıştım, hiç kırpmamıştım ev halkı ise uykudaydı horultular mışıltılar hışıltılar arasında ben ibadetten bir an dikkatimi çekip aldım onlara acıdım içimden horul horul uyuyacakları halde kalkıp ibadet yapsalardı ya bu ne gafletti bu ne cehaletti acıdım doğrusu onlara sonra babama dedim ki;
‘’Babacığım şunlara bak ölü gibi uyuyorlar ne olurdu kalkıp da Allah için iki rekât namaz kılsalardı.’’
Babamın tüyleri diken diken olmuştu belliydi. Mübarek yüzünü asmış bakışları sertleşmişti. Bir hatamı işledim demeye kalmadan dedi ki babam; sevgili oğlum ‘’onların gıybetlerini neden yaptın keşke sende uyusaydın da bunu yapmasaydın.’’
Taklit, komedi, mizah:
Günümüzde sanat adı altında icra edilen bu dallara belirli şahıs ve zümreleri hedef alarak onlarla eğlenmek gıybetin belki de en ağır şekildir. Çünkü taklit, sözden daha açık bir tasvirdir. Yüz ifadelerini, konuşmalarını, yürümelerini ve sair hallerini tasvir etmektedir.
Ne yazık ki, zamanımızda bu şekilde çok insanın dinlerine, aile hayatı ve mahremiyetlerine, şeref haysiyet ve itibarlarına saldırmaktadır. Bu gibi mütecaviz sahneleri seyredenler islam ölçüleri içinde tavırlarını ortaya koymalı, hiç değilse kalben buğzetmelidirler.
Bir de özürlü insanları veya meczupları önüne alıp onlarla huzurunda veya gıyabında eğlenmek, insani olmayan davranışlardandır ve tehlikeli bir oyundur. Bazen böyle mazlum insanlara dokunmak gayretullah dokunabilir. O takdirde bela aciliyet kazanır ve yapanın başına iner.
Şu hususu hatırdan çıkarmamak gerekir: ister mazlum ister günahkâr olsun, insanların taklidini yapıp onlarla eğlenmek sanıldığının aksine büyük bir cürümdür. Kur’an-ı Kerim de “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline!” [20] buyrulmak suretiyle meselenin vahametine işaret edilmektedir.
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulur: “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyilerdir. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kimde tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” [21]
Pasif Gıybetçiler
Gıybetin bir çeşidi de, gıybet edenin hevesini artırmak ve daha çok konuşturmak için güya şaşkınlık izhar ederek: ‘’deme yahu… Ben böyle bilmezdim… Ondan hiç beklemezdim… Allah şerrinden korusun!’’ türünden söylenen sözlerdir. Bu gibi sözler bir tarafa, hiçbir şey söylemeden dinlese bile, teşvik ve gıybet hükmüne geçer.
Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem): ‘’Dinleyen de gıybet edenlerden biridir:’’[22] buyurmuştur. Ancak dili ile reddeder, sözü değiştirir ya da o meclisi terk ederse kurtulur. Şayet güç yetiremeyeceği bir toplum olursa en azından kalbiyle reddetmelidir. Aksi halde yapılan gıybete ortak olur.
İçinden dinlemeyi arzu ettiği halde yapmacık bir ifadeyle ‘’boş ver gıybet oluyor‘’ türünden laflar edip gerekli tavrı göstermezse bu da nifak alametidir. İçinde de gıybeti kerih görmedikçe günahtan kurtulamaz.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem): ‘’Kimin yanın da bir mümin (aleyinde konuşulmakla) zillete düşürülür de, gücü yettiği halde ona yardım etmezse kıyamet günü mahlûkat arasında Allah Teâlâ onu zelil eder’’ [23] buyurarak böylelerinin acıklı halini tasvir etmektedir. Diğer bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır:
‘’Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemiden azad edecektir’’[24]
Bu devirde Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)‘in yoluna uymakla Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeye gayret eden bir kimseye hadis-i şerifte yüz şehit sevabı vaat edilmiştir. Bu nokta-i nazardan olmalı,
Abdülhakim Arvasi (k.s) hazretleri ‘’Gıybet edene sus diyen kimseye yüz şehit sevabı vardır’’ demiştir.
Gıybeti Ruhsatlı Kılan Sebepler
Başkasının kötü taraflarını belirtmeyi ruhsatlı kılan şey, şer'an sıhhatli ve doğru bir hedeftir ki ona ancak gıybet yapmak suretiyle varmak mümkün olur. Bu bakımdan bu durum, gıybetin günahını ortadan kaldırır. Gıybeti ruhsatlı kılan özürler altı tanedir:
Birincisi: Tazallüm/zulümden şikâyet etmektir; zira bir kadıya zulmü haber veren, hıyaneti söyleyen, hasmının rüşvet aldığını haber veren bir kimse -eğer mazlum değilse- gıybet yapmış ve isyan etmiş bir kimse olur. Kadı tarafından zulme uğrayan bir kimse ise, kadı'nın üstünde bulunan sultana gidip şikâyet eder ve kadı'nın zulmettiğini söyler. Zira bu kimsenin hakkının alınması ancak bu gıybeti yapmak suretiyle mümkün olur. Nitekim Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ‘’Muhakkak ki hak sahibi olan alacaklı için söz söyleme yetkisi vardır.‘’ [25]
‘’Varlıklının (borcunu) geciktirmesi, hem cezalandırılmasını, hem de gıybetinin yapılmasını helâl kılar.‘’ [26]
İkincisi: Dinen münker ve yasak olanı engellemek, âsî bir kimseyi doğru yola çevirmektir. Nitekim rivayet ediliyor ki, Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman'ın (r.a) yanından geçti. (Bazıları da 'Hz. Talha'nın (r.a) yanından geçti' demişlerdir). Osman'a' selâm verdi. Hz. Osman (veya Hz. Talha) Hz. Ömer'in (r.a) selâmına karşılık vermedi. Bunun üzerine Ömer, Hz. Ebubekir'e (r.a) giderek durumu anlattı. Hz. Ebubekir (r.a) durumu düzeltmek için Hz. Osman'a geldi ve Hz. Ömer'in bu sözünü gıybet saymadılar.
Üçüncüsü: Fetva istemektir. Nitekim müftüye der ki: 'Babam veya hanımım veya kardeşim bana zulmetti! Bu zulümden kurtulmak için çare ve yol nedir?' Bu hususta en sağlamı, târiz yoluyla sormaktır. Meselâ şöyle demelidir: 'Babası veya kardeşi veya hanımı kendisine zulmeden bir adam hakkında ne dersiniz?' Fakat bu miktarın tayini mübahtır. Çünkü Utbe'nin kızı Hind'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygambere şöyle demiştir: 'Kocam Ebu Süfyan çok cimri bir kimsedir. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Acaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?'
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) cevap olarak şöyle buyurmuştur: ‘’Normal olarak sana ve çocuğuna yetecek kadarını al.‘’ [27]
İşte Hind, Ebu Süfyân'ın cimriliğini, kendisine ve çocuğuna zulmettiğini belirtti. Buna rağmen Hz. Peygamber, (sallallâhü aleyhi ve sellem) onu bu gıybeti yapmaktan menetmedi. Çünkü onun maksadı fetva istemekti.
Dördüncüsü: Müslüman’ı şerden korumaktır. Bu bakımdan bid'atçı veya fâsığın bid'atının ona sirayet edeceğinden korktuğun zaman, o fâsık ve bid'atçı kimsenin fısk ve bid'atını bir fakîh'e açıklayabilirsin. Eğer seni, bunu açıklamaya teşvik eden, bid'at ve fıskın sirayet etme korkusundan başka bir hedef değilse, açıklayabilirsin; zira burası, aldanma yeridir. Çünkü bazen o adama kızmak, insanoğlunu bu açıklamaya teşvik edebilir. Şeytan halka şefkat göstermekle bu durumu örterek onu aldatabilir. Bir köle satın alana, eğer kölenin hırsızlık, fâsıklık veya başka bir ayıbı biliniyorsa kölenin bu kusurlarını söyleyebilirsin. Çünkü senin sükût etmende alıcının, söylemende de kölenin zararı vardır. Oysa alıcının tarafını gözetmek daha evlâdır. Böylece bir kişiyi şahitler temize çıkarırsa şahidin halinden sorulduğu zaman, eğer şahidin kusurunu biliyorsa, onun kusurunu söylemek suretiyle aleyhinde bulunabilir. Evlenmek hususunda kendisiyle istişare edilen veya emaneti bırakmak hususunda kendisine danışılan bir kimse de böyledir. Müsteşar, istişare yapana gıybet maksadıyla değil, nasihat maksadıyla bildiklerini söyleyebilir. Eğer istişare eden, kişinin sadece 'Bu sana yararlı değildir' sözüyle o evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, öyle söylemek, tafsilâta geçmemek farzdır ve bu kadar söylemek yeterlidir. Eğer ancak açıkça ayıbını söylemek sûretiyle evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, o vakit açıkça söylemek yetkisine sahiptir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
‘’Siz fâcir kimseyi belirtmekten korkar mısınız, çekinir misiniz? (Hayır çekinmeyin!) Halk kendisini tanısın diye maskesini yırtınız. Halk ondan sakınsın diye onda bulunan kusurları söyleyin.‘’
Selef-i Sâlihîn derler ki: Üç sınıf vardır, onların gıybeti yoktur, onların gıybetinden günah gelmez:
1. Zâlim idareci
2. Bid'atçı kimse
3. Fıskını açıklayan fâsık
Beşincisi: İnsanın, ayıbını belirten bir lâkab ile maruf olmasıdır. el-A'rec (Topal), el-A'meş (Gece görmez) gibi. Bu bakımdan 'Ebu Zennat, el-A'rec'den, Selman, el-A'meş'ten rivayet etti' demende ve buna bezer ibareleri kullanmakta günah yoktur. Âlimler, bunu tarif etmenin zaruri olması sebebiyle böyle yapmışlardır. Bir de bu öyle bir hâl almış ki hakkında kullanılan adam bunu bilse dahi tiksinmez. Çünkü bununla şöhret bulmuştur. Evet! Eğer bundan sakınmak ve başka bir ibâre ile tarif etmek imkânı varsa, onu kullanmak daha evlâdır ve bunun için de âmâ bir kimseye noksanlık isminden kaçmak için gözlü denir. (el-Arec, Medineli Abdurrahman'ın lakabıdır. Bu zat Ebu Hüreyre'nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye'de vefat etmiştir, el-A'meş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili'nin lâkabıdır, Kûfelidir.)
Altıncısı: Gıybeti yapılanın, fâsıklığını açıkça yapmasıdır. Kadınımsı giyinen, kadın gibi hareket eden, meyhane açan, açıkça içki içen ve halkın malını müsadere eden bir kimse gibi… Aynı zamanda bu kimse böyle şeyleri kendisine bu lâkabların takılacağından çekinmeksizin açıktan açığa yapıyor, kendisini bu sıfatlarla anmaktan iğrenmiyorsa, açıktan işlemiş olduğu bir sıfatı kendisine atfettiğin zaman günahkâr olmazsın.
Gıybetin tövbesi ve kefareti
Evet, gıybet büyük günahlardan olduğu için. Allah etmesin bu günaha müptela olursa hemen pişman olup tövbe etmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar alması kalbiyle birlikte dille de Allah Teâlâ’dan mağfiret dilenmesi farzdır. Sonrada mümkün mertebe gıybet ettiği kimseden helallik almalı ve onu kendinden razı etmelidir. Eğer gıybet ettiği kişi ölmüşse veya ona bir türlü ulaşamıyorsa onun hakkında dua ve istiğfar etmeli ve onun hakkında iyilikte bulunmalıdır. Gıybet edilen kişinin hakkını helal etmesi iyidir zira bu vesileyle sevaba ulaşır ve başkalarının da onu bağışlamasına vesile olur. Eğer Allah’ın mağfiretini bekliyorsak bizimde başkalarını affetmemiz gerekir. Şu noktayı da bilmemiz gerekir ki gıybet etmemekle insan şer’i vazifesini yapıp kendisini büyük bir vebalden kurtardığı gibi Allah katında da büyük sevaplara nail olur.
Resulü Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) den şöyle rivayet edilmiştir. ‘’Gıybet etmeyi terk etmek, Allah Teâlâ katında on bin rekât sünnet namaz kılmaktan daha sevimlidir.’’ [28]
Sonuç olarak; Fahr-i Cihan (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hadislerinde bizleri uyararak şöyle buyurur:
“Gerçek müflis (iflas eden kişi) kimdir biliyor musunuz? Gerçek müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir, fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunu dövmüş... Onun ibadet hasenatından haklarına tecavüz ettiği bu kişilerin her birisine verilir. Bu haklar ödenmeden hasenatı tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yüklenir. Böylece o kişi cehenneme atılır.”
Mesele çok açık, kul hakkına riayet etmeyen, mümin kardeşine hakaret eden, eza ve cefada bulunan, dedikodu ve gıybetini yapan bir kimse, amelleri salih de olsa hak sahipleri ile hesaplaşmadan cennete gidemiyor.
Bu fani dünyada imtihan verdiğimizi, her nefeste Rabbimiz'in kontrol ve murakabesinde olduğumuzu hiçbir zaman unutmamamız gerekir.
Mümin kardeşlerimize nazik, iyi ve yumuşak davranmamız gerekir. Daima hakkın ve haklının yanında, zalimin ve zulmün karşısında durmamız gerekir. Aksi halde Müslümanlığımız ne bizim, ne başkasının bir işine yarayacaktır. Artık kul haklarına dikkat edelim. Güler yüzle, tebessümle bakmak bile ibadet hanemize yazılıyor. [29]
Allah Teâlâ, sadatın himmet ve bereketiyle manevi kanser hükmünde olan bu gıybet v.b hastalıklarımıza şifa versin ve bizleri muhafaza etsin inşallah. Âmin.
[1] Hucurat, 12
[2] Şuara, 42/25
[3] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 450.
[4] Sohbetler, S.Abdülhakim el-Hüseyn-i, Sey-taç Yay.
[5] Sohbetler, S.Abdülhakim el-Hüseyn-i, Sey-taç Yay.
[6] Buhari, Müslim
[7] İhya
[8] Müslim
[9] Ebu Davud
[10] Münziri, et-Terğib
[11] Ebu Davud
[12] Ebu Davud
[13] Hucurat, 12
[14] Buhari
[15] Kuşeyri Risalesi, Gıybet, 340 Semerkand Yayınları
[16] Nisa, 94
[17] Hucarat, 6
[18] Buhari
[19] Maide, 8
[20] Hüzüme, 1
[21] Hucurat, 11
[22] Taberani
[23] Teberan
[24] Ahmet Müsned
[25] Müslim, Buhârî
[26] Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce
[27] Müslim, Buhârî
[28] Tenbihül Gafilin, Ebû Leys Semerkandî
[29] Semerkand Dergisi, Sayı 63, S.Mübarek Erol
Facebookta Paylaş

Paylaş