O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

SÖZÜNDE DURMAK - AHDE VEFA

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
SÖZÜNDE DURMAK - AHDE VEFA
Ahde vefa; yani sözünde durmak, yaptığı anlaşmaya sadık kalmak, özünde ve sözünde doğru olmak...
Ayet ve hadislerde olgun müminlerin sıfatları arasında ahde vefa zikredilmiş (Mü'minun/8; Meâric/32), pek çok ayet-i kerimeyle de bu hususun üzerinde durulmuştur.
İnkârcılar arasında bile “el-emîn: güvenilir, sözünde duran” sıfatıyla anılan Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in vefa ve sadakatle dolu hayatı da önümüzdeki en güzel örnektir.
O halde ahde vefa, salih amel ve itikatla olgunlaşan kâmil müminin en bariz sıfatıdır.
Vefa, ödemek, yetişmek manalarına da gelir. Hiçbir inanç ayrımına girmeden insanlara karşı maddi ve manevi borçlarını ödemek, sıkıntılı anlarında din kardeşlerinin imdadına yetişip onların ihtiyaçlarını karşılamak da vefanın anlam dairesi içindedir.
Kur'an-ı Kerim, Allah'a iman eden bir müminin O'nunla ahitleştiğini, bu suretle kendisini hür iradesiyle sadakat mükellefiyeti altına dahil ettiğini açıklar. İster Allah'a ister insanlara karşı verilmiş olsun, her vaad ve ahid, yükümlülük açısından mümini borçlu ve sorumlu kılar. İslâm ahlâkında bu sorumluluğun yerine getirilmesine “ahde vefa” denir.
Ahde vefanın imandan olduğunu belirten Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz de, ahde aykırı davranmayı nifak alametlerinden saymıştır.[1]
Ahde vefasızlar dünyada rezil olacakları gibi, ahiret gününde de teşhir edilerek rezil edilecektir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak dikilecek; bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.”[2],[3]
Ahde Vefanın Kapsamı
Vefa, düşman bile olsa verdiği sözden dönmemektir. Vefalı insan, dost-düşman herkesin güven ve emniyet duyduğu kimsedir. Onun karakterinde yalancılık, döneklik ve kalleşliğin izine rastlanmaz. En zor anlarda bile ahde vefa eder.
Ahde vefa, kulun Allah'a, ümmetin peygamberine, müridin mürşidine, dostun dostuna, aile fertlerinin birbirine, milletin vatanına sevgi ve sadakatidir.
Vefa, mümkün olduğunca dostundan ihtiyacını gizlemek, ondan bir şey istememek, eziyetine tahammül etmek, lüzumundan fazla hürmet, tevazu ve hizmetle ona ağırlık vermemektir.
Vefa, dostunu Allah için sevmek, arkadaşı öldükten sonra onun aile efradına iyilik ve yardım etmek, kapıdaki köpeğine varıncaya kadar her şeyine değer vermektir. Allah için birbirini seven, bu sevgiyle bir araya gelip ayrılan kişiler, kıyamet gününde Arş-ı Azam'ın gölgesinde gölgeleneceklerdir.[4], [5]
Allah’a Karşı Sözünde Durmak
Allah Tealâ ile insan arasında kulluk ve ilâhlık mukavelesi vardır. Bu mukavelenin şartlarına riayet etmek farzlar üstü farzdır. “Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım.” (Bakara/40) ayeti bu mukaveleye işaret etmektedir. Yani siz, Allah'a verdiğiniz sözü hayatınıza aksettirip O'na ibadet ve kulluk edin ki, Allah da sizi şeytanın tasallutundan koruyup muhafaza etsin.
Allah Tealâ ile yapılan mukavelenin mesuliyeti çok büyüktür. Bu sözleşmenin önemli bir boyutunu da, ölümü göze almak teşkil eder. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Allah, müminlerden mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, ölürler, öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Ahdini Allah'tan daha çok yerine getiren kim olabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin. Gerçekten bu, büyük bir kazançtır” (Tevbe/111)
Sahabe-i Kiram hazretleri, Cenab-ı Allah ile yaptıkları anlaşmadan ve Rasulullah (s.a.v)'e verdikleri sözden hiç şaşmadılar. Sonuna kadar sadakatle devam ettiler. Cephelerde ekin biçilir gibi biçildiler, fakat bir adım geriye gitmediler. O'nun rızası uğruna mal ve canlarını seve seve feda edecekleri hususunda ahitleşmede bulundular. Kur'an-ı Kerim onları söz ve ahitlerine bağlılığı ile destanlaştırırken şöyle buyurmaktadır: “İnananlardan öyle yiğitler vardır ki, Allah'a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat etmiş; kimisi ahde vefa gösterip canını vermiş; kimisi de (şehitliği) beklemedeydi.” (Ahzab/23)
Allah Tealâ ile yapılan mukavelenin şartları kullar arasındaki muameleyi de ihtiva etmektedir. “Allah'ın ahdini yerine getirin.” (En'am/152) emrini alimler; “gerek Allah'ın sizi sorumlu tuttuğu ahitleri, emirleri, yasakları ve gerek sizin Allah'a veya Allah namına diğerlerine verdiğiniz ahitleri, adakları, yeminleri, akitleri; doğru olan her tür taahhüdü yerine getirin” şeklinde izah etmişlerdir. [6]
Yüce Allah şöyle buyurur: "Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdinde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir." (Feth/10)
Kullar ile Cenâb-ı Hak arasında birçok sözleşme olmuştur.
Bunlardan birincisi, ruhlarla olmuştur. Yüce Allah ruhlara dedi ki, “Ben sizin Rabb'iniz değil miyim? (Onlar da) Evet, (buna) şâhit olduk, dediler...” (A'râf/172)
Bu anlaşmanın en büyük gayesi, Allah'tan başkasına ibadet etmemeye söz verilmesidir. Bu anlaşma ancak Allah'tan hakkıyla korkma ile yerine getirilmiş olur.
Sözleşmenin ikincisi yüce Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'i (s.a.v) insanlara gönderip ona kitabı verdiği zamandır. Bu kitapta sözleşme hatırlatılmış ve şöyle buyrulmuştur: "Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vaad ettiklerimi vereyim." (Bakara/40)
Bu sözleşmenin üçüncüsü de hacda Hacerü'l-Esved'i selâmlama ânında olmaktadır. Çünkü kişi bu selâmlama ile biatini tazeliyor. Önceden verilen sözün tutulması gerekir.
"Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler vardır." (Ahzâb/23)
Şeref sahibi kişi, önceden verdiği sözü yerine getirir. Eğer nefsin seni verdiğin sözden dönmeye çağırırsa ona, Hz. Yusuf (a.s) gibi şöyle de: "Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım! Gerçek şu ki zalimler asla iflah olmazlar." (Yûsuf/23)
Bu sebepten dolayı hacdan dönen kimse Hacerü'l-Esved'i selâmlama esnasında verdiği sözü korumaya dikkat etmelidir!
İslâm'ın beş temel esasını yerine getiren kimsenin, onu, isyan ederek noksanlatmaya başlaması çok çirkin bir iştir.[7]
Verdiğin Sözde Dur!
Abdullah b. Mübarek bir defasında bir mecusi ile teke tek vuruşuyordu. Son derece Allah'a inanmayan biri dua zamanı geldi; dinine göre duasını yapmak için Abdullah b. Mübarek’ten biraz mühlet istedi; o da müsaade etti. Kâfir güneşe doğru secde edince, Abdullah b. Mübarek üzerine saldırıp kılıçla boynunu vurmak istedi. Biraz hareket edince, sema boşluğundan birinin kendisine, “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra/34) âyetiyle seslendiğini işitti; derhal geri çekildi. Kâfir işini bitirince, Abdullah b. Mübârek’e, “Niyetlendiğin işten niçin kendini çektin?” diye sordu. Abdullah b. Mübarek, işittiği sözü söyledi. Bunu dinleyen Kâfir:
-Senin rabbin ne güzel bir rab; bir düşmanı için dostunu uyarıyor!” dedi ve İslâm’a girdi; güzel de bir müslüman oldu.”[8]
Söz Verirken Dikkatli Olmalı
Mümin, Allah Tealâ ile ahdini bozacak şekilde birine söz vermemelidir. Zira ancak fasıklar Allah ile sözleşmesini iptal eder. Böylelerinin hiçbir ahde saygı göstermesi de beklenemez. “Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar... İşte lânet onlara; (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır.”(Ra’d/25)
Fakat gafletle mesela bir haram işlemek üzere birine söz verilmişse, Allah'a verilen söz hatırlanıp, tevbe edilerek bu batıl sözden vazgeçilmelidir.
Yine birine söz verirken, “İnşallah: Allah dilerse” demek gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz söz verdiği zaman bunu kat'i olarak vermezdi. İbn-i Mesud (r.a) “inşallah” derdi. Evlâ olanı da böyledir. Fakat bundan kesinlik manası anlaşılırsa, meşru mazeret olmadıkça muhakkak ahde vefa gerekir. Yani kişi kendi dönekliğini inşallah demiştim diye Cenab-ı Allah'a fatura etmeye kalkmamalıdır. Birazcık düşünülürse, bu dehşetli bir vebaldir.
Şayet kişi söz verirken içinden yapmamaya kararlı ise bu nifakın ta kendisidir. Verdiği sözde mazeretsiz olarak durmamak da aynı şekilde nifak alametidir. O bakımdan, neye mal olursa olsun, verdiği sözü bozmamalı veya bozacağı sözü vermemelidir. [9]
Efendimiz'in (s.a.v) Ahde Vefası
Resûlullah (s.a.v) Verdiği tüm sözlerde durmuş, bütün insanlara karşı dürüst davranmıştır. Verdiği söz veya yaptığı anlaşma­ya uymada dost-düşman ayırt etmemiş, kesin olarak ahdine vefa göstermiştir. Bir söz vermiş­se onu ne pahasına olursa olsun yerine getir­miştir.[10]
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'den sözüne daha sadık bir kimse yoktu. Ebu Cehil, Ebu Leheb ve daha müslüman olmazdan evvelki haliyle Ebu Süfyan, O'nun doğruluğunu, iffetini, ahde vefasını biliyor ve kendilerine sorulduğu zaman bunu itiraf ediyorlardı. Aslında bütün düşmanları O'nun doğru söylediğini biliyorlardı. Fakat onların aşamadıkları nokta farklıydı. [11]
Abdullah b. Ebü’l-Hamsâ (r.a) Efendi­miz’in (s.a.v) vefasını şöyle anlatmıştır: “Peygamberliğinden önce Allah Resûlü ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi vaat ederek oradan ayrıldım. Fakat verdiğim sözü unutmuştum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldi­ğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Allah Resûlü, bu yaptığım karşısında bana serzenişte bulunmayıp sadece,
“Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum”buyurdu.[12]
Efendimiz (s.a.v) düşmana veri­len söze bile vefa göstererek ahde vefanın zirve­lerine çıkmıştır,
Huzeeyfe (r.a) anlatmıştır: "Babam Hüzeyl ile beraber yola çıkmıştık. Kureyşli müşrikler bizi tuttular ve,
- Siz muhakkak Muhammed’in safına katılmak istiyorsunuz, dediler. Biz de,
- Hayır, Medine’ye bu sebeple değil, başka bir iş için gidiyoruz, dedik. Bunun üzerine bizden, Efendimiz’in safında yer alıp onunla birlikte savaşmayacağımıza dair Allah adına söz aldılar. Medine’ye gelip durumu Resûlullah'a arzedince Efendimiz (s.a.v) ,
- Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allah’tan yardım dileriz, buyurdular.”[13]
Efendimiz’in anlaşma ve ahidlerine öyle sada­kat göstermiştir ki yürekler burkulsa da o sözün yerine gelmesini yeğlemiştir. Bunun en çarpıcı örneği Hudeybiye’de yaşanmıştır. Zira Hudeybiye Antlaşması’nın şartlarından biri, “Mekke’den Medine’ye iltica eden kişilerin iade edileceği” şeklindeydi.
Antlaşmanın imzalanacağı bir anda Kureyş temsilcisi Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel (r.a) , ayaklarındaki zincirleri sürüye­rek yavaş yavaş Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yanına geldi. Ebû Cendel (r.a) müslüman olduğu için müşriklerden çok işkence görmüş genç bir sahabiydi. Bir fırsatını bularak ellerinden kaçmış ve kendini müslümanların arasına atmıştı. Kureyş’in temsilcisi Süheyl, anlaşma gereğince ilk iade edilecek kimsenin oğlu olduğunu söyledi ve elindeki sopayla Ebû Cendel’in (r.a) yü­züne vurmaya başladı.
Olan biteni hüzünle takip eden Efendimiz (s.a.v), Ebû Cendel’in (r.a) anlaşma harici bırakılmasını, onu kendisine bağışlamasını Süheyl’den rica etti. Ancak Süheyl zorluk çıkarıyor ve buna yanaşmı­yordu. Ebû Cendel (r.a) müşriklere tes­lim edilirken feryatlarla müslümanlara yalvarıyor ve onlardan yardım istiyordu. Müslümanlar onun haline dayanamayıp ağlamaya başladılar. Resû­lullah (s.a.v) Ebû Cendel’i (r.a) teselli ederek,
“Ey Ebû Cendel! Biraz daha sabret, katlan! Allah Teâlâ’dan bunun mükâfatını dile! Hiç şüp­hesiz yüce Allah sen ve yanında bulunan zayıf, kimsesiz müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış antlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Onlar da bize Allah’ın ahdiyle söz verdiler. Sözümüze vefasızlık ede­meyiz. Zira verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz!” buyurdu.[14]
Kur'an-ı Kerim'de ahde vefa ile ilgili ayetlerde, yapılmış antlaşmaların hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, müslüman olmayan taraflara dahi verilen söz istikametinde davranılması emredilmektedir.(Tevbe/1,4,7)
Hz. Peygamber (s.a.v), vefat eden dostlarının dostlarına da son derece vefalıydı. Hz. Aişe (r.a) anlatıyor:
Rasul-i Ekrem (s.a.v) bir defasında yanına gelen yaşlı bir hanıma çok ikramda bulundu. Kadın gidince sebebini sordum. Buyurdular ki:
- Bu kadın Hatice'nin sağlığında bize gelir giderdi. Ey Aişe, ahde vefa imandandır.[15]
Allah Rasulü (s.a.v)'in Rabbi'ne karşı vefası da dillere destandı. Mekke'de binbir çile ve ıstırabın içinde iken bile nafile ibadetlerini aksatmıyordu. Kıldığı namazların bir rekâtı bazen saatler alıyor, ayağa kalkmaya dermanı olmadığı zaman oturarak kılıyor, fakat yine terk etmiyordu. Mübarek elini Rabbi'ne açtığı zaman, duaların en içteni, en mahzunu ve en güzeli mübarek dilinden semalara yükseliyordu.[16]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Buharî, Müslim.
[2] Buharî, Müslim.
[3] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
[4] Riyazu's-Salihin.
[5] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
[6] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
[7] Kutsal Günler ve Geceler, Mahmut Kaya, Semerkand Yayınları, sf.181-182.
[8] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, sf.42.
[9] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
[10] Peygamberim (S.A.V.) Efendimiz’in Örnek Ahlâkı, Selim Uğur, Semerkand Yayınları, sf.62-64.
[11] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
[12] Ebû Davud, Edep, 82.
[13] Müslim, Cihâd, 98.
[14] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/325.
[15] Hakim.
[16] Adamlığımızın Değer Ölçüsü: Ahde Vefa, Ahmet Safa, Semerkand Dergisi, Ekim 2004.
Facebookta Paylaş

Paylaş