O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

HAKKI GÖRMEYE ENGEL GAFLET PERDESİ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
HAKKI GÖRMEYE ENGEL GAFLET PERDESİ
Gaflet, nefsin arzularına uymak, zamanı boşa geçirmek, önemli bir şeyin önemini kavrayamamak, değerli bir şeyin kıymetini takdir edememektir. Gaflet, nefsin arzularına uyarak, Allah Teâlâ'yı, emir ve yasaklarını unutma, kalbin hak ve hakikatten habersiz olmasıdır.
Muhammed b. Ebû Verd'e (k.s) göre gaflet iki kısımdır: "Biri rahmetten gaflettir. Diğeri, gelecek olan azap ve cezadan gaflettir. Rahmetten gaflet, yükselmeyi engeller. Cezadan gaflet ibadetten alıkoyar. Gafletten kurtulan yükselir."[1]
Hamdûn el-Kassâr (k.s) gafleti şöyle tarif etmiştir: "Gaflet, kulun Rabb'ini unutup, O'nun rızasını aramayı bırakıp, nefsinin esiri olmasıdır. Dünya için süslenen kendisine bir fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen kimselere, insanlara karşı gösteriş yapmasıdır."
Sehl (k.s) şöyle demiştir: "Âlimin gafleti, Allah'tan gayri bir şeye meyledip onunla huzur bulmasıdır. Cahilin gafleti ise dünyevî bir şeyle övünüp durmasıdır."
Birçok insan, Allah'ın açık âyetlerinden, emir ve yasaklarından habersiz bir şekilde, sadece kendi istek ve arzuları doğrultusunda yaşar. Bu insanların, dünya nimetlerine sahip olmak, mutlu olmak, eğlenmek, nefsanî arzularını tatmin etmek dışında başka bir istekleri yoktur. Sadece dünyanın çekici süsüne ilgi duyar ve istedikleri şeylere sahip olmak için yaşamları boyunca çaba harcarlar.
Oysa yalnızca kısa bir süre yaşadıkları dünya hayatı, her şeyiyle bir gün sona erecektir. Onlar ise kendileri ve Allah'ın hoşnutluğundan uzak bir hayat süren diğer insanlar için hazırlanmış olan şiddetli ve ebedî azaptan habersizdirler. Büyük bir korku ve sıkıntı duyacakları ahiret gününe doğru ilerlerken dünyanın geçici süsüne tutkuyla bağlanıp sadece dünyevî tutkularını kaybetmenin endişesini ve üzüntüsünü duyarlar.
İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" denir.[2]
Günahların En Büyüğü
Şu unutulmamalıdır ki, gaflet farklı derecelerde olduğu gibi, hüsran/zarar da bir değildir. Öyleyse, gaflet asla küçük görülmemelidir. Çünkü o, günahların başlangıcıdır. Yakîn ehline göre büyük günahların kaynağı gaflettir.
Hz. Ali (r.a) bir konuşmasında gafleti küfrün başlangıcı görmüş, onu kalp körlüğü ve şüphe ile bir arada zikrederek sahibinin haktan kayıp hüsrana düştüğünü belirtmiştir. Ehl-i beyt yoluyla gelen bir haberde şu anlatılmaktadır: Bir gün Ammâr b. Yâsir (r.a), Hz. Ali'ye (r.a),
"Ey müminlerin emîri! Bana küfrün hangi temele dayandığını bildirir misin?" diye sorunca, Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Küfür dört temel işe dayalıdır:
1. Zulüm,
2. Kalp ve basiret körlüğü,
3. Gaflet,
4. Şüphe.
Kim zulüm yaparsa, hakkı küçük görür, bâtılı yayar ve âlimlere kızar. Kalbi kör olan, Allah'ın zikrini unutur. Gafil olan kimse, haktan sapar, boş emellere aldanır, hasret ve pişmanlığa düşer, Allah'ın huzurunda hiç hesap etmediği şeyler (hesap ve azap) karşısına çıkar. Şüpheye düşen de, şaşkın bir halde sapıklık içinde yuvarlanıp gider.
Kul ne kadar gaflete düşerse o kadar ilâhî ilim ve hikmetlerden cahil kalır, mahrum olur. İnsan dünyayı sevdiği kadar gaflete düşer; hevâ ve hevesine ne kadar düşkünse o kadar dünyayı sever. Hevâ ve hevesin kula hâkimiyeti nefsin sıfatlarını ortaya çıkarması ölçüsünde olur. Kalpte iman ve yakîn nuru zayıfladığı ölçüde nefsin kötü sıfatları ortaya çıkar. Bu zayıflık da kalbin Allah'tan gayri şeylerle perdelenip kulun Rabb'inden uzaklaşmasıyla meydana gelir.[3]
Kula, içine düştüğü gafletten tövbe etmesi gerekir. Bunun gereğini iyice anlayınca asla tövbeyi terketmez.
Hâris el-Muhâsibî (k.s), kalbin Allah'tan gafil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür, diye buyurmuştur.[4],[5]
Gaflet ve Kalbin Mühürlenmesi
Kulun gafletinin artması, kalbinin Allah tarafından mühürlenmesinden ve manevi hastalıklarından kaynaklanır. Dışa yansıyan gaflet, içeride kalbin örtülmesi ve kilitlenmesidir. Kalbin mühürlenmesi devamlı günah işlemekten meydana gelir. Nihayet günahlar kalbe tamamen hakim olur. Her bir günah kul için bir ceza sebebidir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Hayır! Aksine onların işlemekte olduğu günahlar kalplerine hakim olmuş ve onu kirletmiştir.” (Mutafffîn/14)
Tefsirciler bu ayeti, peş peşe işlenen günahların kalbe hakim olması şeklinde açıklamışlardır. Günahların art arda devam etmesinin asıl sebebi kendini denetlemekten gafil olmak, nefs muhasebesini ihmal etmek, tövbeyi geciktirmek, istikameti ertelemek, günahlarına af dilememek ve pişmanlık duymamaktır. Bütün bunların sebebi de dünya sevgisidir. Dünyanın Allah’ın emirlerine tercih edilmesi ve kötü arzuların kalbe hakim olmasıdır. Bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Bunun sebebi, onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir.” (Nahl/107) Ayetin devamında: “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” buyrulmaktadır.
“Nefsini hevasından (boş ve zararlı isteklerden) alıkoyan kimsenin varacağı yer cennettir.” (Naziat/40) ayetinin tefsirinde, böyle kimselerin nefsini dünyayı tercihten alıkoyduğu bildirilmiştir. Çünkü önceki ayet, cehennemliklerin azgınlık ile dünya hayatını tercih ettikleri için bu sonuca ulaştıklarını ifade ediyor. Aynı beyanda bir başka ayette; “Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar hevalarına tâbi olmuşlardır.” (Muhammed/16) buyrulmuştur.
Nefsin arzusuna uymak kalbin mühürlenmesinin bir neticesidir. Kalbin mühürlenmesi de, günahlardan meydana gelen bir cezadır. Bunun sonucu İlahî hitaba karşı sağır olmak, anlayıp kavrayamamaktır. Nitekim Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Dileseydik onlara günahları sebebiyle birtakım musibetler verir ve kalplerini mühürlerdik. Bu durumda onlar, hakkı duymazlardı.” (Araf/100)
Kalbin gafleti artarsa, meleklerin kula olan ilhamı azalır, ilham, kalbin hakkı duymasıdır. Çünkü uzun süre gaflette kalmak kalbi sağır yapar. Hak kelâmını duymamak günahlardan kaynaklanan bir cezadır. Buna karşılık meleklerin kula hayır ve itaat üzere bulunması için destek olması, Allah’ın onlara bir ilhamıdır. Kul için de bir fazilettir.
İbn Ömer (r.a) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Mühür, Rahman’ın Arşı üzerinde asılıdır. Haramlar işlendiğinde Cenab-ı Hak onu yeryüzüne gönderir, kalpler mühürlenir ve sahipleri kör hale gelirler.” Bu mühürleme işi, “Onlar, Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa onların kalblerinde kilitler mi var?" (Muhammed/24) ayet-i kerimesinde kalbin kilitlenmesi olarak ifade edilir.[6], [7]
Gafletin Tehlikesi
Gaflet, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarfederler, başka bir şey düşünmezler.
Aslında cehalet, şehvet, kibir, riya, gurur, hırs, kin, cimrilik, haset, israf ve öfke gibi fıtrî temayüller, gafletin helâk edici tezahürleridir.
Gaflet neticesinde meydana gelen günahlar, Hak ve hakikate perde olur. İnsanlık şeref ve haysiyetine halel getirir. Ruhlar karanlığa bürünür. Hak Teâlâ unutulur. Allah Teâlâ, bu hale düşenleri şöyle yermektedir:
"Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (Zümer/22)
Evliyanın meşhurlarından Şeyhülislâm Abdullah el-Ensâri (k.s) der ki: "Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azaptan gafil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalpler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı ahiret için hazırlık yaparlar. Aslında azaptan emniyette olanlar bunlardır."
Ahmed b. Ebü'l-Havârî de (k.s) şöyle demiştir: "Hak Teâlâ bir insanı, gaflet içinde bulunmak ve taş kalpli olmaktan daha beter bir şeyle imtihan etmemiştir."[8]
Ahmed b. Hadraveyh (k.s) ise şöyle diyordu: "Gaflet uykusundan daha ağır uyku yoktur. Şehvetten kuvvetli esaret yoktur. İnsanda gaflet olmasaydı şehvet ona galip gelmezdi."[9]
Ahmed b. Mesrûk (k.s) insanları gafletten sakındırır; "Gafletin sebebi cehalettir" derdi.
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) diyor ki: "İnsana en fazla zarar veren şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu gördüm. Gafletin insana yaptığı zararı cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbi! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve kereminle bu duayı kabul eyle."[10]
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) de şöyle der: "Hak âşıkları için Allah Teâlâ'dan gafil olmak, ateşte olmaktan daha beterdir."[11] Ona,
"Bela nedir?" diye sorduklarında, şöyle demiştir:
"Asıl bela, belayı verenden gafil olmaktır."[12]
Hâkim et-Tirmizî (k.s) der ki: "Şeytanın insana, gafil olduğu bir zamanda yaptığı zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır."[13]
Çuvalın Peşinde
Revnaku'l-Mecâlis'te şöyle anlatılır: Adamın birinin çuvalı kaybolur. Çuvalı kime verdiğini bir türlü hatırlayamaz. Bu sırada namaz kılmaya durur ve namazda çuvalı kimin aldığını hatırlar. Selâm verip namazdan çıkınca kölesini çağırır ve,
"Falan kimseye git, çuvalı geri iste!" der. Kölesi ona,
"Çuvalı ne zaman hatırladınız?" diye sorar. Adam,
"Namaz kılarken" der. Köle,
"Efendim, demek ki siz yaratana ibadet peşinde değil, çuvalın peşinde imişsiniz" deyince, bu güzel sözü ve sağlam itikadı sebebiyle köleyi âzat eder.[14], [15]
Camiye Gelen Çoktu Ama...
Harun Reşid bir ramazan günü Behlûl'e (k.s),
"Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et" diye tembih etti. Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlûl (k.s) beş-on kişilik bir grupla çıkageldi. Harun Reşid şaşırdı ve,
"Behlûl bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık adam bile getirmemişsin" deyince, Behlûl (k.s),
"Efendim, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sûreyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış" diye cevap verdi. [16]
Gafletin İlacı
Müminin kalbi büyük bir hazinedir. İman, marifet, Kur'an gibi değerli mücevherlerle doludur. Şeytan da bu hazineye girmek isteyen bir hırsız gibidir. O hazineyi hırsızdan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve gediklerini kapatmakla mümkündür. Kapı ve gedik yerlerini bilmeyen kimse elbette hazineyi koruyamaz. Şeytanı defetmek de onun giriş yollarını bilmekle mümkündür. Şeytanın kalbe girmesi, kalbin Allah'tan gafil ve zikirden uzak olması bakımındandır. Bu kalp, zikre döndüğü zaman, şeytan geri çekilir. Bunun delili ise, “O kovulmuş şeytandan Allah'a sığın” (Nahl/98) âyet-i celilesidir.
İmam Mücâhid (rh.a), “Sinsi şeytanın şerrinden...” (Nâs/4) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "O, insanın kalbine iyice yayılıp hâkim olmak ister. Kul, yüce Allah'ı zikredince siner, çekilir. Allah'tan gafil olunca da kalbine yayılıp hâkim olur."[17]
Zikir, kalbi şeytanın vesvesesinden ve hâkimiyetinden kurtarır. Yüce Allah şeytanı, “hannâs” (Nâs/4) sıfatıyla tanıtmıştır. Hannas, “sinsi, korkak, boş bulunca dalan, karşı durunca kaçan” demektir. Şeytan kalbi boş bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettiği sürece şeytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar. Böylece insan en büyük düşmanından kurtulmuş olur.
Büyük ârif İmam Gazâlî (k.s) der ki: "Kalpten şeytanın vesvesesini atmak, ancak o vesveseyi veren şeyden başkasını kalbe koymakla mümkündür. Allah'ın zikrinden başka da kalbe her ne korsan, şeytanın vesvesesine yardımcı olabilir. Kalbi şeytanın vesvesesinden koruyan, ancak Allah'ı anmaktır. Allah'ı anmakta şeytanın nasibi yoktur. Her şey ancak zıddı ile tedavi edilir. Şeytan vesvesesinin zıddı da Allah'ı anmak ve O'ndan yardım dilemektir."[18]
Tasavvufun en önemli özelliklerinden olan zikir, insanı gafletten koruyan manevi bir zırhtır. İnsan ancak zikir sayesinde huzur bulur. Zikre devam eden insanların kalbinde dünyaya karşı duyulan rağbet zayıflar ve yerini Allah sevgisine terkeder.
Zikir gafleti kovmaktan ibarettir. Zikir, gafletten kurtulmaktır. Zikretmek, gaflet, unutma, kalp ve Rab arasında engel perdelerden kurtulmaktır. Zikir, kalbin hayatıdır, tadıdır, ilacıdır, gıdasıdır. Zikirsiz kalp zayıflar, hastalanır, kararır, katılaşır ve sonunda ölür. Kalplerimizi Allah'tan gafil olma tehlikesinden ancak Allah'ın zikri ile koruyabiliriz.
Kalbin paslanması, zikirden gafil ve nisyan neticesinde görülür ki bu da ancak zikir ile cilalanıp parlatılır. Bir de günahlar sebebiyle kirlenmesi vardır. O zaman günahların kirini tövbe ve istiğfarla temizlemek lazımdır. Şu halde kalbin cilası iki şeyle mümkündür: Biri tövbe ve istiğfar, diğeri de zikir. Şunu unutmamak gerekir ki, zikir bir ilaçtır. Oda ehil olan bir tabipten, yani bir mürşidi kâmilden alınır.
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Sülemî, Tabakâtü's-Sûfiyye, s. 249.
[2] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.23-25.
[3] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtbü'l-Kulûb, 1/125.
[4] Gümüşhânevî, Veliler ve Tarikatlarda Usûl, s. 418.
[5] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.26-27.
[6] Bezzar, Müsned, No: 3298; Heysemî, Mecmâu'z-Zevâid, VII, 269
[7] Kûtu’l-Kulûb’den - Ebuîhlib El-Mehhî H.S., Ali Kaya, Semerkand Dergisi, Mart 2014.
[8] Kuşeyrî, Risâle, s. 410; Ibnü'l-Mülakkın, Tabakâtû'l-Evliyâ, s. 32.
[9] Kuşeyrî, Risâle, s. 410; İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-Evliyâ, s. 37.
[10] Necmeddin Erbîlî, el-Mevâhibü's-Sermediyye, s. 68.
[11] Şa'rânî, Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/84; Abdülmecid Hânî, el-Hadâiku'l-Verdiyye, s. 59.
[12] Abdurrahman-ı Câmî, Nefehâtû'l-Üns, s. 147.
[13] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.27-29.
[14] Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, s. 36.
[15] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.50.
[16] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.51.
[17] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, 1/113; Gazâlî, Ihyâu Ulûmi'd-Din, 2/1394.
[18] Gazâlî, Ihyâü Ulûmi'd-Dîn, 2/1394.
Facebookta Paylaş

Paylaş