O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

EHL-İ BEYT SEVGİSİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
EHL-İ BEYT SEVGİSİ
Hz. Peygamberin (s.a.v) ailesini ifade etmek için Ehl-i beyt, Âl-i Resûl, Âl-i Muhammed, Itretü'n-nebî gibi terkipler kullanılmıştır. Bu ifadeler arasında en yaygın olanı, "Ehl-i beyt" tabiridir.
Ehl-i beyt kavramı, Arap dilinde esnek bir yapıya sahiptir. En dar şekliyle kişinin ailesini yani eşini ve çocuklarını ifade ederken, en geniş anlamıyla da kişinin tüm akraba ve kabilesini ifade etmektedir.
Asr-ı saâdet'ten önce Câhiliye devri Arap toplumunda Ehl-i beyt tabiri, kabilenin hâkim ailesini ifade etmek için kullanılırdı. Asr-ı saâdet'te Hz. Peygamberin (s.a.v) ailesini kastetmek için "Ehl-i beyt ve Âl-i beyt" tabirlerinin her ikisi de kullanılmıştır. Asr-ı saâdet'ten sonra günümüze uzanan zaman dilimi içinde ise "Ehl-i beyt" ifadesi mutlak olarak kullanıldığında doğrudan Resûl-i Ekrem'in ailesini ifade eden bir ıstılah haline gelmiştir. Resûl-i Kibriya (s.a.v) ile aynı haneyi paylaşan aile fertleri, onun Ehl-i beyt'ini teşkil eder.[1]
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Ehl-i beyt'i, başta hanımları olmak üzere bütün çocukları, kadın-erkek bütün torunları, müslüman olup kendisine tâbi olan amcaları, onların çocukları, torunları ve diğer akrabaları olan Hâşim ve Muttaliboğulları'dır.
Günümüzde Ehl-i beyt kavramı genel olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v) torunları Hz. Hasan (r.a) ve Hz. Hüseyin'in (r.a) soyundan gelenler için kullanılmaktadır.[2]
Seyyid, "efendi, bey, ileri gelen, reis" anlamlarına gelmektedir. Fakat kavram olarak bütün insanlığın efendisi olan Hz. Peygamberin (s.a.v) torunu Hz. Hüseyin (r.a) yoluyla nesebi Hz. Resûlullah'a (s.a.v) ulaşan kimseleri ifade eden bir unvan, bir sıfattır.
Şerif, "yükseklik, asalet, izzet, makam ve mertebesi yüce olmak, manevi yükseklik ve ululuk" demektir. Abbâsîler dönemine kadar şerif ve çoğulu eşraf, Hâşimoğulları ve Ebû Tâliboğulları için özellikle de Hz. Hasan (r.a), Hz. Hüseyin (r.a) soyundan gelenler için bu tabir kullanılıyordu. Hz. Hasan'ın (r.a) soyundan gelenlere hicri II. asırdan itibaren "şerif" denmesi bir gelenek halini almıştır. Hz. Hasan'ın (r.a) soyundan gelenlere "şerif" denmektedir. [3]
Hz. Peygamber'in Gerçek Vârisleri
Ehl-i beyt'în ilmiyle amel eden âlimleri, Hz. Peygamber'in (s.a.v) gerçek vârisleridir. Zira Rahmet Peygamberi (s.a.v), nurlu nazarlarıyla Ehl-i beyt'ini yüksek hallere ulaştırdı. Bu nazarlardan ve bereketten en büyük payı hiç kuşkusuz onlar aldı. Ehl-i beyt'in gerçek vârisleri de bu nazar ve nuru Hz. Peygamber'den (s.a.v) miras aldılar. Çünkü Ehl-i beyt'in ilkleri; baş ve gönül gözleriyle Rahmet Peygamberi'nin (s.a.v) nurlu yüzüne bakıp, saadetli kalbinden ilâhî nuru çekmişler, rabbânî şuur elde etmişlerdir. Allah'ın cemalini ve en büyük âyetlerini gören Hz. Peygamber (s.a.v) onlara nazar ettikçe, Ehl-i beyt'in kalpleri açılmış, imanları kuvvetlenmiş, yakînleri artmış, vesvese kesilmiş, gönülleri sevgiyle dolmuştur. Onlar hem Hz, Peygamber’in (s.a.v) ilim kaynağından istifade etmiş, hem de risalet evinde büyümüş kimselerdir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), onlara hem hal hem de dil lisanıyla sohbet etmiştir.[4]
Hz. Peygamber'in İki Emaneti
Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetinin hidayet ve istikametini dikkate alarak onlara iki emanet bırakmış ve bunlara sımsıkı sarılmamızı emir buyurmuştur. Zeyd b. Erkam'ın (r.a) anlattığına göre Allah Resulü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah'a hamd, senâ ve zikirden sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben de bir beşerim. Rabbim'in ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır, Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum.
Birincisi insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan Allah'ın kitabı Kur'an'dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!"
Hz. Peygamber (s.a.v) Kur'ân-ı Kerîm'e sarılma ve ona bağlanma konusunda tavsiyelerde bulundu. Sonra sözüne şöyle devam etti:
"İkinci emanet Ehl-i beytim'dir. Ehl-i beytim'e saygılı davranın! Ehl-i beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım."[5], [6]
Ehl-i Beyt'in Fazileti
Ümmü Seleme validemizin anlattığına göre Hz. Peygamber (s.a.v), kızı Fâtıma'ya şöyle buyurdu:
- Kocanı ve çocuklarını benim yanıma getir. O da gidip onları getirdiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v), Fedek'ten getirilmiş olan abasını onların üzerine attı ve mübarek ellerini onların üzerine koyup şöyle buyurdu:
- "Allahım, bunlar Muhammed'in ailesidir, kendi rahmet ve bereketlerini İbrahim'in soyuna indirdiğin gibi Muhammed'in ailesinin üzerine indir. Şüphesiz ki sen, övülensin, yücesin." Ümmü Seleme (r.ah),
- Ben de abânın altına girmek ve onlara katılmak istedim. Bunun için abânın bir ucunu kaldırdım. Hz. Peygamber (s.a.v) abâyı benim elimden çekti, abânın altına girmeme müsaade etmedi ve şöyle buyurdu:
- Sen hayır ve saadet üzeresin.[7]
Hz. Âişe'nin (r.ah) anlattığına göre, Resûl-i Ekrem (s.a.v), üzerinde siyah yünden nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin evden çıktı. O sırada Hasan (r.a) geldi, onu örtünün altına aldı. Sonra Hüseyin (r.a) geldi, onu da örtünün altına aldı. Sonra Fâtıma (r.ah) geldi, onu da örtünün altına aldı. Daha sonra Ali (r.a) geldi, onu da örtünün altına aldı. Sonra da,
"Ey Ehl-i beyt! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb/33) âyetini okudu.[8]
Enes b. Mâlik (r.a) naklediyor: "... Ey Ehl-i beyt! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb/33) âyeti indikten sonra, Hz. Peygamber (s.a.v) sabah namazına giderken, altı ay kadar bir müddette, Hz. Fâtıma'nın (r.anha) kapısına uğrayıp,
- Ey Ehl-i beyt! Namaza kalkın, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor, diye seslenirdi.[9], [10]
Hz. Peygamber'in Emanetine Sahip Çıkmak
Bizler, Hz. Peygamber'i (s.a.v) dünya gözüyle göremedik. Ancak onun Ehl-i beyt ini görmemiz mümkündür. Bugün dünyanın birçok yerinde Ehl-i beyt mevcuttur. Birinci emanet olan Kur'an kıyamete dek devam edeceği gibi, ikinci emanet olan Ehl-i beyt de kıyamete kadar varlığını devam ettirecektir. Resûlullah'ın (s.a.v) Ehl-i beyt'ini emanet bırakması biz ümmeti için büyük bir şereftir.
Bu sebeple bizlere emanet bırakılan Ehl-i beyt'e her hususta yardımcı olmamız ve onları cân-ı gönülden sevmemiz gerekir. Kendi akraba ve yakınlarımıza yardım ettiğimizden daha fazla onlara yardım etmeliyiz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususa işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Sizin en hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytim'e karşı en hayırlı olanınızdır.”[11]
Ehl-i beyt'ten birine iyilik yapan kimse, bunun karşılığını kıyamet gününde görecektir. Nitekim Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde benim kendisine şefaat etmemi isteyen bir kimse, Ehl-i beytim'le alakasını kesmesin ve onları sevindirsin."[12]
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber'in (s.a.v) son söylediği söz şu idi. "Ehl-i beytim'e sahip çıkınız."[13], "Ehl-i beytim'i sevmeyenin kalbine iman girmez."[14],[15]
Ehl-i Beyt'e Karşı Tavır Almak
Hiçbir müminin Ehl-i beyt'e karşı tavır alması doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) Ehl-i beyt'e karşı tavır sergileyenler hususunda şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki, bana ve Ehl-i beytim'e buğzeden ve bizi kızdıran kimse, muhakkak cehenneme girer."[16]
Hâris b. Abdülmuttalib'in (r.a) anlattığına göre, Hz. Peygamber'in amcası Hz. Abbas (r.a) öfkeli bir vaziyette Resûlullah'ın (s.a.v) yanına girdi. Ben de onun yanındaydım.
Resûlullah (s.a.v),
- Niçin öfkelisin, diye sordu. Hz. Abbas (r.a),
- Ey Allah'ın Resûlü! Biz Hâşimoğulları ile Kureyş arasında ne var? Kendi kendilerine buluştuklarında güler yüzle buluşuyorlar, bizim karşımıza çıktıkları zaman değişik yüzle çıkıyorlar, dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) kızdı, yüzü kızardı. Sonra,
- Benliğim kudret elinde olan zata yemin ederim ki, Allah ve Resûlü için sizi bir kimse sevmedikçe kalbine iman girmez, buyurdu. Sonra şöyle devam etti:
- Ey insanlar! Her kim benim amcama eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Bir insanın amcası onun babası gibidir.[17]
Açıkça görüldüğü gibi Ehl-i beyt'i üzen, Hz. Fâtıma'yı [r.anha] üzmüş, bizzat Resûlullah'ı (s.a.v) üzmüş sayılır. Resûlullah'ı (s.a.v) üzen de Allah'ın [c.c] hiç hoşnut olmayacağı bir tavır sergilemiştir. Bu durum Ehl-i beyt ailesinin tamamı için geçerlidir. Oysa biz, Ehl-i beyt'i sevmekle emredilmişiz. Bu hem dünyamız hem de ahiretimiz için bir lütuftur. [18]
Ehl-i Beyt Günahsız mıdır?
Ehl-i sünnet inancına göre sadece peygamberler günahsızdır. Ehl-i beyt masum/günahsız değildir. Bunun aksine Şiîler Ehl-i beyt mensuplarının günahtan korunmuş olduklarına inanırlar. Onlara göre Ehl-i beyt, inanç ve amelde her türlü hata ve kusurdan korunmuş, yani masumdurlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise her konuda olduğu gibi bu konuda da ifrat ve tefritten uzak, makul bir yaklaşımla kısaca şöyle demektedir: Ehl-i beyt'in Hz. Peygamber'in (s.a.v) neslinden gelmeleri elbette ki büyük bir şereftir. Ancak onların bu büyük şerefe sahip olmaları, kendilerini hata ve günah işlemekten koruduğu, yani masum oldukları anlamına gelmez. Çünkü "ismet" sıfatı sadece peygamberlere mahsustur.
Dolayısıyla seyyid ve şerif günah işleyebilir. Bu, onun Ehl-i beyt'ten çıkmasına sebep olmaz. Nitekim allâme İbn Hacer Heytemî şöyle demiştir: "Nesebi Hz. Peygamberin (s.a.v) evine ulaşan bir kimsenin, büyük cinayetler işlemesi ve dindar olmaması, onu Ehl-i beyt'ten çıkarmaz. Fakat Allah Teâlâ onlara bazı lütuflarda bulunmuş, onları seçmiş ve müslümanlar için de bir lutuf vesilesi kılmıştır.[19]
Ehl-i Beyt Nuh'un Gemisi Gibidir
Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve bir merhamet deryası olan Hz. Peygamber (s.a.v) herkes için bir rahmet ve güvence idi. Nitekim Cenâb-ı Mevlâ,
"Sen onların içinde bulundukça Allah, onlara azap edecek değil ve onlar istiğfar ederlerken (içlerinde istiğfar edenler var iken) de Allah, onlara azap edecek değildir" (Enfâl/33) buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi onların arasında Hz. Peygamber (s.a.v) bulunduğu müddetçe ve onlar yaptıklarına tövbe-istiğfar ettikleri sürece onlara azap edilmeyecektir.
Âlimlere göre Ehl-i beyt'in varlığı da emniyet sebebidir. Onların varlığı halk için, özellikle de Hz. Peygamberin (s.a.v) ümmeti için bir güvence, bir emniyettir.
Zira Ehl-i beyt, güven hususunda Hz. Peygamberin (s.a.v) yerinde bulunuyorlar. Çünkü onlar, Resülullah'ın (s.a.v) nurundan bir parça taşımaktalar.
O halde Hz. Peygamber’in (s.a.v) Ehl-i beytine hürmet eden ve onlara gereken saygıyı gösteren kimselere Allah azap etmez.
Ebû Zer (r.a), Resülullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim, demiştir: “Ehl-i beytim'i, vücutta baş, başta gözler gibi kabul ediniz.”[20]
Bir diğer hadiste ise Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yıldızlar gök ehlinin emniyetidir. Ehl-i beytim ise ümmetimin emniyetidir.”[21]
Bir diğer rivayette, “Ehl-i beytim yeryüzünde bulunanlar için bir güvencedir. Ehl-i beytim helak olursa o zaman yeryüzü ehline vaat edilen şeyler gelmeye başlar.”[22]
Ahmed b. Hanbel'in (r.a) rivayetinde ise, “Yıldızlar giderse gök ehli de gider, Ehl-i beytim giderse de yeryüzü ehli gider”[23] buyrulmuştur.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) Ehl-i beyt'i Nuh'un [aieyhisseiâm] gemisine benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ehl-i beyt, Nuh'un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, ondan geri kalan boğulur.”[24], [25]
Kıssa: Öpülmesi Gereken Ten
Bir gün İmâm-ı Âzam (r.a), hocası İmam Cafer-i Sadık (r.a) hazretlerinden ilim ve hadis dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asâ ile çıkageldi. İmâm-ı Âzam (r.a),
- Ey Resûlullah'ın (s.a.v) evladı, siz henüz asâya ihtiyaç duyacak bir yaşta değilsiniz, dedi. Cafer-i Sadık (r.a),
- Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki asâ Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) asâsıdır; onu bereket için yanımda taşıyorum, dedi. İmâm-ı Âzam (rh.a), hemen ileri atılıp bastona sarıldı ve,
- Ey Resûlullah'ın (s.a.v) evladı, müsaade buyurun, onu öpeyim, dedi. Cafer-i Sadık (r.a) hemen kolunu açtı ve İmâm-ı Âzam'a (rh.a) göstererek,
- Vallahi sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in (s.a.v) hücrelerini taşıyan bir tendir ve şu gördüğün kıllar da onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asâyı mı öpmek istiyorsun, dedi.
Bununla, Hz. Hasan (r.a) ve Hz. Hüseyin'in (r.a) zürriyetinin Hz. Peygamberin (s.a.v) bir parçası olduklarını hatırlattı.[26], [27]
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Ehemmiyeti
Allah (c.c) sevgisinden sonra sevgiye en layık olan Hz. Peygamber'dir (s.a.v), Allah'ı (c.c) sevmek, O'nun sevdiklerini de sevmeyi gerektirir. Hiç şüphesiz Hak Teâlâ'nın en çok sevdiği, resûlü Hz. Muhammed Mustafa'dır (s.a.v). Onun da en çok sevdiği, Ehl-i beyt'i ve ashabıdır, Allah'ı (c.c) seven kimse, elbette O'nun sevdiklerini de sever. Muhabbet ve sevginin tam ve olgun olmasının alameti, sevdiğinin yakınlarını, onunla alakalı olanları da sevmektir. Gerçek sevgi bunu gerektirir. Bu sebepledir ki her müminin Hz. Peygamberi (s.a.v) sevdiği gibi, onun Ehl-i beyt'ini de sevmesi gerekir.
Hz. Peygamberin (s.a.v) temiz Ehl-i beytine, akrabasına, seçkin soyuna hürmet ve tazim, ona olan hürmet ve tazimden sayılmıştır. Ehl-i beyt'i sevmenin lüzumunu ve önemini ifade eden pek çok hadis mevcuttur. Resûl-i Ekrem (s.a.v), İbn Abbas'tan (r.a) gelen rivayette kendi sevgisi için Ehl-i beyt'in sevilmesini istemektedir. İbn Abbas'ın (r.a) anlattığına göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Sizi nimetleriyle rızıklandırdığı için Allah'ı sevin. Beni de Allah'ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i beytimi de beni sevdiğiniz için sevin.”[28]
Ehl-i Beyt'i Sevmekte Ölçü
İnsanlar Ehl-i beyt'i sevme hususunda, zaman zaman iki aşırı uçta (ifrat ve tefrit) birtakım yanlış değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Kimileri Ehl-i beyt'e muhabbet ve bağlılık adına birçok sahabeye düşmanlık ve iftira edecek kadar hata ve çıkmaza düşerken, kimileri de Ehl-i beyt'e gösterilmesi gereken ilgiyi göstermedikleri gibi, bazan de o pak nesle iftira ve onlardan nefret edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Her zaman olduğu gibi bu önemli meselede de en doğru ve orta yolu Kur'an ve Sünnet'in gösterdiği yoldan ayrılmayan Ehl-i sünnet ve'l-cemaat anlayışında görmekteyiz.
Elbette her müslümanın Resûlullah'ı (s.a.v), ashabını, zevceleri olan anneleri, evlatları, kayınpeder ve damatlarını sevmesi gerekir. Bunlardan bazıları sevilmezse Resûlullah'ı (s.a.v) sevmek hakkıyla gerçekleşmiş olmaz. Hıristiyanların Hz. İsa'yı [a.s] seviyoruz diyerek Hz. Muhammed'i (s.a.v) inkâr etmeleri nasıl yanlış ise, Hz. Ali'yi (r.a) seviyoruz diyerek sahabeye kin beslemek de öylece yanlıştır.
Ehl-i sünnet, Hz. Ali (r.a) ve Ehl-i beyt'inin sevgisinde, Râfizîler'in ve Hâricilerin tuttuğu ifrattan ve tefritten uzak olarak orta hallidirler. Nitekim Hâriciler Hz. Ali'ye (r.a) düşmanlık ettiler, Râfizîler de onun sevgisinde aşırı giderek Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) yakınlarına ve en büyük dostlarına buğzettiler. Hatta bir kısmı daha da ileriye giderek Hz. Ali'ye (r.a) ilâhlık isnadında bulundular. Hz. Peygamber (s.a.v), Hz. Ali'ye (r.a) hitap ederek bu hususu şöyle dile getirmektedir:
"Yâ Ali! Sende İsa'ya benzerlik görüyorum. Yahudiler, ona düşman oldu, sonunda annesine iftira ettiler. Hıristiyanlar da ona aşırı derecede sevgi beslediler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar, sonunda Allah'ın oğlu dediler.”[29] Bu hadis-i şerifte; Hâriciler yahudilere, Râfizîler de hıristiyanlara benzetilmiştir. Hz. Ali (r.a) kendisi de şöyle demiştir:
"Benim yüzümden iki fırka helâk olacak. Biri, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, hakkımda birçok iftira atarlar."[30]
Her iki grup da hakkı temsil eden orta yoldan ayrılarak ifrat ve tefrit derecesine sapmıştır. Çünkü Hz. Ali'yi (r.a) sevmek, hiçbir zaman Râfizîlik değildir; asıl Râfizîlik, Hz. Ali'yi (r.a) severken üç halifeye ve diğer sahabilere düşmanlık yapmaktır.
O halde Ehl-i beyt sevgisi ile sahabe sevgisi iç dünyamızda aynı oranda olmalıdır. Ehl-i beyt'i de sahabileri de Allah için, Resûlullah (s.a.v) için sevmeliyiz. [31]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.6-7.
[2] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.8.
[3] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.9-10.
[4] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.14.
[5] Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 4 (nr. 2408).
[6] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.16-17.
[7] Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 6/604.
[8] Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 9 (nr. 61).
[9] Tirmizî, Tefsir, nr. 3206; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/259, 285.
[10] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.34.
[11] Hâkim, el-Müstedrek, 3/311; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 5924.
[12] Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 9/258.
[13] Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 16, 37.
[14] Tirmizî, Menâkıb, 29.
[15] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.18.
[16] Hâkim, el-Müstedrek, 3/150; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6978.
[17] Tirmizî, Menâkıb, 28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/207.
[18] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.20-21.
[19] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.31-32.
[20] Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 2640.
[21] Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 6260.
[22] Hâkim, el-Müstedrek, 2/448; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2/294 (nr. 2855).
[23] Deylemî, Firdevsû'l-Ahbâr, nr. 7166.
[24] Hâkim, el-Müstedrek, 3/151; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/157.
[25] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.35-36.
[26] bk. Muhammed Besyûnî, es-Seyyide Fâtımatü'z-Zehrâ, s. 37. 38
[27] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.37.
[28] Tirmizî, Menâkıb, 32; Hâkim, el-Mûstedrek, 3/150.
[29] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned., 1/160; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 530.
[30] İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 42/293.
[31] Kurtuluş Gemisi Ehl-İ Beyt, S. Mübarek Erol, Semerkand Yayınları, sf.47-48.
Facebookta Paylaş

Paylaş