O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

İMANIN MEYVESİ: TEVEKKÜL

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
İMANIN MEYVESİ: TEVEKKÜL
Tevekkül sözlükte, başka birini yerine vekil kılmak, bir işin görülmesini bir adama havale etmek ve ısmarlamak anlamına gelir.
Istılahta ise, sebeplere tevessül edip imkânlarını seferber ettikten ve tedbirini alıp kendine ait olan vazifeyi yaptıktan sonra neticenin hayırlı ve bereketli olmasını yüce Allah'tan istemek ve neticenin keyfiyetini O'na bırakmaktır.
Tevekkül; insanın, Hak Teâlâ'nın vaadlerine tam olarak güvenmesi, ilim, irade, kudret ve yaratma gibi sıfatlara sahip bir Allah'a inanmanın tabii sonucudur. Kaza ve kadere iman da bu inancı pekiştirir.
Tevekkül; her işinde Allah Teâlâ'ya itimat etmek. O'na güvenmek, kendisine gelmesi takdir edilmiş olan bir şey varsa ondan kaçmanın mümkün olmadığını iyice bilip, Allah Teâlâ'nın iradesine teslim olmaktır. Böylece, O'ndan gelen her şeye razı olduğu için, kendisi rahat olur. Hem de yüce Allah'ın hoşnutluğunu elde etmiş olur.
Hak Teâlâ kudret ve hikmet sahibidir. O, kudret sıfatının bir tezahürü olarak birtakım şeyleri ortaya koymuştur. Hikmet sıfatının gereği olarak da birtakım şeyleri icra etmektedir.
Tevekkülün başı, kulun kendi tercihini terketmesidir. Gerçekten Allah'a güvenip tevekkül eden kul, kimseye eziyet etmez, başına gelen durumları halka şikâyet etmez, işime mâni oldu diye insanların hiçbirini kınamaz; çünkü o, vermenin de engellemenin de yalnız Allah Teâlâ'dan olduğunu bilir. Bu da onu, başkasıyla uğraşmaktan alıkoyar.
Tevekkül sahibi, eline geçen şeylerden dolayı sevinip şımarmaz. Kendisine gelen sıkıntılardan dolayı bağırıp çağırmaz. Kendi halini düzeltmeye çalışır. Zerre kadar iyilik yapanın mükâfat alacağını, zerre kadar kötülük yapanın da ceza göreceğini bildiği için, kendisine sıkıntı verenleri, eziyet edenleri, hemen cezalandırmaya kalkmaz. Onu affeder. Kendisine yaptığı kötülüğün karşılığı olan cezanın ölçüsünü bilmediği için, işi Allah'a havale eder. Kendisine iyilik edene de karşılığını vermekten aciz olduğunu düşünerek, onu da Allah'a havale eder. Bu iyiliği Allah'tan bilir. Her şeyin, Allah Teâlâ'nın dilemesi ve takdir etmesi ile meydana geldiğini düşünür.[1]
Sebeplere Yapışmak
Tevekkül, hiçbir zaman çalışmayı ve sebeplere sarılmayı terkedip -Allah'ın dediği olur- diyerek bir kenara çekilmek değildir. Yüce Mevla (c.c), çalışmayı farz kıldığı gibi, kendisine tevekkül etmeyi de emretmiştir. Âyette şöyle buyrulmuştur: "Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et. Çünkü Allah kendine tevekkül edenleri sever." (Âl-i İmrân/159)
Her şeyin Allah'ın takdiri ile meydana geldiğine inanarak hakiki manada tevekkül eden bir mümin; O'na itimad edip her işini O'na havale etmekle, her türlü gam, keder ve sıkıntıdan uzak olur. Hak'tan gelen her şeye severek boyun büker. O'nun her işinde hikmet olduğunu bilir. Sebeplere değil, sebepleri yaratana bağlanır. Her haliyle O'na sığınır ve her şeyi ancak O'ndan bekler. O'ndan başkasına asla iltifat etmez, meyletmez. Her halinin Allah tarafından görülüp, bilinmesini kâfi görür. Âyet-i kerîmelerde buyrulur ki: "Allah kuluna kâfi değil mi?" (Zümer/36)
"Tevekkül, rızık konusunda kaygı çekmemek ve Hak Teâlâ'ya güvenmektir" diyen bir arife,
"O halde yan gelip yatalım ve rızkımızı bekleyelim" dediklerinde, arif zat şöyle demiştir: "Böyle yapmamız Allah'ı sınamak olur. Kulun Mevla'sını imtihan etmesi ise küstahlıktır."
Hz. Peygamber (s.a.v), devesini salıveren ve 'Allah'a tevekkül ettim' diyen kişiyi şöyle uyarmıştır:
"Deveni bağla, sonra tevekkül et"[2]
Tevekkülle çalışma, tevekkülle tedbir birbirini tamamlayan iki unsurdur. Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, tevekkül ile kesb (çalışma-kazanma) arasındaki ilişkiyi şöyle ifade etmiştir: Tevekkül, Hz. Peygamber'in halidir. Kesb ise sünnetidir. O'nun hali üzerine bulunan asla sünneti terketmez."[3]
Yine Sehl'e göre, çalışmayı kötüleyen sünneti kötülemiş, tevekkülü karalayan imanı karalamış olur."[4]
Muhammed b. Salim hazretlerine; "Çalışıp kazanmak mı yoksa âhiret için çalışıp, dünya için tevekkül etmek mi daha uygun olur" denildiğinde; "Tevekkül Resûlullah'ın halidir. Çalışıp kazanmak da sünnetidir" demiştir.
Tedbir işin arkasını hesaba katmak ve sonunu düşünmektir.
İmam Gazâlî (rah) şöyle der: "Bazıları tevekkülü; bedenle çalışmayı, kalple tedbir almayı terkedip bir kenarda zelil bir halde beklemek zannederler. Bu, cahillerin zannıdır. Çünkü bu tür davranış dinde haramdır."[5]
Büyüklerden Muhammed Bakibillah (k.s) şöyle demiştir: "Tevekkül, sebebe yapışmayıp, tembel oturmak değildir. Çünkü böyle olmak, Allah Teâlâ'ya karşı edepsizlik olur. Müslümanın meşru olan bir sebebe yapışması lazımdır. Sebebe yapıştıktan ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir."
Abdullah b. Münazil (k.s) demiştir ki: "Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibadet yapmaktan hayırlıdır."[6]
Abdullah b. Muhammed Mürteiş (k.s) demiştir ki: "Sebeplere yapışmalı, fakat bu durum, o sebeplerin ve her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâya itimad ve tevekkül etmeye mani olmamalıdır."[7]
Ebû Zer'in (r.a) bildirdiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Tedbir gibi akıl yoktur. Haramlardan sakınmak gibi vera yoktur. İyi huy gibi hasep (itibar vesilesi) yoktur."[8]
Ehl-i sünnet itikadında kul, ihtiyaç ve sıkıntı içerisinde ise, çalışması farz olur. Allah Teâlâ'ya tevekkül etmek elbette farzdır. Fakat çalışmakla insan tevekkülü terketmiş olmaz.
Fahreddin Râzî der ki: "Tevekkül, bazı cahillerin sandığı gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müşavere emri, tevekküle engel olurdu. Tevekkül insanın, bir işin zahirî sebeplerini gücü nisbetinde yerine getirdikten sonra kalbini onlara bağlamayıp yüce Allah'a güvenip dayanması demektir..."[9]
Tevekkülün Kısımları
Tevekkül farz ve fazilet olmak üzere iki kısımdır. Herkesten istenen ve farz olan tevekkül, imana bağlıdır. Kulun, bütün işlerin başı ve sonu ile yüce Allah'ın takdiri olduğuna, O'nun iradesi dışında bu âlemde hiçbir şeyin olmadığına ve olamayacağına inanması gerekir. Bu, aynı zamanda kadere imandır.
Fazilet olan tevekkül ise, kulun yakîni imanından ve yüce Allah'ın tecellilerini müşahedesinden kaynaklanır.
Tevekkülde, sebepleri inkâr yoktur. Yüce Allah sebepleri yaratmıştır; dünya işlerini belirli sebeplere bağlamıştır, fakat kendisi sebeplere bağlı değildir. Kullarından ise, bu sebepleri kullanmalarını istemiştir. Kul elinden geldiği kadar sebepleri kullandıktan sonra, her işini yüce Allah'a havale etmelidir. Sebebe değil, sahibine güvenmelidir. Sebepleri kullanmaya imkânı yoksa korkmasın, yine rızkı önüne gelir, hayat devam eder.
Sehl-i Tüsterî (k.s), bir sözünde şöyle demiştir: "Tevekkül mertebelerin evveli; kulun Allah Teâlâ'ya teslimiyetinin ölünün yıkayıcıya teslimiyeti gibi olmasıdır."[10], [11]
Tevekkülün Fazileti
Tevekkül, makamların en üstünü olup, mukarrebûn makamına çıkmış velilere ait hallerin en faziletlisidir.
Yüce Allah, herkese tevekkülü emretmiş ve tevekkülü imanın şubelerinden saymıştır. "Eğer imanınız varsa, Allah'a tevekkül edin" (Mâide/23) buyurmuştur.
Tevekkül, imanın hakikatine ulaşmaktan meydana gelir ki, buna yakîn denir. Her şeye gücü yeten ve en güzel vekil olan zatı müşahede etmek, kula gerçek iman ve tevekkül halini kazandırır.
Yine yüce Allah; "Allah tevekkül edenleri elbette sever" (Âl-i Imran/159) buyurmuştur. Bu âyette Hak Teâlâ, tevekkül edenleri dostu yapmış, onlara muhabbetini ihsan etmiştir. Bu ne büyük bir makamdır. Yüce Allah bir kimseyi severse, bu onun kurtuluş ve zafere ulaşması demektir. Zira sevilen, azap edilmez, uzaklaştırılmaz, Rahmet ve Cemal'den mahrum edilmez.
Hak Teâlâ diğer bir âyette, "Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter" (Talâk/3) buyurmuştur,
Yani Allah tevekkül eden kimseyi, kendisinden başkasına muhtaç etmez. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. O, kuluna şifa veren ve afiyet ihsan edendir; bu durumda O'na, güvenen mümin de O'nun üstlendiği bir işte başkasından yardım istemez. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v),
"Kim insanların en güçlüsü olmak isterse Allah'a güvenip dayansın"[12] buyurmuştur.
Diğer bir hadiste ise Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'a tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi size de gönderirdi. Kuşlar, sabahları mideleri boş ve aç gider. Akşam mideleri dolmuş, doymuş olarak döner."[13]
İsa Peygamber (a.s) şöyle demiştir: "Kuşlara bakın. Onlar ne ekip biçer, ne de biriktirirler. Allah Teâlâ onları gün be gün rızıklandırır. Eğer, 'Bizim karınlarımız kuşlarınkinden daha büyük' derseniz, o zaman da büyük baş hayvanlara bakın; Allah Teâlâ onlara nasıl rızık vermektedir."[14]
İmam Takî (Muhammed Cevad) (r.a) diyor ki: "Kim Allah Teâlâ'ya güvenir ve sığınırsa, insanlar kendisine muhtaç olur."
Yine o şöyle demiştir: "Kim Allah Teâlâ'ya bağlanıp, tevekkül ederse, Allah Teâlâ onu her türlü kötülükten ve düşmandan korur."
Maruf el-Kerhî (k.s), "Kim Allah Teâlâ'ya tevekkül eder O'na sığınır ve güvenirse; Allah Teâlâ onun yardımcısı olur" demiştir.
Şakik-i Belhî (k.s): "Rızkı hususunda Allah Teâlâ'ya tevekkül eden kimsenin güzel huyları fazlalaşır, cömert olur ve ibadetlerinde vesvese bulunmaz" demiştir.
Lokman (a.s), oğluna şöyle tavsiyelerde bulunmuştur: "Allah'a tevekkül etmek, O'na imanın esaslarındandır. Allah'a tevekkül etmek, kulu Rabb'ine sevdirir. İşleri Allah'a havale etmek, Allah'ın kulunu doğru yola iletmesinden gelir. Kul, Allah'ın hidayeti (ve yardımı) sayesinde O'nun rızasına uygun hareket eder. Kulun Allah Teâlâ'nın rızasına uygun hareket etmesi, kendisine ilâhî ikram ve ihsanları kazandırır."[15]
Lokman (a.s) başka bir sözünde şöyle demiştir: "Her kim Allah'a tevekkül eder, O'nun kazasına teslim olur, işi O'na havale eder, ilâhî takdire razı olursa, dinini ayakta tutmuş, kendini hayra adamış ve kulun işini güzelleştirecek güzel ahlâkları elde etmiş olur."[16]
Ebû Muhammed er-Rasibî (k.s) şöyle diyor: "İnsan ile Allah Teâlâ arasındaki en büyük perde, insanın Allah Teâlâ'ya değil de, kendisi gibi aciz olan birine güvenmesidir."[17]
Bir adam, Hatemü'l-Esam'a (k.s) tevekkül hakkındaki halini sorduğunda şöyle demiştir: "Rızkımı, başkasının yiyemeyeceğini bildim ve nefsim buna mutmain oldu. Allah Teâlâ'nın her şeyi gördüğünü bildim ve hep O'ndan haya ettim."[18]
Zünnun el-Mısrî (k.s) der ki: "Tevekkül eden, emin ve metin olur."[19]
Ebû Derda (r.a) şöyle demiştir: "İmanın en üst noktası ihlâs, tevekkül ve Rabbü'l-âlemine tam teslimiyettir."[20]
Ebû Muhammed Sehl et-Tüsterî (k.s) şöyle derdi: Şu dört şeyi ihmal etmeyiniz:
1. Allah Teâlâ'dan işlerin en hayırlısını isteyin, buna istihare denir.
2. İşlerinizi sâlih insanlara danışın. Buna istişare denir.
3. Sadece Allah'a güvenin. Buna tevekkül denir.
4. Allah'tan yardım isteyin. Buna istiane denir.[21], [22]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.81-83.
[2] Tirmizi, Sıfatû'l-Kıyâme, 60; Heysemî, ez-Zevâid, nr. 18187; Ibn Hibbân, es-Sahihi, nr. 731; Ali el-Muttakî, Kenzü'l-Ummal, nr. 5687; İbn Ebü'd-Dünya, Kitabül-Tavekkül, nr. 11.
[3] Kuşeyri, Risâle, s.186.
[4] Kuşeyri, Risâle, s.168; Gazâli, Ihyâu Ulûmi'd-Din, 4/2535. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliya. 10/195.
[5] Abdülkâdir İsâ, Hakâik ani't-Tasavvuf, s. 303.
[6] Sülemi, Tabakâû's-Sûfiyye, s. 369.
[7] Sülemî, Tabakâû's-Sûfiyye, s. 353.
[8] İbn Mâce, Zühd, 24 (nr. 4218); Ali el-Muttaki, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5436.
[9] Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.95-98.
[10] Kuşeyri, Risâle, s. 163; Sühreverdî, Avâritü'l-Meârif, s. 500; Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 171.
[11] Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.83-84.
[12] Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, nr. 1712; İbn Ebi'd-Dünya, Kitâbût-Tevekkül, nr. 9; Hâkim, el-Müstedrek, 4/275; Ali ef-Muttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5686; Süyûtî, el-Câmiu's-Sağir, nr. 8768; Münavi, Feyzü'l-Kadir, 11/5841.
[13] Tirmizî, Zuhd, 33; ibn Mâce, Zühd, 14 (nr. 4164); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/30; Hâkim, Müstedrek, 4/318; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 730; Ebû Ya'la, Müsned, nr. 242; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 1182; Ali el-Mut-takî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5684.
[14] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, 2/4.
[15] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb. 2/3.
[16] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/3.
[17] Abdurrahman-ı Cânıî, Nefahâtül-Üns, s. 326; Sülemî, Tabakiü's-Sûfiyye, s. 513.
[18] Ibn Mulakkın, Tabakâlü'l-Evliyâ, s. 179.
[19] Kuşeyrî, Risale, s. 164.
[20] İbn Ebi'd-Dünya, Kitâbü Rıda Anillah, nr. 58; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 212; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/217.
[21] Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 10/190.
[22] Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.1, sf.91-94.
Facebookta Paylaş

Paylaş