O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SOHBETİ
"DİNİN DİREĞİ NAMAZ"
Arapça "salât" kelimesinin Türkçe karşılığı olup, çoğulu "salavât"tır. İbadet, Dua, zikir, inabe ve tesbih anlamlarına gelen namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Allah Teâlâ ayeti celile de şöyle buyurur:
“Elbette ki namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”
Yani düzenli ve belirli vakitlerde yazılı (kesin) bir farzdır. Ki bu vakitler Kur'ân-ı Kerîm'de açık biçimde veya işaret yoluyla belirtilmiştir.
Örneğin, Nûr sûresi 58. âyet-i kerimede, sabah ve yatsı namazları ismen zikredilirken, Rûm sûresinin 17 ve 18. âyetleri ile isrâ sûresinin 78. ve Hûd sûresinin 114. âyet-i kerimelerinde sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları işaret yoluyla zikredilmiştir.
Namazın farz oluşunun sünnetten delili ise ibn Ömer'den (r.a) rivayet edilen şu hadistir. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) hadis-i şerifte,
"İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah'ın evi Kâbe'yi haccetmek ve ramazan orucunu tutmak"
buyurmuştur.
Kısacası namazın farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Beş vakit namaz bugün bilinen şekliyle hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi'rac gecesinde farz kılınmıştır. Ancak, vahyin başlangıcından itibaren namaz ibadetinin mevcut olduğu, sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit kılındığı bilinmektedir. Zira Cebrail (a.s) ilk vahyin akabinde Peygamber Efendimiz'i Mekke'nin yakınlarındaki bir vadiye götürmüş, vadinin bir köşesine gelince ayağını yere vurmuş, oradan fışkıran su ile önce kendisi, sonra da Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) abdest almıştır. Ardından da Resûlullah'a (salat ve selâm üzerine olsun) iki rekât namaz kıldırmış ve işte namaz böyle kılınır, demiştir.
Namazın beş vakte tahsis edilmesinin bir hikmetini İsmail Hakkı Bursevî (r.ah) şöyle açıklamıştır:
‘’Âlimlerden bazıları demişlerdir ki; namazın gece ve gündüz beş vakte tahsis edilmesinin hikmeti insanın havvâss-ı hamseye (beş duyuya) sahip olmasındandır. Çünkü kul havvâss-ı hamse ile günah işlemektedir. Gece ve gündüz bu beş duyu ile işlediği günahlara kefaret olsun diye de namaz beş vakte tahsis edilmiştir.’’
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Namazın misali şuna benzer: Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, ne dersiniz, acaba üzerinde hiç kir kalır mı?
Bu soru üzerine Sahabe-i kiram dediler ki:
Bu hal, onun üzerinde kirlerinden hiçbir şey bırakmaz! Bu cevap üzerine Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) de buyurdular ki:
İşte beş vakit namaz da böyledir; suyun kirleri giderdiği gibi namaz da günahları ve bütün hataları siler!”
Bunun içindir ki, müminlerin namazları ne kadar düzenli olursa, durumları da o oranda düzenli olur. Namaz hem bir intizam sağlama yolu, hem de Allah rızasını kazanmak için yapılan bir şükran borcudur. Korku halinde kılınırsa ümidi, emniyet halinde kılınırsa neşe ve isteği artırır.
Yine namaz, günün her devresinde insana, Allah Teâlâ’yı hatırlatan bir ibadet olduğu için kula Cenâb-ı Hakk'ın her an kendisini gördüğü şuurunu kazandırır. Böylece kul, Allah Teâlâ’nın yapılmasını haram kıldığı işlerden uzak durmaya, emrettiklerini de yerine getirmeye çalışarak dininin direklerini muhafazaya çalışır.
Menkıbe
Anlatıldığına göre, 60'lı yıllarda, evrimciliğin iyice alevlendiği günlerde bir grup turist Süleymaniye Camii'nin imamı Hacı Nafiz Çelebi'ye birkaç soru sorarlar. Kimi, insanın maymundan gelip gelmediğini öğrenmek ister, kimi de, "Kıldığınız namazda niçin ayakta duruyor, eğiliyor, sonra da başınızı yere koyuyorsunuz? Bunun ne manası var?" diye sorar.
Hacı Nazif Çelebi evrimci turistlere dönerek,
Biz namazda önce ayakta durur, sonra rükûa gider, sonra da secdeye kapanırız. Bunların hikmet ve manalarından biri:
Ayakta iken ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'in elifini yazarız. Bunun için elif harfi gibi dimdik dururuz.
Sonra rükûa eğiliriz. Bununla da Adem (a.s)’ın “dal”ını (Âdem ismindeki "dal" harfini) yazmış oluruz. Geriye mim kalır. Onu da yere başımızı koyar, mim gibi olur, öyle yazarız.
Böylece her namazda babamız Âdem (a.s)’ın adını yazar, maymundan geldiğimizi iddia edenleri fiilen reddetmiş oluruz. Bunun için evrim iddiası bizde tutunamaz. İkincisine gelince:
Namaza başladığımızda ayakta iken Rabbimiz'in üzerimizde tecelli eden sayısız nimetlerini düşünür, sonra bu nimetleri verenin huzurunda minnet ve şükranla rükûa eğiliriz. Ancak bu eğilmeyi de yeterli görmeyiz, sonra kalkıp başımızı secdeye koyar, başımızla da minnetimizi dile getirmiş oluruz.
Başımızı şunun için secdeye koyarız: Baş bedenin tümünü idare eden en yüce varlığımız, en kıymetli organımızdır. Bununla şunu kastederiz:
"Ey Rabbimiz, varlığımızın en kıymetli kısmı başımızdır. İşte huzurunda başımızı dahi yerlere sürüyor, sana olan minnet ve şükrümüzü en kıymetli varlığımızı yerlere koymakla ifade ediyoruz. Şayet başımızdan daha kıymetli bir organımız olsaydı onu da huzurunda iftiharla yerlere serer, minnet ve şükrümüzü onunla da ifade etmek isterdik."
Bu açıklamalardan sonra gruba rehberlik eden turist,
"Tamam, bu kadar yeterli... Biraz daha anlatırsan grubumuza burada namaz kıldıracaksın" der. Bu sırada turistin biri Hacı Nazif Çelebi'nin yanına yaklaşır ve,
“Bundan sonraki namazınız saat kaçta olacak? Anlattığınız manada bir namazı ben de aranıza karışıp kılmak istiyorum. Bana çok uygun geldi bu anlayış içinde ayakta durmak, eğilmek, başı yerlere koyup Yaratan'a minnettarlığını ifade etmek. Bence de ibadet budur" diyerek Müslüman olur.
Namazın Fazileti ve Önemi
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ kullarına beş vakit namazı farz kılmıştır. Namazın her hangi bir rüknünü zayi etmeden ve hafife almadan her gün beş vakit namazını kılan kimseyi cennete sokmağa Allah Teâlâ söz vermiştir. Beş vakit namazı kılmayan kimseler için Allah Teâlâ’nın bir taahhüdü yoktur; dilerse onlara azap eder, dilerse cennete sokar!”
Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra da namaz gelir. Cenab-ı Hak Kur’an’da yüzden fazla yerde namazı emretmiştir. Hz. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz İslâm’ın beş şartını sayarken kelime-i şahadetten yani imandan sonra namazı zikretmiştir. Şayet daha önemli bir ibadet olsaydı Allah Teâlâ Hazretleri ondan bahseder, melekleri de o ibadetle sorumlu kılardı. Oysa Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in haber verdiği üzere yaratıldıkları günden beri Allah’ın azameti karşısında kimi rükûda, kimi secdede ve kimi de kıyamda ibadet eden melekler vardır.
Namaz, imanın alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, mü’minin miracıdır. Mü’min bu namaz sayesinde yüce Allah’ın manevi huzuruna yükselir, yüce Allah’a yalvararak manevi yakınlığa erer. Bütün hak dinler insanlara namaz kılmalarını emretmişlerdir. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) de, peygamber olarak gönderilişlerinden itibaren namaz kılmakla yükümlü olmuştur, Miraç Gecesi’nde ise beş vakit namaz farz kılınmıştır.
Bir hadis-i şerifte beyan edildiği üzere kıyamet günü kul ilk olarak namazdan hesaba çekilecektir. Eğer düzgün hesap verirse diğer işleri düzene girecek, yok eğer aksi zuhur ederse diğer amellerdeki hesabı da ağırlaşacaktır. Namazla ilgili hesap düzgün olursa, Cenab-ı Hakk’ın diğer ameller hakkında lütuf ve keremiyle muamele etmesi umulur. En iyisini O bilir.
Bir vakit namazı terk etmek büyük günahlardandır. Namazı hafife almak veya inkâr etmek ise dinden çıkarır. Namaz kılmayan bir insanın şayet Müslümanlıkla bir bağı kalmışsa, o da her an kopma tehlikesiyle yüz yüzedir. O yüzden hadis-i şerifte: ‘’Namaz dinin direğidir. Onu terk eden (bir kimse) muhakkak dinini yıkmış olur‘’
buyrulmaktadır.
Allah’a ve ahiret gününe yakînen iman eden bir mümin tek bir vakit namazını dünyalara değişmez. Bir vakit namaz karşılığında dünyanın bütün serveti ve krallığı verilse hakiki bir mümin böyle bir teklife başını çevirmeye bile tenezzül etmez.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;
‘’Öyleleri vardır ki, ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar.’’
Devrin mana sultanının bir sohbette buyurduğu gibi, denizin ortasında gemi batsa, bir mümin tahta parçalarına tutunarak hayatta kalma mücadelesi verseydi, yine o vaktin namazından mesul olacaktı. Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanan kâmil bir mümin, böyle durumlarda bile ‘’namazım, namazım’’ diyecek, ima ile mi kılsam, işaretle mi kılsam diye sancısını çekecekti.
Kelime-i şehadet getirerek iman dairesine giren her müslüman, İslâm'ın beş şartından biri olan namazı kılmakla yükümlüdür. Oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek de namaz gibi İslâm'ın şartlarındandır. Ancak bunların yerine getirilmesi belli şartlara bağlanmıştır. Oysa namaz böyle değildir. O aklî dengesi yerinde olmayan kimse dışında bulûğ çağına eren her müslümana farzdır. Bu nedenle Allah dostları namaza büyük önem vermişlerdir. Kendilerinden nasihat isteyenlere ilk nasihatleri, "Namazlarınızı kılın, onu ihmal etmeyin" olmuştur.
Gavs-ı Sâni (k.s.) hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur:
‘’Bir insana bir vakit bile olsun namaz kıldırmak onu ateşten kurtarmak demektir. Bir insanın ateşte yandığını görseniz elinizi uzatıp onu ateşten kurtarsanız, bu ne kadar mühim bir iştir. İşte bir insanın namaz kılmasına vesile olmak daha da mühimdir. Çünkü bilerek, tembellikle, namaz kılmayan kişiyi Allahü Teâlâ affetmezse bir rivayete göre beş yüz sene, bir rivayete göre de yetmiş bin sene ona cehennem azabı vardır.’’
Menkıbe
Gavs-ı Sâni (k.s.) hazretleri şöyle bir menkıbe anlatmıştır:
Abdurrahman Tâhî (k.s.) akarsu üzerine bir köprü yaptırır. Vali de teşekkür etmek için Abdurrahman Tâhî hazretlerinin yanına gelir. Namaz vakti olunda Abdurrahman Tâhî (k.s) hazretleri valiye,
‘’Kalk, abdestini al da namaz kılacağız’’ der. O da tamam deyip kalkar. (Bunun üzerine halifesi) Şeyh Fethullah (k.s.) şöyle der: ‘’Kurban, bu belki de ömründe ne namaz kılmış ne abdest almıştır.’’
Abdurrahman Tâhî (k.s.) hazretleri de Şeyh Fethullah’a,
‘’Belki böylece namaza başlamış olur da bundan sonra hiç bırakmaz’’ buyurur.
Anlatıldığına göre o vali de bu namazı kıldıktan sonra namazını devamlı kılar. Siz de bir insana bir vakit bile olsa namaz kıldırın belki devam eder.
İmandan sonra en faziletli amel vaktinde kılınan namazdır. Nitekim Peygamber Efendimiz'e (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Amellerin hangisi daha faziletlidir?" diye sorulduğunda,
“Vaktinde kılınan namazdır"
buyurmuşlardır.
Bu hadisin şuurunda olan bir mümin her namaz vaktinde, "Varlığın başlangıcından, içinde bulunduğum şu ana kadar yaşamış olsaydım beş vakit namazımı mutlaka yine vaktinde kılardım" niyetinde olmalıdır. Zira bu niyet ona dünyanın yaratılışından kıyamete kadar ibadet sevabı kazandıracaktır.
Büyük İslâm âlimi Abdüllah-ı Dehlevî (k.s) hazretleri ‘Mekâtib-i şerîfe’ kitabının 85. mektubunda buyuruyor ki:
‘’Namazın kıyamında, rüku’unda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zaman, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, hâller hâsıl olur. Bütün ibadetler namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı kerim okumak, tespih söylemek [ya’nî sübhânallah demek], Resûlullaha salâvat söylemek ve günahlara istiğfar etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü Teâlâ’dan isteyerek Ona dua etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû’ hâlinde, cansızlar da namazda (Ka’de) de oturur gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ibadetlerinin hepsini yapmakladır.’’
Atâ b. Meysera (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Bir kul, yeryüzünün herhangi bir noktasında Allah’a secde ettiğinde, kıyamet günü o yer, adamın lehine şahitlik edecek ve öldüğünde üzerine ağlayacaktır.’’
Anlatıldığına göre, Cenab-ı Hak yedi kat gökleri yaratınca onları, bir an bile boş kalmadan sürekli namaz kılan meleklerle doldurdu. Her gök katı için bir ibadet şekli takdir etti. Bir kattaki melekler sura üfleninceye kadar kıyamda, bir gök katındakiler rüküda, bir gök katındakiler secdede, bir gök katındaki melekler Allah’ın heybeti karşısında kanatlarını yerlere sermiş halde ibadet etmektedir. İlliyyun ve Arş melekleri, Arş’ın etrafında sürekli tavaf ederek Rablerini hamd ile tesbih eder ve yeryüzündekiler için istiğfarda bulunurlar.
İşte Allah Teâlâ, meleklerin farklı gök katlarında yaptıkları ibadetlerin tamamını müminlere lütuf ve ihsan olmak üzere namazda bir araya getirmiştir. Böylece müminler, bütün gök katlarındaki meleklerin yaptığı ibadetlerin tamamından hissedar olmaktadır. Buna ilaveten namaz içinde Kur’an-ı Kerim’in tilavet edilmesini, namazın şükrünün yerine getirilmesini istedi. Namazın şükrü ise, onu şartlarına ve ölçülerine uyarak kılmaktır. Nitekim Cenab-ı Hak c.c. şöyle buyurur:
“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rüku edenlerle beraber rüku edin.”
Namaz Miraç hediyesi olmakla müminlerin Miracı sayılmıştır. Yani namaz insanı manâ âleminde alabildiğine yükselten bir asansördür. Ona tutunmayanlar aşağıların aşağısında kalacaklardır.
Namaza belki de en az muhtaç olan insan, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’dir. Ama o, aynı zamanda namazı en iyi anlayan insandır. Bu yüzden onun, ayakları şişecek kadar namaz kıldığı olurdu.
Hz. Aişe (r.anha) annemiz ona bir seferinde acıyarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını bağışladığını söylüyor, öyleyse kendini bunca yormak niçin?" diye sorduğunda
O da: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur.
Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını "huşû" içinde kılanları sayar. "Mû'minler elbette kurtulacaktır: Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtlarını verirler, ırzlarını korurlar…’’
Allah Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) dünya meşgaleleriyle yorulduğu ve sıkıldığı zamanlarda: "Ey Bilal, kalk da bizi ferahlat!"
yani, ezan oku da namaz kılalım, buyururlardı.
Bekir b. Abdullah şöyle der: “Ey insanoğlu! Eğer Allah’ın huzuruna girmek ve tercümansız konuşmak istersen bu senin için mümkündür! Dediler ki:
— Bu nasıl olabilir?
— Abdestini mükemmel şekilde alırsın. Sonra namazgâhına geçer namaza durursun. İşte böylece Rabb’inin huzuruna izinsiz girmiş ve tercümansız konuşmuş olursun!”
Muhammed b. Sirin (r.ah) şöyle der: ‘’İki rekât namaz ile cennet arasında muhayyer bırakılsaydım, iki rekat namazı cennete tercih ederdim. Zira iki rekât namazda Allah’ın rızası, cennette ise benim hoşnutluğum var!’’
Muhammed bin Vasi (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Dünyada üç şeyi şiddetle arzuluyorum:
1) Kaydığım zaman beni doğrultacak bir kardeş
2) Meşrû ve helâl bir rızık,
3) Yanlışlarımı affettiren ve fazileti bana yazılan cemaatle bir namaz.’’
Namazı Terk Etmek
Beş vakit namazını kılmayan kimse, içinde bulunduğu hali iyi mülahaza etmelidir. Unutmamalıdır ki, şeytan Allah’ın bir tek emrini yerine getirmediği için huzurdan kovulmuştur. Buna göre, namaz kılmayarak günde beş defa Allah’ın emrini yerine getirmeyen kimsenin durumu varın siz düşünün…
Hasan-ı Basrî (k.s.) hazretleri bir sözünde şöyle buyurmuştur: ‘’Ey âdemoğlu, namazın senin yanında bir önemi yoksa sana dininden başka neyin değerli olabilir ki! Oysa namaz kılmayan kimse, Allah Teâlâ katında en değersiz kimsedir’’ demiştir.
Kim yüce Allah’ın katında değersiz bir kimse olarak anılmak ister ki? Elbette hiç kimse bunu istemez. Ancak insanın nefsin arzu ve isteklerine uyarak namazını terk etmesi onun Cenâb-ı Hak katında basit bir kimse olarak anılmasına sebebiyet vermektedir.
Şu halde kul, nefsinin değil Allah’ın kulu olduğunun fakına vararak namazlarını kılmalıdır. Yoksa kendisine sayısız nimetler veren Cenâb-ı Hakk’a şükretmesi gerekirken, O’na nankörlük etmiş olur.
Menkıbe
Hazreti Hüseyn (r.a.) henüz süt emmekte idi, hastalanmış ve sabaha kadar uyumamıştı... Sabaha doğru biraz uyur gibi olmuş, Hazreti Fâtıma (r.anha) Validemiz de vakitten istifade ederek, sabah namazını kılıp yatmışlardı. Mescid-i Şerifte sabah namazını kıldıran Resulü Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, âdeti üzere kızı Fâtıma'nın saadetli evine teşrif etmişlerdi. Hazreti Fâtıma'yı uyur vaziyette görünce; onu sabah namazını kılmadan yatmış sanarak:
Ey kızım Fâtıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terk etme! Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça; cennete gireceğini zannetme! buyurmuşlar ve namazın hiçbir suretle ihmal edilemeyeceğini beyan buyurmuşlardır.
Ondan sonra Hazreti Fâtıma (r.anha) validemiz:
Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım... Sabah namazını kılıp da yattım... deyince, Peygamber Efendimiz:
Müjdeler olsun sana ya kızım Fâtıma, Ahirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin, buyurdular.
Bir İslâm âlimi şöyle buyurmuştur:
‘’Namaz kılmamanın ne büyük bir suç olduğunu anlamak için çok sevdiğinizi mesela evladınızı kapının dışına çıkarıp, ben çağırınca gel deyin. Çağırın çağırın gelmesin. Siz defalarca çağıracaksınız da o duyduğu halde gelmeyecek. Ne yaparsınız siz ona? Allahü Teâlâ günde beş defa kullarını çağırıyor. Üstelik bu davetin faydası bize. Davete icabet edenlere yaptığı ihsanlar da ayrı. Buna rağmen yüce Rabbimiz ne kadar sabırlı, ne kadar merhametli, günde beş defa çağırdığı halde gelmeyen kullarına bir şey yapmıyor, rızkını kesmiyor ve mühlet veriyor.’’
Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gün ashabı arasında iken ‘’Allah’ım! İçimizde Hak’tan sapmış ve mahrum kalmış kişi bırakma‘’ diye dua etti ve şöyle sordu:
‘’Hak’tan sapmış ve mahrum kalmış kişi kimdir biliyor musunuz?‘’ Oradakiler,
‘’Bilmiyoruz, kimdir Ya Rasulullah?‘’ dediler. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
‘’Namaz kılmayan kişidir‘’ buyurdular.
Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurmuştur: ‘’Namaz ne güzeldir! Namazı kılmayanın gerçekten İslam’dan bir nasibi yoktur!’’
İmam-ı Şafii ve el-Beyhaki ise şöyle rivayet eder: “Namazı kaçıran kişi, tıpkı ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.”
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in arkadaşları da: "Biz namazdan başka hiçbir ibadeti terk etmeyi küfre yani; kâfir olmaya denk saymazdık"
demişlerdir.
Menkıbe
Rivayet edildiğine göre, İsrailoğullarından bir kadın Musa (a.s.)’a gelir ve der ki:
— Ey Allah’ın Rasülü! Büyük bir günah işledim, fakat tevbe ederek Allah’a yöneldim. Benim için Allah’a dua et de, günahımı bağışlasın ve tevbemi kabul buyursun!
Musa (a.s.) sorar:
— İşlediğin günah nedir?
— Zina ettim ve zinadan doğan çocuğumu da öldürdüm!
Bu sözler üzerine Musa (a.s.) kadına şöyle der:
— Yanımdan defol ey günahkar kadın! Yoksa gökten ateş inip uğursuzluğun yüzünden bizleri yakacak!
Kadın kalbi kırık bir şekilde oradan çıkar. Cibril (a.s.) Musa (a.s.)’ın yanına gelir ve der ki:
— Allah Teala sana buyuruyor ki: «Tevbe eden kadını neden reddettin?» Ey Musa! Sen bundan daha fenaları ile karşılaşmadın mı?
Musa (a.s.) sorar.
— Bundan daha fena olanlar kimlerdir?
— Kasten bile bile namazı terk edenler!
Günlük beş vakit namazı kılmayanlar, her gün beş defa Yüce Allah’a isyan ederek, en büyük günahı işleyenler, diğer günahları işlemede bir sakınca görmezler ve sonuçta, akan kanların ve irinlerin toplandığı gayya’da fokur, fokur kaynayarak cezalarını çekerler.
Allah Teâlâ şöyle buyurur;
‘’Onlardan (Peygamberlerden ve peygamberlere tabi olanlardan) sonra öyle bir nesil geldi ki, namazlarını kılmadılar ve şehvetlerine (hayvansal duygularına) tabi oldular. Onlar yakın bir gelecekte (Cehennem’deki) gayyaya atılacaklardır.‘’
Ancak, tevbe edip namaza başlayanlar ve düzenli bir şekilde kazâ namazlarını kılanlar, günahlarından kurtulunca, Dünya’da ruhsal huzura ve âhiret’te Cennet’e kavuşurlar.
Allahü Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ancak tövbe ve iman edip salih ameller işleyenler başkadır, Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir."
Şu halde yapılan samimi bir tövbeden sonra Salih amellerin başında gelen beş vakit namazın kılınması gerekmektedir. Çünkü şuurla kılınan bir namaz, nefse darbe vuran keskin bir kılıç ve günahların affına vesile olan Rabbânî bir ikramdır.
Namazın yerine, başka hayırlar ve başka sevaplar yapılsa olmaz mı veya kalbim yeterli olmaz mı? Beş vakit namaz şart mıdır?
Kendisinden trafik ehliyeti istenen kişinin, bunun yerine sağlık cüzdanı göstermesi, ne derece geçersiz, gülünç ve ahmaklık ise, Yüce Allah’ın “Namaz kıl!” emrine karşı, ben namaz kılmam ama başka hayırlar yaparım demesi, daha geçersiz, daha gülünç ve apaçık bir sapıklıktır.
İslâm’ın şartı beştir. Bu beş şartın ikincisi namazdır. Demek ki beş vakit namazın kılınması şarttır ve şartın genel anlamı, olmazsa olmaz demektir.
Namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez.
İbadetler içinde en faziletlisi namazdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
‘’Cennetin anahtarı namazdır.‘’
‘’Her peygamberin ümmetine son nefeste vasiyeti namazdır.‘’
‘’Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.‘’
İmam Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerif ise şöyledir: “Kişi ile küfür veya şirk arasında sadece namazı terk vardır!”
İbnu Mace, ve el-Beyhaki, Ebu’d-Derda (r.a.)’dan şöyle rivayet eder:
“Dostum Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bana şunları tavsiye etti: Seni kesseler ve yaksalar bile Allah’a şirk koşma! Farz namazları kasten terk etme, bunları kasten terk eden benim himayemden sıyrılmış demektir. İçki içme, çünkü o bütün kötülüklerin anahtarıdır!”
Yine Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Namazı kasten terk eden kimse, Muhammed s.a.v.‘in himayesinden sıyrılıp çıkmıştır.”
Namazı kılmamak dünya ve âhirette azaba sebep olur. Âhiretteki azapla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Onlar suçlulara sorarlar: Sizi Sakar (cehennemine) sürükleyen nedir? (Suçlular şöyle cevap verirler:) "Biz namaz kılanlardan değildik"
Bu v.b hadis-i şerifleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:
Dinimizde en büyük günahı işleyen kâfir olmaz. Bunun için, tembellikle namaz kılmayana kâfir denmez. Fakat namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez. Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmiştir. Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun, muhakkak namaz kılmalıdır!
“Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gün namazdan bahsetti ve şöyle buyurdu:
‘’Kim namazını sürekli olarak kılar ve onu korursa kıyamet günü namazı kendisi için bir nur, kurtuluş vesilesi ve kılavuz olur. Namazlarına gerekli özeni göstermeyenlerin ise ne bir nuru, ne kurtarıcısı ve ne de kılavuzları olur. Onlar kıyamet günü Firavun, Karün, Haman ve Ümeyye b. Halef ile birlikte olur.”
Âlimler der ki: Namazlarına titizlik göstermeyenlerin kıyamet günü bu gibi kimselerle birlikte olmasının sebebi; ya Karun gibi serveti kendisini namazdan alıkoyar ve onunla birlikte haşr edilir. Ya Firavun gibi saltanatı sebebiyle namazdan geri kalır ve onunla birlikte haşr edilir. Yahut da üzerine aldığı diğer bir iş sebebiyle namazını savsaklar, bu takdirde de Haman ile birlikte haşr edilir. Veya ticareti sebebiyle namazdan geri kalır ve Mekkeli kâfirlerin taciri olan Ümeyye b. Halef ile birlikte haşr edilir.
İmam-ı Gazali ’’Kalplerin Keşf-i’’ kitabında hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre namazlarına itina göstererek kılan kişilere Allah Teâlâ (c.c.) şu beş ihsanda bulunur:
1 – Geçim darlığı üzerinden kaldırılır,
2 – Kabir azabından emin olur.
3 – Allah Teâlâ (c.c.) amel defterini sağ tarafından verir.
4 – Sırat köprüsünden yıldırım gibi geçer.
5 – Hesaba çekilmeden cennete girer.
Kim de namaz hususunda gevşek davranır ve namazı savsaklarsa Cenab-ı Hak (c.c.) ona on dört ceza verir. Bunlardan beşi dünyada, üçü ölüm anında, üçü kabirde ve üçü de kabirden çıktığı zamandır.
Dünyadakiler şunlardır;
1 – Ömrünün bereketi kaldırılır.
2 – Yüzündeki iyilere ait siması (nişanı) yok edilir.
3 – Allah Teâlâ (c.c.) işlediği hiçbir amele mükâfat vermez.
4 – Hiçbir duası semaya yükselmez.
5 – Salihlerin duasında payı olmaz.
Ölüm anında karşılaşacağı cezalar;
1 – Zelil olarak ölür.
2 – Aç olarak can verir.
3– Susuz olarak ölür; dünyadaki bütün denizleri içse bile susuzluğa kanmadan susuzluk çekerek ölür.
Kabirde karşılaşacağı felaketler;
1 – Kaburga kemikleri birbirine girecek şekilde kabir kendisini sıkar.
2 – Kabrinde kendisine ateş yakılır; gece gündüz kor ateş içinde debelenip durur.
3 – Kabirde kendisine ’’Kel Ejderha’’ denilen yılan musallat olur. Gözleri ateş ve tırnakları demirden olup, her bir tırnağının uzunluğu bir günlük yol kadardır. Bu yılan ölü ile konuşur, sesi kulakları parçalayan gök gürültüsü gibidir: ’’ Ben Kel Ejderhayım! Rabb’im bana, sabah namazını güneş doğana kadar, öğle namazını ikindiye kadar, ikindi namazını güneş batana kadar, akşam namazını yatsıya kadar ve yatsı namazını fecir doğana kadar geciktirip zayi etmen sebebiyle her biri için ayrı ayrı dövmemi emretti. ’’ der. Yılanın her darbesi ile yetmiş arşın yerin içine gömülür. Kıyamet gününe kadar bu şekilde azap görmeye devam eder.
Kabirden kalkıp mahşer yerine vardığında karşılaşacağı musibetler;
1 – Hesabı çetin olur.
2 – Rabb’inin öfke ve gazabı ile karşılaşır.
3 – Cehenneme girer.
Şu kısımda unutulmamalıdır ki; İmam Rabbani (k.s) hazretleri farzların bin senelik sünnetten, sünnetlerin de bin senelik nafileden daha önemli ve faydalı olduğunu belirtmektedir. Bir farzın kaçmasına, mesela bir vakit namazın kaçmasına sebep olan şey, nafile hac bile olsa hiçbir işe yaramaz. Cahil sofilerin cemaatle namazı terk edip kırk gün çile, riyazet vs. ile uğraştıklarını belirten İmam Rabbanî Hazretleri, bir farz namazı cemaatle kılmanın binlerce günlük çile ve riyazetten daha hayırlı olduğunu belirtir. Farz namazın içindeki sünnetlerin de asla kavuşturmaları itibariyle farzlardan sayılacağını ilave eder.
Geçmişte gafletle namazı kazaya bırakan veya namaza geç başlayanlar bütün borçlarını hesap edip kaza etmeli, kazaya bıraktıkları için de tevbe ve istiğfarda bulunmalıdırlar. Nasıl ki dünyevi borçlarımızı zamanında ödüyor veya ertelemekten dolayı alacaklı kişiye karşı mahcubiyet duyuyorsak, uhrevi borçlarımızda daha titiz ve hassas olmamız gerekiyor. Kılınmayan namazları kaza etmek de farzdır.
Kaza namazı olanların bir an önce kaza namazlarını kılıp borçlarını bitirmeleri, bş zamanlarını kaza namazlarını kılarak değerlendirmeleri gerekir. Kaza namazlarını bitirmeyi diğer nafile ibadetlerden öncelikli görmelidir.
Kısacası tamamı kulluk olan hayatımızın temeli namazdır. Namaz olmazsa diğer amellerimizin de boşa çıkmasından korkarız. Çünkü önce namazdan sorulacak. Öyleyse günde beş kez bizi salaha, felaha çağıran davete icabet edelim. Ki ebedi saadete götüren yolumuz kapanmasın, hep açık kalsın.
Allah Teâlâ, sadatın himmet ve bereketiyle, bizleri ve neslimizi hakiki manada namazı ikame edenlerden, namaz ibadetini en büyük nimet bilenlerden ve namazdaki miraç şuurunu elde edenlerden eylesin inşaellah. Âmin.
Facebookta Paylaş

Paylaş