O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"BİD’AT"
Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevla şöyle ferman buyuruyordu:
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا
“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim. “ [1]
Bu ayet-i celilinin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslam kemale ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat tarzı olarak da İslam seçilmiştir. Dinin olgunlaşmasını, bid’atlerden, reformlardan beklemek, bu âyet-i kerimeye inanmamak olur.
Hal böyle iken zaman içinde tamamlanmış olan din insanlara yetmedi ve yeni şeyler ihdas ettiler. Buna dini litaritürde bid’at denir.
Bid’at; Kur’an, sünnet, icma, kıyas gibi dinin temel hüküm kaynaklarının hiçbiri tarafından tasvip ve tasdik edilmeyen, kısaca dinde yeri olmayan şeydir.
Buna göre ‘bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey demektir.
Yani, Sünnetin karşıtı olarak, din koyucunun açıkça ya da dolayısıyla, sözlü ya da fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde ortaya çıkan eksiltme ve fazlalaştırmalara bid’at de­nir.
Esasen dünyada ve ahrette kurtuluş, saadet arayanlar, Allah’ın Kitabına ve Fahr-i Âlem (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetine sarılmalıdır. Bunun dışında kurtuluş ve mutluluk arayanlar yollarını şaşırmışlardır; tövbe edip yüzlerini Hakka döndürmedikçe onlar için kurtuluş yoktur.
Diğer taraftan, Allah’ın insanlık için seçtiği yegâne hayat nizamı olan İslâm’ı hayattan kovmak ne büyük bir yanlışsa, bizzat Yüce Allah’ın tamamlayıp kemale erdirdiği bu tertemiz dini ilave ve eksiltmelerle bulandırmak da aynı derecede yanlış ve batıldır.
Tek mükemmel hayat nizamı olan İslâm’ın bütün hükümlerinin çıkarıldığı iki kaynak ve dayanak vardır: Birincisi Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Azimüşşan, ikincisi de Habib-i Edib (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnet-i seniyyesidir. Ehl-i Sünnet dairedeki icma ve kıyas gibi diğer bütün ictihad yolları mutlaka bu iki kaynağa dayanır. Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünneti dışında başka herhangi bir kaynak aramak ise ancak cehâlettir.
Allah Teâlâ için kurbet (yakınlık vesilesi) olmayan bir ibadet, mutlak manada başkalarına kurbet olur. Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), bir kişinin güneşin altında ayakta dikili olarak durduğunu görünce bunun sebebini sordu. O kişi, hiç oturmadan ve hiç gölgelenmeden oruç tutmayı adadığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ona; oturmasını, gölgelenmesini ve orucunu da tamamlamasını emretti.[2]
Bu sözleri ile Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), ayakta dikili durmak ve güneşin altında kalma adağının Allah Teâlâ'ya kurbet ifade etmediğini, bu sebeple yerine getirilmesi gerekmediğini açıklamış oldu. Bu konuda gelen diğer bir rivayet ise şöyledir:
"Resûlullah'ı (sallallâhü aleyhi ve sellem) cuma günü minberde hutbe okurken dinleyenbir kişi, Hz. Peygamber’in okuduğu hutbeye bir saygı ifadesi olarak, Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) hutbesini bitirinceye kadar ayakta durmayı ve gölgelenmemeyi adadı. Resûlullah bu adağın bir kurbet olmadığına, dolayısıyla yerine getirilmesinin gerekmediğine hükmetti."[3]
Hâlbuki yukarıda adanan, ayakta durmak ve güneşin altında bulunma amelleri başka yerlerde kurbettir, yani Allah Teâlâ'ya bir yakınlık vesilesidir. Ayakta dikilmek (kıyam) namazda, ezanda ve Arafat'ta dua esnasında kurbettir. İhramlı kişinin de güneşte durması bir kurbet sayılır. Bu husus şunu açıkça ortaya koymaktadır: Bir yerde kurbet olan bir amel her yerde kurbet olmaz; neyin nerede kurbet olacağına şeriat (din) karar verir. Bizlere düşen de bu hükümlere uymaktır. Bayram günü oruç tutmak veya yasaklanmış bir vakitte namaz kılmak gibi yasak vakitlerde ibadet yapmak da böyledir, kurbet sayılmaz.
Habib-i Kibriya (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
“Sözün hayırlısı Allah’ın Kitabı Kur’andır. Yolların en hayırlısı O’nun Resulü’nün yoludur. İşlerin en kötüsü ise, dinde olmadığı hâlde sonradan ortaya çıkarılıp, dinden imiş gibi gösterilmeye çalışılan şeylerdir. Dinde olmadığı hâlde dine sokulmak istenen her bid’at sapıklıktır.” [4]
Hanefi fukahasından Alauddin El Haskafi, bid'atı: "Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'den malum ve meşhur olan şeyin aksine itikad etmektir" [5] şeklinde tarif ediyor.
İbn Mace ve başkaları Seriye (r.a)'ın şöyle dediğini nakleder­ler: Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bize öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı gözler ya­şardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi. Ey Allah'ın Resulü dedik. Bu, ade­ta bir veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöy­le buyurdu:
"Ben, sizi (hiç bir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yol­dan helak olandan başkası sapmaz. Aranızdan yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar göreceklerdir. Size, benim sünnetimden ve benden sonra hidayet bul­muş raşit halifelerin sünnetinden bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyo­rum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma iş­lerden (bid'atlerden) de sakınınız. Çünkü şüphesiz her bir bid'at bir sapık­lıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir kö­le olsun. Şüphesiz ki mü'min, burnuna halka takılmış deveye benzer. Nere­ye çekilirse oraya gider." [6]
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı gibi, dini bir terim olarak bid’at; örf ve adetlerin, ya­ni günlük yaşayışı sağlayan davranışların dışın­da ve sırf Allah'a yaklaşmak için, yani ibadet maksadıyla yapılan eylem ve kabulleniş biçimleriyle ilgilidir. Yoksa sözlük anlamıyla, sonra­dan ortaya çıkan her şey, demek değildir. Öyle olsaydı Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve Ashabından sonra gelişen fenni, tıbbi ve sosyolojik anlamda her şeye bid’at denilirdi.
Bid’atlar alanları itibariyle de kısımlara ayrılmaktadır. İtikadi konularla ilgili olanlara “itikadi bid’atler”, iş ve hareketle ilgili olanlara da “ameli bid’atler” denir. Ayrıca mahiyetleri itibariyle küfrü gerektiren ve gerektirmeyen bid’atler vardır.
Kitab-ı Mübinimiz’in ve Sünnet-i Seniyye’nin onaylamadığı; dinimizin hedef ve gayesine aykırı her türlü itikat, amel ve örf-adet hâline getirilen her şey bu kapsamdadır ki, bunlar da reddedilmiştir. Âlimlerimiz bunları “bid’at-ı seyyie” olarak tasnif ederler.
Kitab-ı Mübinimiz’in ve Sünnet-i Seniyye’nin tasdikini alabilen; dinimizin hedef ve gayesine aykırı olmayan yenilikler ise “bid’at-ı hasene” olarak değerlendirilir. [7]
Hayatımızdaki Kötü Bidatlerden Bazıları
Hayatımıza girmiş ancak Kur’an ve Sünnet’te aykırı o kadar çok şey var ki; saymakla bitmez.
-Türbelere ve kabirlere mum dikmek, ağaçlara ve türbe pencerelerine bez bağlamak, tuz serpmek.
-Haftanın bazı günlerinde yolculuğa çıkmanın, siyah kedi görmenin, baykuş ötmesinin, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmak.
-At nalı, nazar boncuğu gibi şeylerin, kötülük ve uğursuzluk savdığına inanmak, bu inançla bu gibi şeyleri evine, arabasına, işyerine asmak.
-Ruh çağırmak, büyü yapmak ve yaptırmak, fal bakmak, yıldızların durum ve hareketlerinden hüküm çıkarmak, burçlara inanmak…
-Ölülere bağışlanmak üzere önceden Yasin okuyup şişelere doldurduğunu söyleyen bazı istismarcılara aldanarak bu şekilde “hazır Yasin” satın almak ve bunu ölülere bağışlamak.
-Gece tırnak kesmenin kısmet eksilmesine veya ömür kısalmasına sebep olacağına inanmak.
-Bazı camilerin bahçelerinde bulunan şadırvanlara para atarak niyet tutmak.
-Türbelerin bahçesinde veya eşiğinde, önem verilen birisinin gelişini kutlamak için ya da yeni alınan ev, araba vs. gibi şeyler için “kan akıtmak” adı altında kurban kesmek, kanını kendi alnına veya yeni alınan şeylere sürmek. (yeni alınan şeyler için şükür kurbanı kesip fakirlere dağıtmakta bir sakınca yoktur.)
-Ay ve güneş tutulması esnasında (ayı ve güneşi tuttuğuna inanılan şeytanları kovmak için!) teneke veya davul çalmak, silah atmak.
-Kötü bir olaydan söz eden kişinin, o olay kendi başına gelmesin diye kulağını çekmesi ve ahşaba, duvara vurması.
-Kırkını doldurmamış çocuğun tırnaklarını kesmenin, o çocuğun arsız ya da hırsız olmasına yol açacağına inanmak.
-Cinden, şeytandan, nazardan vs. korumak için yeni doğmuş çocuğun kundağının veya beşiğinin altına kurumuş insan pisliği veya mezarlıktan getirilmiş toprak koymak.
-Boyu ölçülen çocuğun kısa kalacağına inanmak.
-Gece köpek uluyan veya damında karga yahut baykuş öten ya da kapısında çıkarılan ayakkabılardan birisinin ters döndüğü evden cenaze çıkacağına inanmak.
-Moda gibi hayatımıza girmiş olan miladi yılbaşı kutlamaları; içki, kumar, israf ve benzeri pek çok fitne ve kötülüğün teşvik edildiği toplumsal bir hezeyana dönüşmüştür.[8]
-Yılbaşı kutlamaları da hayatımıza girmiş kötü bidatlerden birisidir.
-Nafile ibadetleri cemaatle kılmak. Buna Regaib, Berat, Kadir ve Cemaatle tespih namazları dâhil olur.
-Hutbe okurken tasliye, tarziye, temin (yani salat getir­mek, radiyallahu anh demek ve âmin demek) ve bunların benzerini yapmak. [9]
Menkıbe
Abdullah b. Sevvar anlatıyor: Süfyan b. Uyeyne dedi ki:
''Yeryüzündeki tüm bidat sahipleri kendini çepeçevre saracak bir aşağılanma ve perişanlığı bir gün mutlaka yaşayacakardır! Bu husus Allah'ın Kitabı'nda teyid edilmiştir."
Dinleyenler sordular:
Nerede? Allah'ın Kitabı'nın neresinde geçiyor bu anlattığın? Süfyan:
Siz Rab Teâlâ'nın şu sözünü işitmediniz mi?! "Buzağıyı (Tan­rı) edinenlere, mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir..."[10]
Âyeti dinleyenler itiraz ettiler:
Ey Ebu Muhammedi Bu âyet sadece Ashabü'l-Icl'i (buzağıya tapanları) ilgilendirir, onlar söz konusudur burada! Süfyan cevap verdi:
"Hayır! Hayır! Ayetin devamına bir göz atsanıza:
"...İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız" [11]
Öyleyse görmüyor musunuz, bu hüküm, bu aşağılanma ve re­zillik fermanı kıyamete kadar tüm iftiracı ve bidatçileri kapsamak­tadır.[12]
Hayatımızdaki Güzel Bidatlerden Bazıları
-Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz döneminde kürek kemikleri, hurma lifleri, deri parçaları gibi yazı malzemeleri üzerine yazılmış olan ve dağınık parçalar halinde bulunan Kur’an ayetlerinin bir kitap haline getirilerek iki kapak arasında toplanması,
-Hadislerin sıhhat durumunu tespit etmemizi sağlayan Hadis Usulü,
-Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma metotlarını pratik kaideler halinde düzenleyen Fıkıh Usulü,
-İslâm itikadına aykırı yabancı fikir akımlarının önünü kesmek için aklî metotlar geliştirerek bize İslâm düşmanlarıyla ve itikadî bid’at gruplarıyla fikrî mücadele etme imkanı veren Kelam gibi ilim dallarının geliştirilmesi birer güzel bid’attır.
-Aynı şekilde, teravih namazının camide tek cemaat halinde kılınması da dinî bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olduğu için güzel bid’atlar cümlesindendir.
-Yerleşim merkezlerinin büyümesi sonucu camilerde okunan ezanın uzak mesafelerden duyulmasını mümkün kılan teknolojik imkânların kullanılması,
-Camilerde namazın aksamadan cemaat halinde kılınması ve bu mukaddes mekânların temizlik, bakım gibi ihtiyaçlarının düzenli olarak yürüyebilmesi için ücret karşılığı cami görevlileri tayin edilmesi,
-Önemli gün ve gecelerde Mevlid-i şerif okutmak v.s
Bütün bu hususlar ve daha pek çok benzerleri, “kim güzel bir çığır açarsa...” diye başlayan hadis-i şeriften ilham alınarak geliştirilen “bizi dinin maksatlarına götüren ve dinî herhangi bir ilkeye aykırı olmayan vesileler güzeldir” şeklindeki Fıkıh Usulü kaidesine dayanarak hükme bağlanmıştır. [13]
Abdullah b. Mesud (r.a) diyor ki:
"Bir gün Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) yere bir çizgi çizdi ve "Bu Allah’ın yoludur" dedi. Sonra bu çizginin sağında ve solunda başka çizgiler de çizdi ve şöyle buyurdu: "Bunlar da başka yollardır. Bunların her birinin başında, kendisine çağı­ran bir şeytan bulunmaktadır" [14]
Sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu.
"İşte benim dosdoğru olarak yolum budur, ona uyun, diğer yollara uymayın ki, bu sizi O'nun yolundan ayırmasın" [15]aye­tinde geçen "diğer yolları", Mücahid (r.a) bid’atler diye açıklanmıştır.[16]
Sehl (r.aleyh) der ki: Ben, bid'atçiler hakkında şu hadisten daha ağır bir ha­dis geldiğini bilmiyorum: "Allah, cenneti bid'at sahibine karşı perdelemiştir." [17]
Hazret-i Aişe (r.a) Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet eder:
"Kim, şu işimizde (dinimizde) olmayan yeni bir şey uydurursa, o reddedi­lir kabul edilmez!"[18]
Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: "Bu hadis İslam asıllarından sayılmakta ve dinin kaidelerinden bir kaide olarak kabul edilmektedir.[19]
İbn Receb de şöyle demektedir: "Bu hadis İslâm'ın esaslarından, oldukça büyük bir esastır. Nasıl ki ‘ameller ni­yetler iledir’ hadisi batını itibariyle amellerin ölçüsü ise, bu hadis de zahirle­ri itibariyle amellerin ölçüsüdür.’’ [20]
Öyleyse her bid’atın karşılığında, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in bir sünneti imha olmaktadır.
Bunu Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Bir topluluk bir bid'at icat ederse, mutlaka onun karşılığı bir sünnet ortadan kaldırılmış olur.” [21]
Fudayl b. İyad (r.aleyh) dedi ki: “Bid'at sahibi birisini sevenin Allah, amelini boşa çıkartır, İslam'ın nurunu da kalbinden alır.”
İbn Abbas (r.a) da der ki: ”Sünnet ehlinden olup sünnete çağıran, bid'atten de uzaklaştırmaya gayret eden bir kimseye bakmak dahi ibadettir.”
Süfyan es-Sevri (r.aleyh) der ki; ‘’İblis, bid'atı masiyetten daha çok sever. Çünkü masiyetten tövbe söz konusu olur. Fakat bid'atten tövbe söz konusu olmaz.’’ [22]
Menkıbe
Ata-i Horasanî (r.ah): Şeytanın hilelerine aldanmamak, bu hususta çok dikkatli olmak gerektiğini şöyle anlatmıştır:
"Kim bir fenalık yapar veya nefsine zulmeder de Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur." [23]
Mealindeki ayet-i kerime nazil olunca, şeytan korkunç bir sesle feryat etti. Sesi öyle yüksek çıktı ki, yeryüzündeki bütün askerleri işitip, yanına geldiler ve;
"Nedir bu halin? Bu şiddetli feryadın sebebi nedir?" diye sordular. O da;
"Benim hilelerim ile bu ümmete işlettiğim günahların af ve mağfireti hakkında Muhammed'e bir ayet nazil oldu." dedi.
Askerleri bunun hangi ayet olduğunu sorunca, yukarıdaki ayeti onlara okudu. Sonra şöyle dedi:
"Bu ayette Allah’u Teâlâ istiğfar edenlere af ve mağfiretini vaat etti. Allah’u Teâlâ’nın vadinde dönmek yoktur. Şimdi düşünün. Acaba buna bir hile yolu bulabilir misiniz?" Onlar;
"Hayır, biz böyle bir hile yolu bilmiyoruz." dediler. Bunun üzerine şeytan onlara;
"Hele siz gidip biraz düşünün. Belki bir hile yolu bulabilirsiniz. Bu arada ben de düşüneyim." dedi.
Şeytanın askerleri oradan ayrıldıktan bir süre sonra, şeytan yine bir nara attı. Bütün askerleri tekrar toplanıp geldi. Şeytan onlara;
"Bir yol bulabildiniz mi?" diye sorunca, onlar;
"Hayır!" cevabını verdiler. Şeytan;
"Ben bir hile yolu buldum." dedi. Avanesi bunun ne olduğunu sorunca şöyle dedi:
"O büyük Peygamber ahirete intikal ettikten sonra, ümmetine güzel amel suretinde çeşitli bid’atler işletelim. Bunları ne Peygamberler, ne halifeleri ne de ashabı yapmış olsun. Böyle amelleri onlara güzel göstermek suretiyle, onlar o bidatleri sünnet sanıp ısrarla üzerine düşüp yaparlar. O yaptıkları amelden de tövbe ve istiğfar etmezler. Bu işledikleri bidatlerle onların Cehennem'e girmelerini sağlar, muradınıza erersiniz." dedi. [24]
Enes bin Malik (r.a.) rivayetiyle, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Allah, bid'atını terk edinceye kadar hiçbir bid'atçının tövbesini ka­bul etmez.”[25]
Bidatçilere Karşı Takınılacak Tavır
Bu konuda İmam Gazalî k.s.’nin çizdiği çerçeveyi kendi ifadeleriyle ve kısaltarak aktarıyoruz:
“İtikadı bozuk kimseler üç kısımdır: Birinci kısım inkârcılardır. Eğer inkârcı kimse müminlerle savaşıyorsa öldürülmeyi veya esir edilmeyi hak eder. Ona bunun dışında bir muamele yapılmaz ve kötü davranılmaz. Müslüman toplum içinde bulunan müslüman olmayanlara (zımmîlere) gelince, onlara eziyet etmek ve kötü muamelede bulunmak caiz değildir...
İkinci kısım, insanları bid’atine davet eden bid’atçilerdir. İnsanları teşvik ettikleri bu bid’at, küfre götüren bir bid’at ise, böyle kimseler zımmîlerden kötüdür. Kendisine zımmîlik statüsünün gerektirdiği gibi müsamaha edilmez.
Eğer bunların bid’ati itikadî olarak küfre götüren bir bid’at değilse, bu kimselerin Allah Teâlâ ile aralarındaki halleri inkârcıların durumundan daha hafiftir. Ancak bu kimseyi reddetmek ve bid’atini önlemeye çalışmak, inkârcıyı reddetmekten daha önemlidir. Çünkü inkârcının kötülüğü başkasına sirayet etmez. Müslümanlar onu inkârcı olarak tanır ve sözlerine kıymet vermez. Kendisi de müslüman olduğunu ve doğru itikat üzere bulunduğunu iddia etmez. Ama başkalarını bid’atine çağıran ve bid’atinin hakikat olduğunu iddia eden kişi halkı aldatır. Dolayısıyla onun kötülüğü başkalarına da sirayet eder. Bu sebeple böyle kimselere duyulan buğzu açığa vurmak, dostça davranmayıp kendilerinden yüz çevirmek, bid’atleri sebebiyle durumlarının çirkinliğini ilan etmek ve insanların onlardan uzak durmalarını sağlamak daha kuvvetli bir müstehaptır.
Avamdan olup, bid’atinin propagandasını yapmaya muktedir olmayan ve kendisine uyulacağından korkulmayan bid’atçilere gelince, bunların durumu daha ehvendir. Böyle kimselere nasihat ve tatlılıkla muamele etmek evlâdır...” [26]
Ebû Muhammed Berbehârî (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Bid’at sahibini üstün tutan, dininin yıkılmasına yardım etmiş olur. Kim bid’at ehline güler yüz gösterirse, dini hafife almış olur. Bid’at ehlinin cenazesine katılan, ayrılıncaya kadar Allah Teâlâ’nın gazabından kurtulamaz. Gayr-i müslim ile yemek yerim, fakat bid’at ehliyle sofraya oturmam. Bid’at ehli ile aramda demirden bir kale olması, bana çok sevimli gelir. Bid’at sahibine buğzeden kimsenin ameli az da olsa, Allah Teâlâ onu affeder.’’ [27]
Fudayl b. İyad (r.ah) ise şöyle buyurmuştur: ‘’Bid’at sahibini sevenin ameli hiç olur. Kalbi İslâm nurundan boşalır. Müminin mümine bakması kalbinde saflığı ve cilayı artırır. Kişinin bid’atçıya bakması manevi körlüğe yol açar.’’
İmam Rabbânî (k.s) hazretleri buyurur ki:
"Ey din kardeşlerimiz, hepimiz üzerine en önce gereken şey, İtikadımızı Kitab ve Sünnet'e göre doğrultmaktır. İtikadımızın esaslarını belirten âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerin nasıl anlaşılacağını, ehl-i hak ve hakikat olan âlimlerimiz açıklamışlardır. Bizim onlara uymamız lâzımdır. Allah onların çalışmalarını karşılıksız bırakmasın. Onlar, bu itikad esaslarını Kur'an'ı bir bü­tün olarak görebilme seviyesine ulaştıktan sonra Kur'an ve Hadisin ruhuna göre açıklamışlardır. Bizim anlayışımız bu büyüklerin anlayış ve izahlarına uymuyorsa kat'î surette muteber olamaz. Elh-i bid’at ve dalâlet olanlar, ken­di batıl hüküm ve itikatlarını Kitab ve Sünnet'e uygun zannederler. Hâlbuki onların itikatları Hakk’tan fersahlarca uzaktır.
İkinci olarak, dinin hükümlerini, bu cümleden olarak halâl ve haramı, farzları, vacibleri bilmek lazımdır.
Üçüncü olarak, bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmesi, yani günlük yaşayışında tatbik etmesi lâzımdır.
Dördüncü olarak: Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmektir.
Ehl-i sünnet itikadını bilmedikten sonra dînî hükümleri öğrenmenin bir faydası olmaz. Akaid ve ahkâm bilgisini de elde etmedikten sonra amelin bir faydası olmaz.
Bu üç esas, yani akaid bilgisi, ahkâm bilgisi ve bunlarla amel edilmesi tahakkuk etmedikten sonra kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi mümkün de­lildir.
Bir sâlik, yukarıda saydığımız dört rüknü, yani
1. İtikadı Kitab ve sünnete göre doğrultmak,
2. Dînî hükümleri öğrenmek,
3. Bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmek,
4. Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmek; Rükünlerini dosdoğru yerine getirmeden ne yaparsa yapsın lüzumsuz işlerle meşgul oluyor demektir.
Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: "Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen, yani dünya ve ahiretine bir faydası olmayan şeyi terketmesi müslümanlığının güzelliğindendir."
Hulâsa kişiye lazım olan, en fazla ihtiyacı olan şeyi öğrenip tatbik etmesidir. [28]
Aklı olan herkes, Resulullah Efendimiz'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) şu müjdesine ulaşmak için can atar: "Kendi ayıbı ile meşgul olan, kendisini başkalarının ayıplarını araştırmaktan alıkoyan, malının fazlasını infak edip lüzumsuz sözden dilini koruyan, sünnet ölçülerine göre hareket eden, bid’atlara dalmayan kimseye müjdeler olsun!.." [29]
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’İnsanın, Allahû Teâlâ’ya kavuşturan yolda yürümesi, Peygamber Efendimize ve O’nun hakikî vârisi olan büyük âlimlere tam tâbi ve teslim olmakla mümkündür. Şüphe çukuruna ve bid’at karanlığına düşmüş olanlar bu yolda yürüyemezler.’’
Anlaşılan odur ki, bid’at hiçte hafiflenecek bir durum değildir. Bid’at, haram hükmünü alan fiil ve sözlerdir.
Ehl-i Sünnet âlimleri bid’atler hakkında o kadar çok misaller getirmişlerdir ki bunları dile getirip anlatmak çok zaman alacaktır.
Ama onların (Allah hepsinden razı olsun ve hepsine rahmet eylesin) ihlâslı, kararlı ve dirayetli mücadeleleri sonucunda Yüce Allah, bu ümmeti korumuş ve “sahih İslam” çizgisi bu sayede günümüze kadar gelmiştir.
Hal böyle iken zamanımızda en çok zarar, Ehl-i Bid’at fırkaların fitnesinin kök salmasından hâsıl olmuştur.
İslami hükümlerini, Batılı diğer yargılarla ve siyasal sistem anlayışına uygun hale getirmeye çalışan ve Ehl-i Sünnet âlimlerince “bid’at” olarak nitelendirilen unsurları din olarak benimseyen çağdaş modernistler, her fırsatta İslam büyüklerine, mezhep imamlarına, Sahabe’ye, hatta pek çok hadis-i şerife açıkça bühtan ve iftira etmekte ve Peygambersiz, Sünnetsiz, Mezhepsiz, Tasavvufsuz bir din anlayışını yerleştirmeğe çalışarak, ortada kala kala tek başına Kur’an kalmaktadır.
İşte bu çağdaş bid’atçılar, Kur’an dışında başka bir din kaynağı tanımadıkları için, Kur’an ayetlerini kendi heva ve heveslerine göre istedikleri gibi eğip bükme imkânına kavuşmakta ve Kur’an ayetlerini böylece tahrif etmeye çalışmaktadırlar.
Hatta daha da ileri giderek dini bilgilerden uzak Müslümanlara:
Kur’an’dan hüküm çıkarmak için Arapça’ya, Sünnet ve hadis bilgisine, icmaya ve eski âlimlerin bakış açılarına ihtiyaç yoktur. Eline bir Kur’an meali alan herkes Kur’an’dan hüküm çıkarabilir, derken Peygambersiz bir dini…
Eski âlimler dini zorlaştırmışlardır. Onun için eski âlimlerin söylediklerini bir kenara bırakmalı ve dini kolaylaştırmak için yeni içtihatlar yapmalıyız, derken heva ve heveslerine uygun bir din anlayışını…
Mezhepler yozlaşmış birer istismar kurumudur. Bunları kökünden reddetmeliyiz, derken mezhepsizliği…
Şefaat, mucize, evliyanın kerameti, tevessül, miraç, kabir azabı gibi şeylere inanmak doğru değildir. Gibi birçok safsata ile de zaten kolaycılığa kaçmak için sebep bekleyen cahilleri, yeni bir akım içinde İslam’ın gerçek değerlerinden uzaklaştırarak gayri İslam’i bir çizgiye sürüklemektedirler.
Şu halde, geçmişte İslam âlimleri bid’at mezheplerle nasıl mücadele etmişse, günümüzde de İslam ve Müslümanlar için en öldürücü zehirden daha tehlikeli olan bu “modernizm bid’atı” ile her türlü ilmi ve fikri vasıta ile mücadele edilmelidir. Bu mücadele, Ehl-i Sünnet ve’l cemaat çizgisinde yürüyen her mü’minin üzerine görevdir.
Bu görevin şuurunda olmak için, ilmi birikim, Hak ve hakikati anlatmak için gerekli alt yapıya haiz olmak gerekir. Bunun içinde Allah Resulü (s.a.v)’in varisi olan Rabbani âlimlerin terbiyesine sıkıca sarılmalıdır.
Zira bu Rabbani âlimlerin temsil ettikleri müesseseler her türlü bid’at ve dalaletten uzak kurumlardır.
Menkıbe
İmam Sühreverdî (k.s) naklediyor:
“Ariflerden Şiblî’nin hizmetçisine:
-Hazret’in vefatı anında kendisinden neler gördün? diye sorulunca, hizmetci şunları anlatmıştır:
-Dili tutulup, alnı terlemeye başlayınca bana, kendisine namaz için abdest aldırmamı işaret etti. Ben de kendisine abdest aldırdım. Fakat sakalını parmaklarımla hilallemeyi unuttum. Hemen elimden tutup parmaklarımı sakalına götürdü ve onu hilallettirdi. Böyle bir anda bile, Rasulullah Efendimiz’den (s.a.v) öğrendiği bir edebi terketmedi!”[30]
Nakşibendî yolunun imamlarından Ahmed el-Haznevi (k.s) şöyle diyor:
“Bu yolun en önemli özelliği sünnet üzere kurulmuş olmasından ileri gelir. Bu yolda bid’atlardan kaçmak, hatta evla denilen görüşlerin dışındaki zayıf sözlerden (kaviller) bile uzaklaşmak şarttır. Azimetin dışında amel etmek, takvası zayıf kimselerin işidir.“ [31]
Ahmed-ül Haznevi (k.s) hazretleri bir sohbetlerinde de: “Yüce ve mübarek Nakşibendî tarikatı Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sahabesinin (r.a ecmaîn) yoludur; o esasa göredir. Ona ne bir ilave ne de bir noksanlık yapmışlardır. Bu tarikat Allah’u Teâlâ’nın manevî huzurunda bulunmakla zahir ve batında Peygamber (s.a.v)’in sünnetine uymak, şeriatın azimet ahkâmından ayrılmamak, her davranışta, adet ve ibadet muamelelerinde, bid’atlerden sakınmak ve ruhsatlardan uzak durmaktan ibarettir.” [32]
Seyyid Sıbgatullah (k.s) hazretleri ise bir sohbetlerinde: “Bid’atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda güzellik yoktur. Bizim yolumuzun üstünlüğü, bid’at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid’at yüzünden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid’atlerden kaçınan kimse, bir bid’at işleyip, birçok taatler yapıp hal ve keşfe kavuşandan üstündür...” [33] demiştir.
Seyyid Sıbgatullah (k.s) hazretleri bir başka sohbetlerinde ise : “Sünnete sarılmak, bid’atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir. Zaman, dinin garip olduğu zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücahedelerle elde edilenden daha çok sevap verilir...” [34]
Abdurrahman-ı Tahi (k.s) hazretleri talebelerine bir nasihatte: “Mürşid-i Kamil, talebesinin her türlü hastalığını tedavi eder. Yalnız ihlâs ve muhabbet eksikliği ile bid’atlerin sebep olduğu hastalıklar hâriç... Çünkü bu hastalıklar, talebenin istikametini, yolunu değiştirir. Talebe Sırat-ı Müstakimden, yani doğru yoldan ayrılır. Fakat diğer günahların tedavisi mümkündür. Zina yapan zinanın büyük günah olduğunu bilir sonra pişmanlık duyar. İhlâs ve muhabbet eksikliği ve bid’at işleme durumu olursa günah işlediğini bilmez, pişman olmazlar. Demek ki ilacın aslı, pişman olmak, nefsinin kusurunu görmek ve rabbine yalvarıp sığınmaya bağlıdır...” [35]
Muhammed Ziyauddin Nurşini (k.s) hazretleri de “Nakşibendiyye tarikatı, sünnet-i seniyyeye uymaktan ve onu sevgi ile yaşamaktan başka bir şey değildir. Bu tarikatı arzu eden kimse mutlaka Peygamber (s.a.v)’in sünnetine tâbi olmalı, dinde bid’at ve ruhsat olan şeylerden, zayıf olan kavillerden kendini muhafaza etmelidir.” [36]
İşte bu büyüklerin terbiyesine giren bir mü’min, onların Kur’an ve Sünnet çizgisinde belirledikleri metotlara uyarak bid’at ve ruhsatlardan kaçınarak ümmet-i Muhammedi ikaz ve uyarı görevi yürütmeleri gerekir.
Zira. Resulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in: "Dinimizden olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu merduttur. Her bid’at delalettir" [37] beyanı vechile din adına hizmet, kardeşleri dalaletten hidayete vesile olmak için gereklidir.
Tasavvufta Bidat
Dinde bid‘atlar olduğu gibi tasavvuf ve tarikat müessesesinde de bid‘atlar olabilmektedir. Esasen bu bid‘at denilen şeylerin tamamı, tarikatın edep ve adabına muhalif olan şeylerdir.
Muhammed Raşid (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Şeriatın emirleri olduğu gibi tarikatın da adapları vardır. Bu kurallara uymak lazımdır. Batıl şeyler ihdas edip asliyette olmayan bid'atları çıkarmak en büyük ahlaksızlık ve en büyük adapsızlıktır.’’ [38]
Müridin bağlı bulunduğu tarikatın temel ve esas öğretilerinin dışına çıkması, onun tarikattan feyiz ve nisbet almasına engel olduğu için bid‘at denilmiştir. Bu bid‘atlar haram ve mekruh noktasında olmamasına rağmen feyzin kesilmesi için yeterli bir sebeptir.
Gavs-ı Hizânî (k.s) buyuruyor ki: “Bu tarikatta, zarar verme açısından bid’at işleyenle münkirler aynı seviyededir. İşte bu sebeple onlarla beraber olmayınız.”
Daha sonra Gavs-ı Hizânî (k.s) bu hususta kendi hayatından bir örnek vererek şöyle anlattı:
“Tarikata ilk girdiğim zamanlarda bir münkir beni evine davet etmişti. Bundan birkaç gün sonra da, sohbetinde bulunduğum şeyhlerden birinin halifesiyle birlikte itikâfa girmiştim. Bu halife cehri (aşikar) zikir çekiyordu. Misafirliğinde bulunduğum münkirden gördüğüm zararın aynısını bu halifeyle beraber olduğumda da gördüm.” [39]
Yukarıdaki örnekte söz konusu olan halife kendi tarikatının esası olan gizliliğe riayetsizliği nedeniyle, kendisine zarar verdiği gibi beraberindekilere de o nispette zarar verir.
Menkıbe
Mevlânâ Hâlid (k.s.a)'in dört yüz halifesi vardı. İçlerinden üç halifesini, itiraz ettikleri için merdud etmişti. Malûm, akşam namazından sonra eller aşağıya indirilir.
"Allahümme ecirni minennâr veedhilnel cenneh.." denir. (Veedğilnel cenneh..) derken ellerini yukarıya doğru kaldırırlarmış. Şeyh Mevlânâ Hâlid bunun bid'at olduğu ikazını yapınca onlar, her ne kadar bid'at ise de bid'at-i hasenedir, diyerek devam ederler. Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid onları merdud eder. Onlar da kalkıp Mevlânâ Hâlid'in şeyhi, şeyh Abdullah-ı Dehlevî'ye afları için iltica ederler.
Şeyh Abdullah Dehlevî onlara: "Vallahi, benim yanımda bir şey kalmadı. Bütün nispeti Hâlid aldı götürdü" der, "siz buraya boşuna gelmişsiniz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetine hizmet nispetle olur. Bendeki nispeti de hep Halid götürdü, bende bir şey bırakmadı" cevabını verir. [40]
Bir gün Gavs-ı Hizânî’ye (k.s), şeyhlerin şeyhi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin (k.s) icâzetnamesinde de zikredildiği gibi, mürşidi Şeyh Abdullah-ı Dihlevî’nin (k.s) ona, Nakşibendîlik dışında dört tarikattan[41] daha icazet vermesinin anlamını ve kendisine verilen bu tarikatlardan dilediği müridine dilediği tarikata göre terbiye edip edemeyeceğini sordular.
Gavs (k.s) bu soruya şöyle cevap verdi: “Mevlânâ Hâlid’e (k.s) bu tarikatların icazetinin verilmesinden maksat, bu tarikatların edep ve usullerine göre mürid yetiştirmek değil, o tarikatlarda bulunan müridlere tasarruf etme yetkisidir. Mevlânâ Hâlid’in (k.s) bu Nakşibendî tarikatının edep ve usulleri dışında herhangi bir tarikat usulüyle mürid yetiştirdiği duyulmamıştır. Zaten böyle bir şey düşünülemez de! Nitekim diğer tarikatlardaki birtakım edep ve usuller bizim tarikatımızca bid’at sayılabilmektedir. Hatta bunları işleyenlerin tarikatımızdan çıktığına hükmedilir. Bunun da ötesinde, o tarikatların edeplerini yapmak veya onların işlenmesine rıza göstermek de onu işlemek gibidir.” [42]
Mevlânâ Hâce Muhammed Parîsa (k.s) ölünce oğlu ayaklarını öpmeye kalkıştı. Fakat babası ayağını kaçırınca oğlu öpmekten vazgeçerek "Anladım ki, bu hareket bidattır. Babam onun için buna izin vermedi" dedi. [43]
Misalde görüldüğü gibi tasavvuf büyükleri vefat ettikleri halde bidatın işlenmesine müsaade etmiyorlar. Kaldı ki hayattayken müsaade etsinler.
Gavsi Sânî (k.s) hazretlerinin dediği gibi ‘’Allah Teâlâ’nın dinine aykırı zerre kadar, iğne ucu kadar bir iş işleyeceğime Allah Teâlâ benim ruhumu alsın.’’ Büyükler bu kadar şeriatın muhafazasında hassastırlar.
Sonuç olarak Habib-i Edip (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu gibi bid’atçılara, günümüz tabiriyle reformculara, bundan bin dört yüz küsur yıl önce Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lanetini yağdırmıştır.
O şöyle buyurur: “Allah Teâlâ (dine ekleme yapan veya eksilten) bid’at sahibinin ne orucunu, ne namazını, ne sadakasını, ne de haccını kabul eder. Umresini, cihadını, farzını ve nafilesini de kabul etmez. O kimse hamurdan kılın çıktığı gibi İslâm’dan çıkar.” [44]
Allah’ın Habibi (sallallâhü aleyhi ve sellem)’nin dava arkadaşları Ashab-ı Kiram’ın, imanın muhafazası ve kalbin salâhı için üzerinde hassasiyetle durdukları meselelerin başında bid’at ve nifaktan kaçınma gelir.
Sahabe-i Kiram ve onları takip eden Tabiûn nesli, imanla birlikte bir müminde yaşayabilen bid’at ve nifakı büyük bir titizlikle tarif etmiş ve açıklamışlardır. Kendileri de yırtıcı bir hayvandan kaçar gibi bunlardan kaçmışlar, uzak durmuşlardır. Çünkü müminin en büyük korkusu son nefeste su-i hatime (kötü akıbet)dir. Ashab-ı Kiram ve Tabiûn, su-i hatimenin hayatımızdaki sebeplerinin başında bid’at ve nifak ile her türlü kibir, gurur ve kendi nefsini beğenme hastalıkları olduğunu tespit etmişlerdir. [45]
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle bizleri itikadi, ameli, tasavvufi her türlü bidat ve bidatçılardan muhafaza eylesin. Bizi iki cihanda da, sadatlardan ayırmasın inşallah. Âmin.
[1] Maide suresi ayet-3.
[2] Buhârî, nr. 6704; Ebû Davud, Eymân, 22 (nr. 3300); İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 4385. Hadis-i şerif İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.
[3] Taberânî, el-Kebîr, nr. 11871; Tahâvî, Müşkilü'l-Âsâr, 3/44; Hatîb, el-Esmâü'l-Mübheme, s. 274.
[4] Müslim, Cumua, 43, 45; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/371; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 5892; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 3/214; Ebû Nuaym,
Hılyetü’l-Evliyâ, 3/189.
[5] İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar, II,409
[6] İbn Mace, Mukaddime,6;Tirmizi, İlim,16;Ebu Davud,Sünne,5,Darimi,Mukaddime,16,Müsned,IV,126,127 Bu hadisi Tirmizi de bu manada rivayet etmiş
ve sahih olduğunu irade etmiştir.
[7] Semerkand Dergisi, En Tehlikeli Bidat İslam Dışı Hayattır, M. Saki Erol, Ocak 2002
[8] Semerkand Dergisi, İslam’ı Anlamada ve Yaşamada Doğrular, Yanlışlar Bidatlar, Ebu Bekir Sifil, Ocak 2002
[9] İmam-ı Birgivî, Berika
[10] A'raf, 152.
[11] A'raf, 152.
[12] Ebu Nuaym el-İsfehani- Hilyetü’l-Evliya
[13] Semerkand Dergisi, İslam’ı Anlamada ve Yaşamada Doğrular, Yanlışlar Bidatlar, Ebu Bekir Sifil, Ocak 2002
[14] İbn-i Mace, Mukaddime bab,1;Darimi, Mukaddime, bab,23;Ahmed b. Hanbel,Müsned,I,435-465;Muhtasar-ı İbn Kesir,I,633
[15] En’am suresi ayet-153
[16] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkamil’l-Kur’an,VII,239
[17] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkamil’l-Kur’an,VII,241
[18] Buhari,2697;Müslim,1718;Ebu Davud,4606;İbnu Mace,14;Ahmed b. Hanbel,el-Müsned,VI,73-240-270; İbnu Hibban,26-27;Darekutni,IV,227;Nazım
Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam(Nevevi Kırk Hadis Şerhi),91
[19] Fethu'l-Bari,VI,231
[20] İbnu Receb,Câmi‘u'l-Ulûm,56;Nazım Muhammed Sultan,Ana Çizgileriyle İslam(Nevevi Kırk Hadis Şerhi) 91-92
[21] Suyuti,el-Câmi‘u's-Sağîr Tercüme ve şerhi,V,412,Hadîs No:7790;Ahmed,Müsned,IV,105
[22] İmam Kurtubi,el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an,VII,243
[23] Nis sûresi ayet-110
[24] Evliyalar Ansiklopedisi,II,
[25] Taberani,Mu‘cemu'l-Evsat,4360;Heysemî, Mecma‘u'z-Zevâ’id,17457:Suyuti,el-Câmi‘u's-Sağîr Tercüme ve şerhi,II,200,Hadîs No:1663
[26] İhya, Gazâlî
[27] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, Hâcegân Yay.
[28] Behçetü’s-Seniyye, Muhammed b. Hânî
[29] Deylemî, Müsned, No 3742; Suyûtî, el-Câmiu's- Sagîr, no. 5306; Haysemi, Mecmau'z-Zevâ-id. 10/229…..
[30] Kaynaklarıyla Tasavvuf, 583, Ahmed, Müsned, 5/375; Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, Had. no. 8741.
[31] Ahmed el-Haznevi,Mektubat,273
[32] Muzaffer Taşyürek, Hatme-i Hacegan Sultanları,212-213
[33] Seyyid Sıbgatullah Arvasi,Minah,56; Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,165
[34] Seyyid Sıbgatullah Arvasi,Minah,57; Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,165
[35] Abdurrahmani Taği, İşaretler,71; Muzaffer Taşyürek, Hatme-i Hacegan Sultanları,175-176
[36] Salih Uçan, Nakşibendî Şeyh. Mukaddes Sözleri,495;Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,199
[37] Sahih-i Müslim,I,592,Had No:867
[38] Gül Nesil 63 Yıl, Seyda Muhammed Raşid Erol
[39] Minah, Seyyid Sıbgatullah Arvasî, Muzaffer Taşyürek, 82. Minah
[40] Sohbetler, S. Abdülhakim el Hüseynî, 17. Sohbet
[41] Mevlânâ Hâlid (k.s) mürşidinden, Nakşibendîliğin dışında Kâdiriyye, Kübreviyye, Çiştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarından da icâzet almıştır.
[42] Minah, Seyyid Sıbgatullah Arvasî, Muzaffer Taşyürek, 117. Minah
[43] İşaretler, Abdurrahman-i Tâhî
[44] İbn Mâce, Mukaddime, 7; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, nr. 85.
[45] Semerkand Dergisi, En Tehlikeli Bidat İslam Dışı Hayattır, M. Saki Erol, Ocak 2002
Facebookta Paylaş

Paylaş