O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

EFENDİMİZE (S.A.V) ÜMMET OLMA ŞEREFİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
EFENDİMİZE (S.A.V) ÜMMET OLMA ŞEREFİ
Ulema, Efendimiz (s.a.v)’in beyanlarından yola çıkarak “Ümmet-i Muhammed” tabirinin iki kısım insanı anlattığını söylemiştir:
• Bütün insanlık/ Ümmet-i davet
• Müslümanlar/ Ümmet-i icabet.[1]
Ebu Nasr el-Kelâbâzî ise bu taksimi şöyle ifade etmektedir:
• Ümmet-i davet,
• Ümmet-i İcabet,
• Ümmet-i itaat.[2]
Ümmet-i davet
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in tebliğ ve davetine muhatap olan insan ve cin nevinden bütün varlıklar... “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) ayeti, başka pek çok hususa delalet ediyor olmakla birlikte, temelde Efendimiz (s.a.v)’in tebliğ ve davetinin şümulünü ifade etme noktasında dikkatimizi bu noktaya çekmektedir.
Ümmet-i icabet
İnsan ve cinler arasından, ilahî çağrıya ve nebevî davete olumlu cevap verip “müminler” sınıfına girenlere “Ümmet-i icabet” deniyor. “Ümmet-i Muhammed” dendiğinde, Ümmet-i davet’in de kastedildiğini gösteren özel bir delil bulunmadıkça münhasıran “Ümmet-i icabet”, yani müminler topluluğu kastedilir. Hadis-i şeriflerde yer alan bütün “benim ümmetim”, “bu ümmet” gibi ifadeler hakkında bu söylediğimiz kaide geçerlidir.
Ümmet-i icabet diğer insan topluluklarına kıyasla belirgin bir üstünlüğe ve hususiyete sahiptir. Bu üstünlük ve hususiyet, onun yaratılış maksadına uygun inancı ve hayat tarzını tercih etmesinden, ilahî çağrıya olumlu karşılık vermesinden gelmektedir.
Ümmet-i itaat
Bu tabir, “Ümmet-i icabet” içinde özel bir kesimi anlatmaktadır ki, Kelâbâzî bunları “amel-i salih işleyen müminler” olarak ifade etmiştir. Bu tariften hareketle “Ümmet-i itaat”in, Allah Tealâ’ya ve Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e “gerektiği gibi” itaat edenleri anlattığını söylemek mümkündür. Bilhassa Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e ittiba olmadan, O’nun sünnetini rehber edinmeden amel-i salih işlemenin mümkün olmayacağı dikkate alındığında, bu noktanın daha iyi anlaşılacağı şüphesizdir.[3]
Resûlullah'a (s.a.v) Verilen Beş Şey
Fakih Ebü'l-Leys (rh.a) der ki: Senedleriyle Mücâhid'den (rh.a) bize kadar ulaşan bir rivayete göre, Ebû Hüreyre (rh.a) Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Benden önce hiçbir peygambere verilmemiş olan beş şey bana verildi:
1. Ben hem kırmızı (beyaz) hem de siyah tenli bütün insanlığa gönderildim.
2. Yeryüzünün tamamı benim için mescid ve tertemiz kılındı.
3. Ben, bir aylık mesafeden düşmanların kalplerine korku salmakla Allah tarafından yardım olundum.
4. Ganimet malları bana (ve ümmetime) helâl kılındı.
5. Şefaat etme yetkisi bana verildi. Ben de bu hakkımı ahirette ümmetim için sakladım."[4], [5]
Cennete İlk Girecek Ümmet
Ebü'l-Leys (rh. a) der ki: Fakih Ebû Cafer'in (rh.a) bana anlattığı bir hikâyeye göre, Ömer b. Hattâb'ın (r.a) yahudinin birinde alacağı vardı. Bir gün onunla karşılaşınca kendisine,
- Ebü'l-Kasım'ı (Hz. Muhammed) insanlık üzerine seçkin kılan Allah'ın adıyla; benden ayrılma, bir yere gitme! Senden istediğim bir şey var, dedi. Yahudi,
- Allah, Ebü'l-Kasım'ı insanlık üzerine seçkin kılmadı! dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) elini kaldırdı ve yahudinin suratına bir tokat attı. Yahudi,
- Şimdi ikimizin arasında ancak Ebü'l-Kasım hakem olabilir, dedi.
İkisi birlikte Resûlullah'ın (s.a.v) yanına geldiler. Yahudi, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) hitaben,
- Ömer, Allah Teâlâ'nın seni, bütün insanlık üzerine seçkin kılındığını zannediyor! dedi. Ben ise Allah'ın sizi bütün insanlığa seçkin kıldığını düşünmüyorum, işte Ömer bu sebeple bana tokat attı, dedi. Resûlullah (s.a.v),
- Ey Ömer! Ona attığın tokattan ötürü helâllik iste! dedi ve devamla şöyle dedi:
- Evet, ey yahudi! Âdem (a.s) Safiyyullah'tır, İbrahim (a.s) Halilullah'tır, Musa (a.s) Nebiyyullah'tır, İsa (a.s) Ruhullah'tır, ben de Habibullahım.
Evet, ey yahudi! Allah Teâlâ'nın isimlerinden iki isim var ki, Allah onlarla benim ümmetimi isimlendirmiştir: Allah (c.c) kendisini "Selâm" ismiyle adlandırmış ve benim ümmetime de "Müslimîn" demiştir. Allah (c.c) kendisini "Mü'min" ismiyle adlandırmış ve benim ümmetime de "Müminûn" demiştir.
Evet, ey yahudi! Siz Allah'tan (haftada içerisinde) bir gün istediniz. Fakat Allah Teâlâ o seçkin günü bizim için sakladı. Yani cuma gününü. Cuma günü bizim günümüzdür. Yarını (cumartesi) sizin, sonrası ise (pazar) hıristiyanların günüdür.
Evet, ey yahudi! Sizler ilk ümmetlerdensiniz, biz ise son ümmetiz, ancak ahirette cennete ilk girecek olanız.
Evet, ey yahudi! Ben girmeden önce hiçbir peygamber cennete giremeyecektir ve benim ümmetim girmeden de hiçbir ümmet cennete giremeyecektir."[6]
Allah Teâlâ'nın Ümmet-i Muhammed'e İkramları
Kâ'bü’l Ahbâr (rh.a) demiştir ki: "Allah Teâlâ diğer peygamberlerine ikram ettiği üç şeyi bu ümmetin fertlerine de vermiştir:
1. Allah (c.c) her peygamberi kendi kavmine şahit tutmuş; bu ümmeti de bütün insanlara şahit tutmuştur.
2. Allah Teâlâ peygamberlere, "Temiz olan şeylerden yiyin" (Müminun/51) buyurmuş, bu ümmete de, "Ey İman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin" (Bakara/172) buyurmuştur.
3. Allah bütün peygamberlerine, "Bana dua edin ki ben de duanızı kabul edeyim" buyurmuş, bu ümmet için de, "Bana dua edin, duanızı kabul edeyım" (Mümin/60) demiştir.[7]
Vasat Ümmet
Bu ümmet vasat ümmettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur. “Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti) vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şâhidler (i) olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahidi olsun diye” (Bakara, 143)
Âyette geçen "vasat ümmet", "adaletli, en hayırlı ve faziletli" manasındadır. Bu ümmet-i Muhammed, her işinde ifrat ve tefritten uzak, ikisinin ortasında denge üzere ve ölçülü hareket ettiği için, ona vasat ümmet denmiştir. Mesela, harcamada israf ifrat, cimrilik tefrittir; ikisinin ortası cömertliktir. Düşman karşısında, boş yere tehlikeye atılmak ifrat, korkup kaçmak tefrittir; ikisinin ortası yiğitliktir.[8]
Hayırlı Ümmet
İyiliği emretmek, kötülüğü sakındırma görevi Peygamberimiz'in ümmetine verilmiş bir görevdir. Diğer ümmetlerden daha faziletli olmasının sebeplerinden biri de bu görevin kendilerine verilmiş olmasıdır. Bu husus Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız." (Âl-i İmran 3/110)
Görüldüğü gibi müminler, dünyadaki en hayırlı ümmet ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmiş bir toplumdur.
Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmettir. O nedenle yeri geldiğinde kötülüğü engeller, yeri geldiğinde iyiliği teşvik eder; böylece toplumu fesattan korurlar. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler olmakla beraber sâlih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allah'ın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.[9]
Peygamberlerin Övgüsü
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Beytü'l Makdis'te peygamberlerle buluştu, konuştu. Bazı peygamberler yüce Allah'ın kendilerine verdiği özel nimetleri sayarak ona hamdettiler.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) onların hamdi bitince,
"Hepiniz Allah'a hamdettiniz. Şimdi de ben Rabbime bana verdiği nimetlere karşı hamd ve sena edeceğim" buyurdu ve kendisine verilen nimetleri şöyle saydı:
"Hamd olsun o Allah'a ki O beni âlemlere rahmet olarak gönderdi. Bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı yaptı. Bana içinde her şeyin açıklaması olan Kur'an'ı indirdi.
Benim ümmetimi, bütün insanların hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet yaptı.
Benim ümmetimi aşırılıktan sakınan orta yolu takip eden bir ümmet yaptı. Allah benim ümmetimi en son zamanda gönderdi, fakat âhirette ilk olarak cennete girecek ümmet yaptı.
Benim göğsümü açtı. Yükümü üzerimden aldı. Adımı yüceltti. Beni peygamberlerin sonuncusu yaptı. Cennetin kapısını ilk açacak da beni yaptı."
Bunları dinleyen Hz. İbrahim (a.s),
"İşte Muhammed (s.a.v) kendisine verilen bu nimet ve özellikleriyle sizlere karşı üstün oldu" dedi.[10],[11]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] et-Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, 1/262.
[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 11/411.
[3] Ümmet Derken, Ebubekir Sifil, Semerkand Dergisi, Kasım 2011.
[4] Müslim, nr. 523; Tirmizî, nr. 1553; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/148.
[5] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, c.2,sf.279-280.
[6] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, c.2,sf.280-281.
[7] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, c.2, sf.281-282.
[8] Bahrü'l-Medîd fî Tefsîri'l-Kur'âriî'l-Mecîd, İbn Acîbe el-Hasenî, Semerkand Yayınları, sf.460.
[9] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.17.
[10] Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 2/400-401; Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ, 3/84-85; Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledünniyye,2J457-458; Heysemî, ez-Zevâid, 1/68-69.
[11] Kulun Yolculuğu Mi'rac Ve Nefs Terbiyesi, Dr. Dilver Selvi, Semerkand Yayınları.
Facebookta Paylaş

Paylaş