O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

ŞERDEN UZAKLAŞIP HAYRA ULAŞMAK: HİCRET

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
ŞERDEN UZAKLAŞIP HAYRA ULAŞMAK: HİCRET (21 Eylül Perşembe 1 Muharrem)
Mekke’de İslam’ın ilk devirlerinde, Müslümanlar dayanılmaz işkence, zulüm ve eziyetlere maruz kalmışlar ve artık hayat onlar için dayanılmaz bir hale gelmişti. Bunun üzerine İslam’ın yayılmasının beşinci senesinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v) müminlerden bazılarına, Habeşistan’a göç etmelerine izin vermiş, kendisi ve yakın arkadaşları Mekke’de kalarak müşriklerin eziyetlerine göğüs germişlerdi.
İslam dinine girenlerin sayıca çoğaldığını gören müşrikler, şeref ve mevkilerinin yok olacağı korkusuna kapılarak Hz. Peygamber’i (s.a.v) öldürmeye karar vermişler, ona inanan ashabından bazılarını da işkence ve eziyetlerle öldürmüşlerdi. İşte, Rasulullah (s.a.v), ashabına daha fazla işkence edilip can kaybı olmaması için, doğup büyüdükleri şehri, mallarını, mülklerini ve hatta akrabalarını dahi bırakarak, o güzelim Mekke-i Mükerreme’yi terk ederek Medine-i Münevvere’ye miladi 622 yılında hicret etmişlerdir.[1]
Hicret bir kaçış değil, İslâm’ı hem fert hem toplum olarak ihlasla, kâmil manada yaşama iştiyakının sevk ettiği bir imkan arayışıdır. Bir yönüyle müslümanları yok etmeye matuf dayanılmaz baskı, zulüm ve işkencelerden kurtulma maksadı taşısa da, bir rahatlık ve konfor arayışı da değildir Hicret.
Medine Hicret’ten önce Medine değil Yesrib idi. Yesrib, "hoş olmayan, kınanan, fesat kaynağı yer” demekti ve müslümanların hicreti öncesinde tam da böyleydi bu belde. Yerleşik yahudi kabilelerinin körüklediği fitne ateşi burada yaşayan herkesi yakıyor, huzur ve istikrara fırsat vermiyordu.
Yemen kökenli iki kardeş kabile olan Evs ve Hazrecliler 120 yıldır birbirleriyle kıyasıya savaşmaktaydı. Kan davasına kurban gitmeyenler sık sık yaşanan humma ve veba salgınlarıyla telef oluyordu.
Çarpık bir düzen hüküm sürüyor, mesela baba öldüğünde geride kalan eşi, kızları ve büluğa ermemiş erkek çocukları miras alamadığı için yokluğa, sefalete düşüyor; bunların haline kimse aldırmıyordu. Kur’an-ı Kerim’deki ifade ile tam bir “ateş çukuru” idi Yesrib.
Yesrib'den Taybe’ye
O ateş, Akabe biatlarında müslüman olan Medinelilerin, oraya İslâm’ı tebliğ ve talim için gönderilen Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’ın ve zaman içinde peyderpey hicret eden Mekkeli müslümanların taşıdığı rahmetle bir uçtan sönmeye başladı.
Nihayet hicri takvim hesabıyla 1439 yıl önce 12 Rebiülevvel Cuma günü bu beldeye giren Rasul-i Ekrem (s.a.v)’in nübüvvet nuru ile Yesrib artık ateş çukuru olmaktan tamamen çıkıyor, Medine-i Münevvere’ye dönüşüyordu. Öyle olduğu içindir ki Efendimiz (s.a.v.) bu hicret yurduna Yesrib demekten etrafındakileri men ediyor, “Burası artık Taybe’dir!" buyuruyordu. Taybe veya Tâbe “güzel, hoş” demekti ve Yesrib yaratılmışların en güzelinin teşrifiyle güzelleşmiş, Medine olmuştu.
Hicret Hazırlığında
Peygamberliğin on üçüncü yılı sonunda yapılan İkinci Akabe Biatı’ndan sonra, Mekkeli müslümanlar müşriklerin baskı ve zulmünden kurtulmak için gizli gizli Medine’ye hicrete başlamışlardı. Bunlar içinde yalnız Hazreti Ömer (r.a) silahını kuşanarak açıktan yola çıkmış, müşriklere hitaben: “İşte ben gidiyorum. Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, gelip benimle karşılaşsın!” demişti. Onu takip eden de çıkmamıştı. Birkaç ay içinde Mekke’de, henüz hicrete izinli olmayan Rasulullah Aleyhisselam ile Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ali (r.a), bir de hapsedilmiş birkaç kişiden başka müslüman erkek kalmamış, hepsi Medine’ye göçmüştü.
Bu gidişten telaşlanan ve Peygamber Aleyhisselam’ın gidip onlara katılmasını önlemek isteyen şaşkın müşrikler, karar merkezleri olan Dâru’n-Nedve’de, Kureyş önderlerinden oluşan danışma meclisini topladılar. Allah Rasulü (s.a.v)’in hapsedilmesi, sürgün edilmesi veya öldürülmesi hususunda görüş belirttiler. Sonunda “Her Mekkeli kabileden birer katil adayı seçilerek hepsi birden hücum edip onu öldürmek, böylece müşterek bir cinayetle kim vurduya getirmek..” kararında anlaştılar. Böyle olursa, kimse onlara karşı koyamazdı. Bu maksatla çeşitli kabilelerden, vicdanı paslı ve kılıcı keskin bir cellat çetesini seçip hazırladılar.
Bu gelişmeler, Allah tarafından Rasulullah (s.a.v)’e bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Rasul-i Ekrem (s.a.v) öğle vaktinde Hz. Ebubekir (r.a)’ın evine giderek ona bilgi verdi. Gece karanlığında birlikte yola çıkacaklardı. Ev halkıyla gerekli hazırlıklar yapıldı. Güvenilir bir kılavuz olan gayri müslim Abdullah b. Uraykıt’ı parayla yol kılavuzu tuttular. Önceden hazırlanmış iki deveyi sırası gelince getirmek üzere ona teslim ettiler. Rasul-i Ekrem (s.a.v) hicret hazırlığını Hz. Ali (r.a)’a anlattı.Müşrikleri şaşırtmak için bu gece kendi yatağında yatmasını, kendisine bırakılan bazı emanetleri sahiplerine verdikten sonra gelip kendilerine katılmasını söyledi.
O gece Hz. Ali (r.a) Rasulullah (s.a.v)’in hırkasına bürünüp onun yatağına uzandı. Suikast çetesi ve gözlemciler de gelip evi kuşattılar. Rasulullah ise evinden çıktı; Yasin suresini okuyarak ve nöbetçilerin başına toprak saçarak, onlar göremeden yürüyüp gitti. Evi gözleyen düşmanlar, hâlâ içeride yatanın Hz. Peygamber (s.a.v) olduğunu sanıyorlardı. Çıkarken ona saldırmak için sabaha dek beklediler. Sabahleyin ise karşılarında Hz. Ali’yi görünce şaşırdılar. Onu biraz hırpaladıktan sonra aramalar için dağılıp gittiler.[2],[3]
Sevr Mağarasında
Suikast çetesi tarafından evinin kuşatıldığı gece, Rasulullah Aleyhisselam Hz. Ali’yi evinde bırakarak gece yarısına doğru hicret maksadıyla Hz. Ebubekir’in evine gitmişti. İkisi evin arka tarafından çıkarak, gizlice Mekke’nin beş kilometre kadar güneybatı tarafındaki Sevr dağına tırmandılar, oradaki mağaranın önüne geldiler. Önce Hz. Ebubekir (r.a) mağaranın dar kapısından içeri girdi; karanlıkta elleriyle her tarafı yoklayarak arama tarama ve temizlikten sonra Rasul-i Ekrem’i içeri aldı. Onlar içerideyken hikmet-i ilâhi gereği bir örümcek geldi, giriş kapısını ağlarıyla örüp kapattı. Bir çift yabani güvercin de tam kapının ağzında yuvalanıp yerleşiverdi.
O gece bekledikleri Peygamber Aleyhisselam’ı yerinde bulamayan suikastçiler ise sabahleyin Hz. Ebubekir’in evine koşmuşlar, orada da aradıklarını bulamayınca her tarafı aramaya koyulmuşlardı. Nihayet iz süre süre mağaranın ağzına kadar geldiler. Hatta içlerinden biri: “Aranan kişi buradan öteye geçmiş olamaz. Buradan ya göğe çıkmış yahut yere girmiş olmalı!” diye söylendi. Bir kısmı mağaraya girip bakmayı düşündü. Fakat girişteki örümcek ağı buna engel oldu: “İçeri girmiş olsalardı bu ağ böyle kalmazdı.” diyerek bu işten vazgeçtiler. Mağaranın içinden, dışarıda dolanan müşriklerin ayakları görünüyordu. Hz. Ebubekir sessizce ve endişeyle: “Ya Rasulallah, birisi şöyle eğilip bir bakıverse bizi kesin görecek!” dedi. Rasulullah (s.a.v) ise: “Endişelenme, şüphesiz Allah bizimledir!” dedi. (Tevbe/40)
Suikast ekibi aradığını bulamayınca ümitsiz bir halde Sevr mağarasından uzaklaştı. Peygamber Aleyhisselam’ı yakalayıp getirene veya öldürene yüz deve mükâfat verileceğini herkese ilan ettiler. Mağarada cuma sabahından itibaren üç gün geçmişti. Bu süre içinde Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah gündüz Mekke’de olup bitenleri öğrenir, gece haber getirip mağarada konaklardı. Hz. Ebubekir’in azatlı çobanı Amir b. Füheyre de gündüz yakınlarda koyunları otlatır, geceleyin sürüyü mağaraya yaklaştırarak, oradakilere sütlerinden içme imkanı sağlardı. Sabahleyin erkenden ve gizlice Mekke’ye dönen Abdullah’ın ayak izlerini de davarların iziyle yok ederdi.
Üç gece sonra pazartesi sabaha karşı yol kılavuzu Abdullah b. Uraykıt iki deveyle Sevr’e geldi. Rasulullah bir deveye, Hz. Ebubekir ve Amir b. Füheyre öbür deveye bindi. Kılavuz da önlerine düşerek, Medine’ye doğru yola çıktılar. [4],[5]
Medine Yolunda
Medine yolcusu Allah Rasulü ve Hz. Ebubekir, üç gün üç gece Sevr mağarasından gizlendikten sonra, ortalık biraz yatışınca hizmetçi Amir ve kılavuz Abdullah’ı da yanlarına alarak pazartesi sabahı erkenden iki deveyle yola koyulmuşlardı. İhtiyat için, bilinen işlek yolların dışından gidiliyordu. Gidilecek yer 400 kilometre kadardı. Kafile Kudeyd denilen yere gelince orada Ümmü Ma’bed diye meşhur bir kadının çadırına uğradılar. Satın almak için yiyecek istediler, fakat bulamadılar. Rasul-i Ekrem (s.a.v) orada sütten kesilmiş pek cılız bir davarı sağmak için izin istedi. Besmeleyle sağmaya başlayınca, koca bir kap sütle doldu taştı. Herkes doyasıya içti. Kabı tekrar doldurup bıraktıktan sonra, görenleri hayran bırakarak yola devam edildi.
Peygamber Aleyhisselam’ı yakalayana yüz deve vaat edildiğini, onların yoluna yakın bir yerde bulunan Süraka b. Mâlik de duymuştu. Ümmü Mâbed’in çadırından ayrılıp yola çıkıldıktan sonra bu yolculardan haberdar olan Süraka, hemen silahlanıp atına bindi ve peşlerine düştü. Süreka’nın yaklaştığını gören Hz. Ebubekir: “Ya Rasulallah, süvarinin biri bize yetişti!” diyerek telaşlandı. Rasulullah Aleyhisselam ise: “Allahım, bizi onun şerrinden koru!” diye dua etti. Süraka’nın atı tökezledi, birlikte yere yuvarlandılar. Atını kaldırıp tekrar saldırdı; yine yere kapandı. Yeniden toparlanıp hızla koşturduğu atıyla tam yetiştiği sırada, hayvanın ön ayakları bataklığa girmişçesine dizlerine kadar kuma saplanıverdi. Yere serilen Süraka yine yerinden kalktı; fakat kumlara çakılmış olan atını ayağa kaldıramadı. Çaresizlik içinde seslendi: “Ey Muhammed, anladım ki bu senin işin. Dua et de şu sıkıntıdan kurtulayım..” dedi. Onun duasıyla at da ayağa kalkıverdi. Şimdi Rasulullah’ın muhafızı durumuna giren Süraka, bir de ondan yazılı “emannâme” aldı. Rasul-i Ekrem’in teklifi üzerine arkada kaldı; rastladığı diğer takipçileri, “Başka tarafa!” diye oyalayıp geri çevirdi.
Başka maceralar da geçiren hicret kafilesi, Sevr’den itibaren sekiz günlük yolculuk sonunda (1-8 Rebiülevvel / 13-20 Eylül 622) pazartesi günü öğleden önce Medine’nin üç-dört kilometre yakınındaki Kuba köyüne ulaştı. Sevinçle karşılanan Allah Rasulü (s.a.v), biraz dinlenerek Külsüm b. Hidm’in evine yerleşti. Kuba’da dört gün ikamet edildi ve Kuba Mescidi kuruldu. Kafileden birkaç gün sonra Mekke’den yola çıkan Hz. Ali de gelip yetişti. Cuma günü Kuba’dan Medine’ye geçildi.[6],[7]
Mümin Her An Hicret Halindedir
Mümin her an hicret halindedir, daha doğruya, daha güzele doğru yürüyüş, daha ileri menzillere ulaşmak için sefer halindedir. Bu bazen beldeden beldeye doğru mekan değişikliği, bazen iç alemin bir menzilinden öteki menziline doğru hal değişikliğidir. Bütün hayat, bir yolculuktur, insan da yolcu. Önemli olan bu yolculuğu hayırlı bir kulvarda ve hep hayra doğru sürdürmektir. O yüzden hicret, sadece sosyolojik değil; aynı zamanda psikolojik imkan değişikliğidir. İç alemde yapılacak hicretlere engel hale gelen topraklarda yapılacak tek hicret, oraları terk etmektir.[8]
Kötü Huylardan İyi Huylara Hicret
Birçok ayet ve hadislerle üzerinde durulan “iyi niyet”, “anne-babaya iyilik” gibi birçok amel, peygamber lisanıyla “hicret” ayarında ameller olarak ifade edildiği gibi, zor şartlar altında (fitne ortamında) dinin her tatbikinin bir hicret olduğu, anne ve babaya yapılacak bir hizmetin hicretten daha ehemmiyetli ve faziletli olduğu belirtilmiştir.
Şüphesiz amellerin kıymeti niyetlere göredir. Kimin niyeti neye ise, eline geçecek olan da odur. Hicret de dini bir vecibe olduğuna göre, buradaki niyet Allah rızasını taşımıyorsa, makbul olmayacağı ayetlerden ve hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır. Nitekim Rasulullah’ın (s.a.v), “Küçük cihattan büyük cihada döndük”[9] buyurmaları, asıl mücadelenin nefsle olan mücadele olduğuna, maddeden manaya, nefsin arzu ve isteklerinden, Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) emirlerine yönelmeye olduğunu beyan buyurmuşlardır. İşte, gerçek hicret, nefsle mücadele ederek kötü huylardan iyi huylara, hoş olmayan alışkanlıklardan iyi ve güzel olan alışkanlıklara ulaşmaktır. [10]
Bugün Nasıl Muhacir Olacağız?
O halde bugün hicreti nasıl anlayacağız? Ya da bugün nasıl muhacir olacağız? Bugün de günahlardan hicret ederek muhacir olunur. Asıl hicret de günahlardan hicrettir. Nitekim Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Hicret iki türlüdür; biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Rasulü’ne hicrettir”[11]
“... Hicret kötülüğü terk etmendir.”[12]
“Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.”[13]
“Hakiki muhacir, Allah’ın haram kıldığı şeyleri terk eden kimsedir.”[14]
“Hicret hususunda en faziletli olan nedir ey Allah’ın Rasulü?” diye soranlara, Rasulullah’ın (s.a.v) cevabı şöyle olmuştur: “... Rabbim’in hoşlanmadığı tüm şeyleri terk etmendir.”[15]
Efendimiz (s.a.v), yukarıdaki hadis-i şerifte hicrete farklı bir mana yükleyerek hakiki muhacirin Cenab-ı Hakk’ın yasakladığı şeylerden uzak duran insan olduğunu ifade eder. Hicreti zahir ve batın olarak ele alırsak, zahir yönünü onun Allah için düzenlenen seferler oluşturur; batıni yönünü de günahlardan içtinap (kaçınmak)... [16]
İyilerle Bir Arada Olmak İçin Hicret
Şu bir gerçektir ki, tüm günah ve manevi hatalardan uzak kalmak isteyen kimse, oturduğu muhite, ikamet ettiği yere de çok dikkat etmelidir. İyi komşu, iyi arkadaşlar seçmelidir. Kötü ve ıslah olmak bilmeyen insanlardan uzaklaşmalıdır. Nitekim Rasulullah (s.a.v) bu hususta sahabelerine şöyle bir kıssa anlatmıştır:
“Sizden önce yaşayanlar arasında, doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bu adam bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip tarif edildi. Adam ona kadar gidip, doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahip, ‘Hayır, yoktur!’ cevabını verdi. Bu kestirme cevaba kızan adam, onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı. Adamcağız, insanlara yeryüzünün en bilgin kişisini sormaya devam etti. Kendisine alim bir kişi daha tarif edildi. Adam ona gidip, şimdiye kadar yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanı olup olmadığını sordu. Alim zat, ‘Evet, vardır. Seninle tövben arasına kim perde olabilir ki?’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah’a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer’ dedi. Adam yola çıktı. Giderken, yarı yola varır varmaz, ölüm meleği gelip ruhunu aldı. Rahmet ve azap melekleri adam hakkında ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri, ‘Bu adam tövbekâr olarak geldi. Kalben Allah yönelmişti’ dediler. Azap melekleri de, ‘Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde başka bir melek yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara, ‘Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yerin arasını ölçün. Hangi tarafa daha yakınsa, ona teslim edin’ dedi. Ölçtüler ve gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği iyiler diyarına bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.”[17]
Peygamberimiz’in (s.a.v) hadisinden de anlaşılacağı üzere dinin hükümlerini yerine getirmek ve kurallarını yaşamak için, ikamet edilen muhitin çok önemi ve faydası vardır. Eğer oturulan muhit, günah ve kötülüklerden uzak iyi insanlardan oluşuyorsa, orada Allah’ın ve Rasulü’nün emirleri rahatça yerine getirilebilir. Bunun aksi ise, oradan hicret edip, İslam’ın hükümlerinin yaşandığı yere, beldeye veya en azından yaşamak isteyenlere engel olunmayan yerlere hicret edilebilir. Zira Rasulullah (s.a.v) bu hususta, “Kişi dostunun dini üzerinedir. Öyle ise her biriniz, dost edindiği kimselere dikkat etsin.”[18] buyurarak oturulan muhitte komşu ve arkadaşlara dikkat edilmesi gerektiğini açıkça belirtmişlerdir. [19]
Manevi Hicret
Mürşide gitmekten maksat, Allah rızasına ulaşmak, kötülükten kaçmak, hasta kalbe ilaç, garip gönle gerçek bir dost aramak, kısaca manevi bir hicret yapmaktır.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen kimse, sanki bana hicret etmiş gibidir.”[20] buyuruyor.
Bir mürşide giden kimse, fitneden kaçıp hak yolundaki cemaate koşmakta, isyandan kaçıp takvaya sarılmaktadır. Bu, Allah ve Resûlü için yapılmış bir hicret çeşididir. Bu hicretin sonu Allah rızasıdır.[21]
Mürşid terbiyesi tövbe ile başlar. Tövbe kalple Allah’a dönmek ve manevi bir hicret yapmaktır. Bu hicret isyandan itaate, gafletten zikre, cehâletten ilme, kötü ahlaktan edebe doğru yapılan manevi bir hicrettir. Bu konuda Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Gerçek muhacir, Allah’ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir.”[22]
“Asıl mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsi ile cihad eden kimsedir.”[23]
Rasulullah (a.s) Efendimiz, Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
“Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdu. Ashab: “Ey Allah’ın Resûlü, büyük cihad nedir?” diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için) nefsle yapılan mücahededir.”[24] buyurdu.
Efendimiz (s.a.v), insanın en azılı düşmanını şöyle tanıtmışlardır: “Senin en azılı düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir.”[25] Tasavvuf yolu ve kâmil mürşid terbiyesi, kalbin manevi kirlerden temizlenip Allah’a bağlanması, nefsin terbiye edilip sevgi ve edeple ilahi emirlere uyması için gereklidir. Kâmil mürşide gitmekteki asıl hedef işte bu manevi hicrettir. Allah dostuna ancak Yüce Allah’ın dostluğu için gidilir. [26]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Hicret, Hüseyin Okur, Semerkand Aile Dergisi, Aralık 2009.
[2] İbn Hişâm, 2/93-97; Tarîhu’l-Ya’kûbî (Beyrut, 1993), 1/358-59; Mahmud Esad: Tarîh-i Dîn-i İslâm (İstanbul, 1983), 2/581-83.
[3] Binbir Damla, Yusuf Yavuz, Semerkand Dergisi, Ağustos 2008.
[4] Delâilü’n-Nübüvve / Beyhakî, 2/471-482; Muhammed Hamidullah, trc. Salih Tuğ: İslâm Peygamberi, 1/163-164.
[5] Binbir Damla, Yusuf Yavuz, Semerkand Dergisi, Ağustos 2008.
[6] et-Tabakâtü’l-Kebîr, 6/148-149; Hz. Muhammed ve İslâmiyet, 2/351-374; İslâm Ansiklopedisi, 17/460-461.
[7] Binbir Damla, Yusuf Yavuz, Semerkand Dergisi, Ağustos 2008.
[8] Hicret, Hüseyin Okur, Semerkand Aile Dergisi, Aralık 2009.
[9] Beyhaki.
[10] Hicret, Hüseyin Okur, Semerkand Aile Dergisi, Aralık 2009.
[11] Taberani.
[12] Ahmed b. Hanbel.
[13] İbn Mace.
[14] Ebu Davud.
[15] Ahmed b. Hanbel.
[16] Hicret, Hüseyin Okur, Semerkand Aile Dergisi, Aralık 2009.
[17] Buhari.
[18] Ebu Davud.
[19] Hicret, Hüseyin Okur, Semerkand Aile Dergisi, Aralık 2009.
[20] Müslim, Fiten, 130; Tirmizi, Fiten, 31.
[21] Arîfler Yolunun Edebleri, S.Muhammed Saki Haşimi, Semerkand Yayınları, sf.31.
[22] Buhari, İman, 4, 5; Ebu Davud, Cihad, 2, Nesai, İman, 8, 9, 11; Darimi, Rikak, 4, 8.
[23] Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 2; Beyhaki, Şuabu’l- İman, No: 11123.
[24] Beyhaki, ez-Zühdü’l-Kebir, No: 373 Hatib, Tarih-i Bağdat, III, 523-24.
[25] Beyhaki, Kitabü’z-Zühd, No: 343; Zehebi, Mizanul-itidal, III, 625 (no. 7857; Gazali, İhya III, 10.
[26] Arîfler Yolunun Edebleri, S.Muhammed Saki Haşimi, Semerkand Yayınları, sf.141.
Facebookta Paylaş

Paylaş